"Yani şimdi sen bana diyorsun ki ben burada bu köyde bu rutubetli duvarlarda mutluyum. Yahh! Namjoonie~ sen cidden apayrı bir romantik kitabın karakterisin."
Namjoon karşısında cümlelerini nefes bile almadan sıralayan Jin'e hayretle bakıyordu. Yorgun olduğundan konuşamamış Jin'in, Namjoon'un onu tanıdığı iki günde en çok konuştuğu gün buydu.
"Hyung bak şimdi mutluluk o şehir dairelerinde değil." dediği cümle ile Jin'in yüzündeki sevimli gülümseme birden sönmüş yerini kahkülleri ile oynayan bir ele bırakmıştı.
"Doğru diyorsun. Değil. Ama buradada değil be Namjoonie. Buraya görevlendirildiğimi öğrendiğimde az kalsın nefessiz kalacaktım ki hatırlatırım geldikten yarım saat sonra donma tehlikesi geçirerek nefessiz kaldım." Sözcüklerin çıktığı sevimli dudaklarına baktı Namjoon kendisini tutamayarak.
(Y/N: Namu evin yanıyor koçum koş.)
ve içindeki gülme isteğini bastırmayı bırakıp bir kahkaha patlattı."Cidden karamizahı çok iyi yapıyorsun hyung." Namjoon'a göre bal küpünden çıkmış gibi olan yıldızlı gözleri ile ona bakıp konuşmaya başladı.
"Mühendislik fakültesi ne kadar zor haberin var mı senin! Dalga geçmeseydim bu zihni koruyamazdım Namjonie"
Namjoon ona taktılan ad ile duraksadı. İnsanlarla sürekli resmiyet içinde olan biriydi. Sadece iş için insanlarla konuşur nadiren resmi konuşma dışına çıkardı. Sadece Yoongi ona böyle seslenirdi. Namjoon'un aklına Yoongi gelmesiyle birlikte zihnini bir anksiyete bulutu sarmaya başladı. Sahi Yoongi hyung'u vardı.
"Ne diyeceğim ki ona ben. Ölmek üzere olan birini gördüm, eve aldım, doktora götürdüm, hala evimde kalmaya devam ediyor. Yok yok böyle söylersem av tüfeğini alır: "Canınında mı bir değeri yok gerizekalı" diyerek beni vurur." Zihninde kendi çalıp kendi oynarken ona duvardaki halıyı soran Jin'in varlığını unutuvermişti birden.
"Hey! Namjoon sen beni dinliyor musun?" Jin'in işaret parmağını alnında hisseden genç geri çekildi.
"Ah, evet hyung kusura bakma bazen dalıp gidiyorum." Namjoon, Jin'in yüzüne bakmak için doğrulduğunda yüzündeki gülümseme ile kalbinden vurulmuşa döndü genç. Bir insan nasıl bal küpünün tanımı olabilirdi?
Kıvırcık kahkülleri, büyük gözleri, dolgun dudakları ve pembe pembe yanakları... Jin, gözlerini Namjoon'un gözlerine dikmiş ona bakarken utanarak gülümsedi ve gözlerini kaçırdı. Bu sırada Nmajoon fırsattan istifade lafa girdi:
"Biliyor musun aslında sana yaşını sormasaydım maksimum 19 derdim." Jin şaşırarak Namjoon'a baktı ve "Tamam iltifatın için teşekkürler ama yalan söylemiyorum hyungunum ben senin" dedi bilmiş bir tavırla.
"Hyung yalan söylüyorsun demedim sadece biraz fazla zayıf değil misin?" Namjoon, bu konunun Jin için yaralayabilici bir konu olması ihtimaline rağmen bunu konuşma gereği hissetti. Çünkü Jin, Namjoon'un onu gördüğü günden bile daha küçük ve zayıf gözüküyordu. Namjoon, Jin'in ellerindeki parmakları azıcık sıksa yerinden kopacak gibilerdi.
"Herkes senin gibi kaslı olmak zorunda mı Namjoonie" dedi yine aynı sevimli ukala ses tonuyla. Namjoon ne aldığı iltifata dikkat etmişti ne de sıktığı ellerine. Sadece sustu. Çünkü o an aklına sadece büzülen dudaklarının ne kadar tatlı durduğu gelmişti.
"Yemek yemeği sevmiyorum. Zaman kaybı bence" dedi. Namjoon, hiseterik bir gülüş bırakarak "Sen ciddili mazoşistsin hyung. Ne demek yemek zaman kaybı bence günün en güzel tarafı yemek yemek."
Namjoon'a göre yemek yemek mükemmeldi. Eskiden annesinin yaptığı yemekleri yerken en küçük kardeşi Jungkook Jiminin boyu ile dalga geçer Jiminse onun sırtına atlar bitmeyen bir güreş başlatırdı. Babası sürekli annesi ile konuşurken tabakları doldurur annesiyse gününü anlatırken heyecandan sürekli bir şey düşürürdü. Ne zaman yemek yerken ya da yaparken sakarlık yapsa aklına o zamanları getirir gülümseyerek yerdi yemeğini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Just a Two Of Us // Namjin
FanfictionKarlı bir fırtınada arabanızdan inerseniz ne mi olur? Belki birinin kapısını çalıp o adama aşık olabilirsiniz?