3.bölüm - İlkler ve Sonlar

55 16 80
                                    

Herkese selamlar! Nasılsınız?

Yeni bölümü çok duygulanarak yazdım. İlk defa okuyanlar bu bölümlerin anlamını bilmeyecek ama kurguyu bitirdikten sonra tekrar okuyanlar çok iyi anlayacak, hatta benim gibi duygulanacaklar. 🥺

Bu bölüm çok özel bir bölüm. Umarım beğenerek okursunuz. Yorumlarınızı ve oylarınızı eksik etmeyin lütfen. İyi okumalar! 🤍

🕰️

"Seni sadece ben değil, seni sen olan her şey özledi."

Yaprak Saner

Acıyı ve yokluğu hissetmek bu hayatta ki en kötü duygulardan olabilirdi. Yokluk her anlamda acı veriyordu. İnsanlar açısından yoklukta olabilirsiniz, duygular açısından yoklukta olabilirsiniz, maddi açıdan yoklukta olabilirsiniz ama tüm bu yokluklar size acı verir. En berbat duyguları yaşatır. Ben her açıdan yoklukta bırakılmıştım. Duygularım açısından, insanlar açısından, maddi açıdan, her açıdan. Ben her açıdan yoklukta büyüyen bir çocuktum ve artık büyüdüm, yoklukta büyümeyi öğrenmiş o kız oldum.

Büyümüş olmak ne demekti bilmiyordum ama büyümüştüm işte. Bazıları için evlenecek yaşa gelecek kadar büyümüştüm. Bazıları için iş kuracak kadar büyümüştüm. Bazıları için anne olacak kadar büyümüştüm. Bazıları için ise büyümüştüm işte, yaşım artmıştı ve ben büyümüştüm. Ama gerçekte ben büyümüş müydüm?

Ailesi her kavga ettiğinde elleriyle kulaklarını kapatarak sessizce ağlayan, sevdiği insanların onu defalarca kez kırmasına rağmen onlara bir şey olduğunda saatlerce düşünmekten uyuyamayan, sevgi yokluğu ile yaşayan o kız büyümüş müydü? Ben gerçekten büyümüş müydüm? İnsan bu kadar yokluk içinde büyür müydü? Ben sanırım büyümüştüm. Ailem kavga ettiğinde sessizce ağlamak yerine artık sessizce kavgalarının bitmesini bekliyordum. Sevdiğim insanlar artık hayatımda değildi. Sevgi yokluğu ile sevgiyi öğrenmiştim. Ben gerçekten de büyümüştüm. Ya da buna 'büyümek' diyerek kendi küçüklüğümü kandırmaya çalışıyordum.

Şimdi ise karşımda Yusuf isimli birisi oturuyordu. Hayatımda onun sayesinde veya onun yüzünden neler olacaktı, neler değişecekti bilmiyordum ama kaybedecek bir şeyim yoktu. Ailemi, psikolojimi, kendimi bile kaybetmiştim. Kaybedecek neyim vardı? Ölmek kaybetmek miydi? Veya işkence çekmek? Ben bunlara alışıktım. İşkenceler benim dostum gibiydi, ölüm anlarına yaklaşmak ise aslında benim en korktuğum ama en çokta karşılaştığım anlardı.

Yusuf'un teklifini kabul etmiştim. İçimde bir umut vardı. İyileşeceğime dair bir umut belirmişti. Çok uçta, belki de hiç hissedilmeyecek kadardı ama ben hissetmiştim. O umudu görmüştüm, kalbimde hissetmiştim ve buna inanmak istemiştim. Teklifini kabul etmekten pişman olmadım. Bir saniye sonra, bir dakika sonra, beş dakika sonra bile. Hatta belki de on dakika geçmiş olmalıydı çünkü Yusuf dakikalardır karşımda ağlıyordu. Bu mutluluktan ağlamaya benziyordu. Sanırım. Teklifini kabul etmem onu çok fazla mutlu etmişti. O kadar mutlu etmişti ki bu kabul ediş, gözyaşlarını benim gibi birisi için mutluluktan akıtıyordu.

"Ağlama. Neden ağlıyorsun?" diye sordum sonunda sessizliği bozarak. Yusuf yüzüyle ellerini kapatmıştı. Kumral birisiydi. Kahverengi saçları alnına doğru dökülmüştü. Elleriyle yüzünü kapattığı için saçlarına rağmen biraz daha koyu kahverengi olan kaşları gözükmüyordu. Ellerini yüzünden çektiğinde önden kusursuz gibi gözüken ama yandan bakınca biraz kemeri olan burnu gözüktü. Yüzü pürüzsüz değildi ama pürüzlü gibi de değildi. Sivilcesi yoktu, bir kaç doğum lekesi vardı, bir kaç iz ve yeni çıkan ama kestiği sakal izleri. Dudakları inceydi. Dudakları kızların kıskanacağı derecede güzel bir renge sahipti. Gözlerinde ise bir kahverengi dünyası yatıyordu. Uzun kirpikleri ile kahverengi olduğunu bağıran gözleri o kadar uyumluydu ki, toprağı andırıyordu. Bir yazar demişti ki, 'Toprağı andıran gözler ölümü hatırlatır.' Yusuf'un gözlerine baktığımda toprağı ve ölümü görüyor gibiydim. Bu hiss çok garipti.

03:00Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin