efşa girlfriend material:
almina girlfriend material:
gelen tüm okuyucular, hoşgeldiniz. iyi okumalar dilerim.
bin dokuz yüz seksen dört yılında başlayan büyük bir kaos tüm dünyayı sarmıştı. bu kaos'un ismi angemon'du. angemon tüm insanların şeytan ya da melek özelliklerini almalarını sağlayan genetik bir virüs olarak yayılmıştı. ilk zamanlarda bu bir ucubelik olarak görülmüş ve şeytan ya da melek olarak doğan kişilerin gözyaşına bakmadan öldürülmüştü. ama garip bir şekilde dünyada hiç şeytan yada melek kalmamasına rağmen yeni doğan bebeklerde angemon görülebiliyordu. angemon'un çok yayılmasının ardından insanlar şeytan-melek ikilemi ile üçe ayrılmıştı; melekler, şeytanlar ve insanlar. bazılarına göre melekler ve şeytanlar iyi bir ikili oluştururdu, bazılarına göre onlar ancak düşman olabilirdi bazılarına göre ise bunun ırkla hiçbir alakası yoktu. iki binli yıllarda artık ırklar çok öznelleşmiş bir hal almış ve herkes tarafından normalleştirilmişti. artık kimse birini angemon'a sahip olduğu için yargılamıyordu, oluşabilecek tek sıkıntı bir ırkın fazla olduğu bölgelerde başka ırkların bulunması olurdu.
─ almina
yollar dönüp duruyordu. bir sağa bir sola doğru arabamız yol alırken içim kararıyordu. gözlerim arabamızın camından sokağın karmaşık labirentine bakarken kaybolmaya başlıyordu. sanki cehenneme gidiyormuşuz gibi.
babamı dikiz aynasından izlerken, içimdeki boşluğu daha da derinleştiren bir sessizlik vardı etrafta. normalde annem arabada bize yol üstünde aldığımız yemeği verirken veya babamı saçma sebepler nedeniyle azarlarken, bu sessizlik olmazdı. ailemin boşanmasıyla hayatımızın anlamı yok olmuş gibiydi.
şehirden uzaklaşırken, bir daha dönüp bakmak istemiştim trafik işaretlerine. bir daha karşıma çıkmayacaklardı çünkü. yeni hayatım, dağların ortasında bir hiçlik içinde olacaktı.
asfaltın son bulduğu yerde, camdan gördüğüm ağaçlar ve toprak alanlar, gözlerimi esir almıştı. yeni hayatıma ulaşmıştık. ne kadar estetik bir yer diyerek kucaklayabileceğim bir yere nefretle bakıyordum artık.
araba motoru durduğunda, kapıyı açıp dışarı çıkmadan önce beklemedim bile. tabi sakarlığımın tutmasıyla kanatlarımı çarpmayı da unutmamıştım. son birkaç ayda kanatlarımın bu kadar büyümesi böyle sakarlıklar yapmama neden oluyordu, sonuçta artık reşittim. olacaktı o kadar.
karşımda iki kişi için kocaman olan bir dağ evi duruyordu ve bu beni daha da sinirlendiriyordu. aynı bir aile eviydi ve ben artık aile evlerinden nefret ediyordum.
arabayı parkettikten sonra, zaman geçmeden, buranın yerlileri dediğimiz kalabalık bize doğru yaklaşıyordu. babam onlara yaklaşırken, ben evimize bakıyordum.
"hoşgeldiniz, şahin."
yaşlı bir adam gülümseyerek babama yaklaştı ve onun elini sıktı. babam da gülümseyerek selam verdi. gelenlerin neredeyse hepsi insandı, aralarında bizim gibi melek olan birkaç kişi dışında farklı kimseyi görememiştim. bizim gibi melek olan veya zıttımız olarak görülen şeytan kimse yoktu. kalabalığın arasından birkaç melek çocuk fark ettim ama onlara yaklaşmadım, arkadaş istemiyordum.
"almina eşyaları eve geçir. birazdan geleceğim ben."
başımı sallayarak arabaya doğru yanaştığımda konuşma sesleri yavaş yavaş azalarak yok olmuştu. arabanın bagajını açtığımda hemen yanımdaki ağacın ordan bir hışırtı duydum. kafamı oraya çevirdiğimde gözlerim bir çift gizemli mavi gözlerle buluştu.
şaşkınca gözlerin sahibine bakacağım sırada bir anda baktığım gözlerin kaybolmasıyla gözlerimi kırpıştırdım. ağaçların arasına birkaç saniye bakarak bu bir anda gördüğüm kişiyi gözlerimle arasam da aniden kaçmıştı.
bu kayıp gözlere iç çekerek iki valizi de eve doğru geçirmeye başlamıştım. o gözlerin sahibini merak etsem de sadece kendi köşeme çekilmek istiyordum. salona girdiğimde beni bir şömine karşıladı. bir dağa göre oldukça modern bir ev vardı, son model bir televizyon, bilgisayar gibi şeyler bulunuyordu evde.
dağda telefonların çektiğinden bile bihaberdim.
evin salonuyla mutfağı aynı amerikan filmlerinden çıkmış gibiydi. ilk katta bir paslı çalışma odasının bulunması dışında pekte kötü bir eve benzemiyordu. mutfağın köşe solunda bir tuvalet, tuvaletin hemen yanında merdivenler vardı.
merdivenin ulaştırdığı üst katta ise tipik odalar vardı: iki tane yatak odası ve bir banyo.
babam zaten önceden burayı kendi halletmiş olmalıydı çünkü oldukça temizdi ev. kıyafetlerimizi yerleştirmeyi bitirince artık yaşayacağım eve bir göz gezdirmeye başladım.
liseyi bitirdiğim için özgür olacağımı sanarken babamın gideceğim akademinin yakınına yerleşeceğini söylediği an gerçekten sinir etmişti beni. ben ailemden nefret etmiyordum ama her şeyime karışmaları ve her şey çok barizken iyi aile rolü yapmaları çok zoruma gidiyordu.
bu ev hala anılarla doluydu. annem ve babamı beraber görebildiğim nadir anları saklıyordu bu ev. beraber dans ettiğimiz ve yemek yaptığımız, kısaca aile olabildiğimiz birkaç anım doluydu bu ev. keşke bu anılar evimizi doldurup taşırsa diyordum ama hiç mümkün değildi çünkü ebeveynlerim birbirlerinden nefret ediyordu.
kendi kendime düşünürken dış koyu mavi kapının tıklatılmasıyla üst kattan aşağıya baktım. merdivenlere yönelerek aşağıya adımımı attığımda kapıyı bir hışımla açtım. karşımda kahverengi saçları ensesine kadar uzayan, sipsivri siyah boynuzlu biri çıkmıştı. kirli duran kıyafetlerinin dışında dikkat çeken şey masmavi gözleriydi.
buluştuğum bu mavi gözler bir şeytana aitti. oturacağım kasabada bir şeytan mı yaşıyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
vahşi şeytan # gxg
Romanceailesinin boşanması üzerine şehirden uzak bir yere, dağa taşınan melek ırklı almina, herkes tarafından vahşi denilen şeytan ırklı efşa ile tanışır. ・düzyazı & texting