50 8 11
                                    

Aynı saat, aynı kilise, farklı kişiler.

Ben Hwang Hyunjin ve bugün, bana ilk günahımı işleten çocukla tanıştığım gündeyiz.
__________

Aynı saat, aynı kilise, farklı kişiler.

Ben Lee Minho ve bugün, bana tanrıya dua ettiren çocukla tanıştığım gündeyiz.
__________

Güneşin doğmasına tam tamına 3 saat var ve ben yine aynı kiliseye doğru gidiyorum. Oraya kilise demek pek doğru gelmiyor aslında, kullanılmayan bir yolun kenarında kaderine terk edilmiş bir bina gibi daha çok.

Benden başka insanlar da geliyor mu bilmiyorum ama burası artık benim kilisem. Hemen her gün aynı saatte bu kiliseye gelir, 3 saate yakın dua eder ve günün ilk kilise çanıyla evimin yolunu tutarım.

Fakat bugün kilise yolundayken merdivenlerin orada bir silüet gördüm. Biraz daha yaklaştığımda onun bir insan silüeti olduğunu ve merdivenlerde oturduğunu gördüm.

Benden başka kimsenin gelmediği hatta belki varlığını dahi bilmediği bu kiliseye halen gelip dua eden insanların olduğunu bilmek güzel hissettirmişti.

Yavaşça adamın yanına adımladım, dua edecek biri gibi değildi, pek konuşkan bir tipe de benzemiyordu ama yine de şansımı denedim.

"Afedersiniz, burada ne arıyorsunuz acaba?"

Adam ağır ağır kafasını çevirdi ve yüzüme baktı. Gözleri bayık bakıyordu ama içmiş mi yoksa sadece yorgun mu anlayamıyordum.

"Bu seni ilgilendirmez, duanı et ve git."

"Tanrım sadece merak etmiştim."
diye mırıldandım ama duymuş olacak ki cevap vermek için dudaklarını araladı.

"Kaba olduğumu mu düşünüyorsun?"

Başta dürüst olup olmamak arasında kararsız kalmıştım ama yalan günahtı ve ben günahkar biri değildim.

"Evet."

Cevabımı duyduktan sonra yavaşça kafa salladı ve kafasını önüne eğdi. Anlık gelen cesaretle sordum;

"Yanına oturabilir miyim?"

Bir süre hiç tepki vermedi, tam kiliseye girecekken oturduğu yerde yana kaydı. Kilise kapısından geri döndüm ve yanına oturdum. Neden yanına oturmak istediğimi bilmiyordum ama oturmuştum işte.

"Seni burada ilk defa görüyorum, daha önce bu kiliseye geldiğin olmuş muydu?"

"Evet, neredeyse her gün."

Her gün mü!? nasıl olur? onu daha önce buralarda görmediğime yemin edebilirim. Bu şaşkınlığıma gülümsedi ve kafamdaki soru işaretlerinden bir kaçını silecek cevabı verdi.

"Dediğim gibi neredeyse her gün bu kiliseye geliyorum, beni görememe sebebin kilisenin arka duvarına sırtımı yaslayarak orada oturuyor olmam. Senin aksine ben senin her gün geldiğini görüyor ve ettiğin duaları duyuyorum."

Ne demişti o? ettiğim duaları duyuyor muymuş? utancımdan kafamı önüme eğdim ve mırıldandım;

"Anladım."

Bir süre hiç konuşmadan oturduk ve o bu durumdan rahatsız olmuş olacak ki tekrar konuşmaya başladı.

"Ettiğin dualar hiçbir yere ulaşmıyor biliyorsun değil mi?"

Ne saçmalıyor bu böyle?

"Ne demek hiçbir yere ulaşmıyor, dualar tanrı'ya gidiyor ve tanrı da dualara gerektiği şekilde karşılık veriyor."

Karşılığında bir cevap vermedi, sadece dudağının kenarı yuvarı kıvrıldı ve kilise tekrar büyük bir sessizliğe gömüldü. Verdiği cevap kafamı karıştırmıştı.

Tanrı gerçekten vardı ve dualarımızı duyuyordu, değil mi? Yani en azından bana öyle öğretilmişti. Sanki aklım geçenleri okumuş gibi bir anda cevap verdi.

"Tanrı masallardan ibaret Hwang, aç gözünü ve artık dua adı altında aptal bir taşa yalvarmaktan vazgeç."

İsmimi nereden biliyordu?
Ve tekrar aynısı oldu, aklımdan geçenlere cevap verdi.

"Kiliseye girerken sürekli ismini söylüyorsun zaten" sonra bana döndü ve gülümsedi. "Sana seni duyduğumu söylemiştim."

"Bunu nasıl yapıyorsun?"

"Neyi nasıl yapıyorum?"
hala gülümsüyordu.

"Nasıl aklımdan geçenlere cevap verebiliyorsun?"

"Basitsin ayrıca aptalsın Hwang, hem de bir taşa yalvaracak kadar aptal."

"Ben bir taşa yalvarmıyorum! Tanrıya dua ediyorum!"
Sinirlenmiştim, hemde fazlasıyla. Resmen tanrı'yla alay ediyordu.

"Aptal olmakta ısırarcısın demek, güzel. Ben gidiyorum sana kolay gelsin, "tanrın" duana karşılık verdiğinde söylersin."

Cümlesini bitirdikten sonra ayağa kalktı ve yürümeye başladı. Kahkaha sesi ise arkasından boş yolda yankılandı. Odağımı sırtı bana dönük yürüyen adama verdiğimde aceleyle seslendim.

"Hala ismini bilmiyorum!"

Yürüyen beden birden durdu, asırlar gibi geçen uzun bir süreden sonra soruma cevap verdi.

"Minho, ismim Lee Minho."

Cevap verdikten sonra tekrar yürümeye devam etti, bir süre onun gidişini izledikten sonra saate baktım. Çanın çalmasına 5 dakikadan az vardı, hızlı bir kararla kiliseye girdim ve İsa heykelinin önünde diz çöktüm.

"Tanrım, lütfen Minhoyla tekrar karşılaşmamızı sağla."

Kilise Çanları || HyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin