2: Days.

43 6 50
                                    

Birlikte 46. günümüz.

"Devletin koruma kamplarına gittin mi hiç?" dedi ben zifiri karanlıkta önümü görmek için elimdeki el fenerini yerden doğru önümüze tutarken. Bahsettiği kamplar bir hafta bile dayanmamıştı zaten, daha insanların galip geleceğine ve her şeyin eskisine döneceğine dair umutları olduğu için farklı şeylere ihtimal veriyordu. "Gitmiş gibi mi görünüyorum?" Ona bakmadan konuştum, gözlerimin önümdeki karanlığa alışması için boşluğa bakıyordum. Dışarıda yağacak olduğu belli olan yağmur için bir alışveriş merkezine girmiştik. En azından yağmurluk ve şemsiye bulabilirsek yağmur çok şiddetlenmeden daha fazla yol kat edebilirdik. Çok zaman kaybediyormuşuz gibi hissediyordum, adaya geçmek için tekneye ya da küçük bir bota da ihtiyacımız olacaktı ama biz gidene kadar başka hayatta kalanlar hepsini alır gibi endişelerim vardı. Jisung'a sorarsak sadece "pıtı pıtı" yürüyerek bir haftada oraya varıp "vın vın" tekneyle adaya gidip insanlar bunu düzeltene kadar orada çok güvende olacaktık. Gerçekler tabii ki de acımasızdı, ona tam olarak böyle söylemesem de en az 1 ay yollarda sürünecektik ve açlıktan, susuzluktan, yorgunluktan ya da endişe etmekten yorulmaya başladığım yaratıklardan birçok kez ölümle burun buruna gelecektik.

"Ben gittim." dedi, ayağımın önüne gelen cam kırıklarını kenara ittirdim. "Öyle mi?" Ne dediğini pek dikkate almadım. Tam arkamdan sadece bastığım yerlere basarak ilerliyordu, elinde kullanmaya kalksa kendini yaralamaktan öteye gidemeyeceği bir av bıçağı vardı. Tek odağım güvende olan bedeninin varlığı ve benim bedenimin de güvende olmaya devam ederek buralardan çıkabilecek herhangi bir şeyle zarar görmemesiydi. "İlk gün korumalarım götürdüler." Ağzımdan şaşırmadığımı gösteren bir tıslama bıraktım. Tabii ki devlet ilk iş olarak normal halkını korumak yerine ünlü rockstar Han Jisung'u el üstünde tutmuştu, olayın ciddiyetini sokaklarda küçük çocuklar, kadınlar, gençler ve kendini feda eden bir sürü asker ölene kadar kimse anlamamıştı. "Nasıl hâlâ yaşıyorsun gerçekten şaşıyorum." dedim düşük ses volümümle. Olduğum yerde durup ışığı mağazaları görecek kadar hızlı yukarı tuttum, illa ki giyim mağazalarında vardır diye düşünerek Jisung'un arkamdan geleceğini bildiğim için bir şey söylemeden en yakınımızdakine yürüdüm. "Unuttun mu? Burada olmam gerekiyormuş."

Kısa süreliğine dönüp ona bakmamı sağladı bu dediği şey ama yüzünü göremedim. Sadece siluetini gördüm. Önüme dönüp el fenerini etrafa tuttum, yağmurluk tarzı bir şeyler aradım. Yağmur altında kaldıktan sonra bizi yatak döşek hasta etmeyecek bir şey de olurdu, hareketlerimizi kısıtlamaması için mont giyemezdik ama kaban belki olabilirdi. Her şey çok hızlı başladığı için insanların kıyafet dükkanlarıyla pek işi yoktu o yüzden etrafta yerde olan çok şey yoktu, askılarda  ya da katlanmış halde tozlu duruyorlardı. "Buldum!" Panikle arkama dönüp elimi ağzının üstüne kapattım. Çok ses çıkarmıştı, bazen ağzı yerine bir fermuar olmasını bile diliyordum. Gözleri ne yaptığını fark eder gibi sonradan büyüdü ve ona kaşlarım çatık bakarken "Bir daha yapmayacağım." der gibi kafasını salladı. Elimi ağzından çekip elinde tuttuğu naylon yağmurluğa baktım. Aslında tam aradığımız şeydi ama kalıbımı basarım ki Jisung bununla donacaktı o yağmur havasında. "İki tane üst üste giy."

"Neden iki tane?" diye sordu ikimiz de çantalarımızı ayaklarımızın dibine koyarken. "Hasta olma diye." dedim çok uzatmadan. Üstüne bir şey söylemedi, buraya girdiğimizden beri yüzüne ne kadar çok baktığımı fark etmiştim. Mimiklerini görmeden ne dediğimi bilmiyordum, karanlıktan bir an önce çıkmak istiyordum. Dışarıda yüzünü görebileceğim bir ay ışığı vardı. Elime uzanıp  bileğimden tuttu, elimdeki feneri yağmurluklara doğrulttu ve tek elindeki bıçağı geri kemerine yerine koyup yağmurlukları deşmeye başladı. Sesimi yükseltemediğim için fısıldamaya çalışıyordum ama biraz agresif bir fısıldamaydı. "Ne bok yediğini sorabilir miyim?" Tek tek hepsini kenara itip diğerlerine bakıyordu. "Renk seçiyorum." dedi en alttan bulduğu iki tane siyahı seçerken. "Başıma gelen en büyük şakasın." Ben de elime gelen bir taneyi geçirdim üstüme. Pembe denk gelmese iyiydi de daha fazla uğraşamazdım. "Sen de giy iki tane." dedi ben sırt çantamı takarken. "Gerek yok, ben kolay kolay üşümem."

Destiny | MinsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin