V

95 11 0
                                    

Arabayı şirketin otoparkına parkettikten sonra, aceleci olmayan bir şekilde şirkete yürümeye başladım. Aklımda yapacağım sunumdan başka hiçbir şey yoktu. Açıkçası, zihnim ilk defa bu kadar durgundu. Aynı anda binlerce düşünceyle uğraşmıyordum. Rahat ve sakin bir şekilde güne başlayamasam da, en azından bugün düne oranla daha iyi bitecekti. Yani, en azından öyle umuyordum.

Derince birkaç nefes alıp verdim. Dünü düşünmek bile tüylerimi diken diken etmeye yetiyordu. Tuvalette dakikalarca ağladıktan sonra, toparlanıp aşağıya; yemeğe inmiştim. Kimsenin ağzını bıçak bile açmamıştı. Ortalık çok gerginleşmişti. İyi ki, bu durum o kadar uzun sürmemişti. Katlanılabilecek bir ortam değildi şahsen. Hele ki Eunwoo ile Taehyung'un konuşmasından sonra, tüm yemek boyunca olanları düşünmüştüm. Gerçekten açıkça benden hoşlandığını arkadaşlarına itiraf etmişti. En kötüsü, ona öyle bir umut vermiştim ki; Jungkook'u unuttuğumu, sevmediğimi falan düşünmeye başlamıştı. En az Eunwoo kadar onu unutmayı istesemde, gerçek şu ki, ben Jungkook'u asla unutamayacaktım, sevmeyi bırakamayacaktım. Ancak yine de bir şekilde, hayatıma devam edebiliyordum. En azından deniyordum.

"Günaydın, Lalisa." Turnikelere kartımı okuturken, karşımdan gelen sesin sahibine çıkardım bakışlarımı. "Ah, günaydın Miyeon. Nasılsın?" Turnikeden geçip, bir adımda yanına gelmiştim. Birlikte yürümeye başladığımız sırada, gülümseyerek beni süzdü. "Ben iyiyim, iyiyim de... Sen biraz gerginsin sanki?" Evet, hem de hiç olmadığım kadar. "Biliyorsun ya, yeni yatırımcı işi, sunum falan. Kafam iyice dağıldı ve hâliyle biraz gerginim." Anladığını belli edercesine kafasını salladı. Aklıma gelen şeyle durdum. "Miyeon, sen şu yeni yatırımcı hakkında bir şey biliyor musun?" Miyeon dudaklarını büzerek omuz silkti. "Hayır. Adam FBI ajanı gibi takılıyor. Tek bildiğim Kore uyruklu olduğu. Kim olduğunu Bay Lee biliyor. O da, adam gelinceye kadar söylemez. Yani..." Kolunda duran akıllı saatine baktı. "Tam bir buçuk saat sonra, hep birlikte göreceğiz." Hoşnut olmadığımı belli ederek önüme döndüm. Sunum yapacağım adamı bile bilmiyordum. Üstelik bu tarz tipler genelde müşkülpesenttirler. Bu da iki katı çalışma demektir bir bakıma.

"Miyeon, sen git, ben Bay Lee'ye uğrayıp geleceğim." Kafasını salladı. "Tamam, görüşürüz."

"Görüşürüz."

Hızlıca Bay Lee'nin odasının bulunduğu kata çıkan merdivenlere yöneldim. Merdivenleri üçer beşer çıkıyordum. Hâliyle oldukça dikkat çekmiştim. Stajyerler, çalışanlar, personeller... Hepsi topuklu ayakkabıyla dağ keçisi gibi merdiven tırmanan kadına tuhaf bakışlar atıyordu. Yani bana.

Açıkçası, umurumda bile değildi. Şu an tek derdim şu yatırımcının kim olduğunu öğrenmekti. Zaten günlerdir uğraşmıştım. Daha fazla Amerika'da ki şirketler için bina tasarımları ile ilgili bir şeyler görmek istemiyordum.

Derin soluklar vererek son basamağa bastım. Boğazım kurumuştu, kuru bir öksürük gelmişti. Çokta umrumda değildi. Öyle ki, Bay Lee'nin odasının önüne de hızlı hızlı gelmiştim. Üç kez kapıyı tıktıkladım. Bay Lee'nin gel demesine bile kalmadan kapı koluna uzanmıştım, ama açmamıştım. Belki fazla aceleci davranıyorumdur, belki de abartıyorumdur, gelir gelmez niye adamla konuşayım ki, diye geçirdim içimden.

Boş versene.

Kapıyı bir hışımla açtıktan sonra, içeriye bir göz attım. Bay Lee keyifli bir şekilde telefonuyla konuşuyordu. Konuşmasını bitirmesini bekledim. Beklerken de kulak misafiri olduğum birkaç konuşma vardı.

"Ah, ne demek, ne demek! Siz gelinceye kadar her şeyi eksiksiz hazırlatacağım."

"..."

"Tabii efendim, tabii. Sunumu bizzat kendisi yapacak. Hiç merak etmeyin." Bana gülerek bakıyordu bunu söylerken. Yani benden mi bahsediyorlardı? O zaman konuştuğu kişi de, gelecek yatırımcıydı. O zaman yatırımcı sunumu benim yapmamı mı istiyordu? Bunun cevabını sonra alacaktım.

"..."

"Size de iyi günler." Telefonu kapattığı gibi, normalde görmenizin mümkün olmadığı gülümsemesiyle bana baktı. Boğazımı temizleyip içeriye girdim. Ardımdan kapıyı da kapattım. Masanın yanında ayakta durdum. Şaşkınlığımı ikiye katlayan ise, eliyle önümde ki koltuğu işaret etmesiydi. Bu kadar kibarlık, Bay Lee için biraz fazlaydı sanki.

"Evet, Lisa. Ne için gelmiştin?" Kaşlarım iyiden iyiye havalanmıştı. Tuhaf bakışlarımı odanın her bir yanına göndersemde, burada olmamın bir amacı olduğunu hatırlamam uzun sürmedi.

"Ben, şey diyecektim Bay Lee... Tabii ki sizin içinde uygunsa, yatırımcıyla ilgili birkaç bilgi alabilir miyim? Yani, sunumlarım için." Anladım dercesine başını salladı. Eline aldığı bir anahtarla, ahşap masanın dolaplarından birini açtı. Siyah kapaklı bir dosyayı, eliyle gün yüzüne çıkarmıştı. "Bak, Lisa." Bakışlarım siyah kapaklı dosyadan, Bay Lee'nin suratına çıktı. "Bu dosyayı sırf Bay Brown, sunumda özellikle seni istediği için veriyorum." Bay Brown mu? Bu adam Kore uyruklu değil miydi? Yani, Miyeon öyle söylemişti. "Bu sunumu elinden gelen en iyi şekilde atlat Lisa. Bu iş çok önemli."Bay Lee beni sıkı sıkıya tembihledikten sonra dosyayı uzattı. Onu ferah tutacak bir şeyler söyleyerek, dosyayı aldım. Bu sefer ağır adımlarla ilerliyordum. Bir yandan da dosyayı incelemeye başlamıştım.

"Ad yok, soyadı Brown, Kore uyruklu, üç yıldır Amerika'da yaşıyor..." Kendi kendime bilgileri gözden geçirirken, aniden durdum. "Üç yıldır Amerika'da mı yaşıyor?" Böyle olmayacaktı. Bu dosyayı derhâl ayrıntılı şekilde inceleyecektim. Bir anda arkamı dönmemle, birine çarpmam bir oldu.

"Pardon, çok pardon." Elimdeki dosyayla ilgilenirken, gelen İngilizce konuşan kadın sesiyle kafamı kaldırdım. Kafamı kaldırmamla gördüğüm yüz, beni renkten renge soktu. Bu kadın, o kadındı. Fotoğraftakilerden çok daha güzeldi diyebilirim, ancak şirkette ne arıyordu? Üstelik, üstünde ki gece kulübünden çıkıp gelmiş gibi duran elbisesiyle. Çatık kaşlarım ve sorgular bakışlarıma karşı güldü. "Ah, siz..."

Şu an ne olduğunu çözemiyordum. Karşımda ki kadın başta ki sevecenliğini kaybetmiş, sinsi bir gülüşe bürünmüştü. Ayrıca, arkadan gelen bir düzine kişi vardı. Akıllı saatime baktığım zaman, Amerikan yatırımcının gelmesine yarım saatten az kalmış olduğunu gördüm. Tanrım, daha dosyayı bile doğru düzgün inceleyememiştim ki.

"Beni tanımadınız mı yoksa?" Üstümden şaşkınlığımı birazcıkta olsa atabildiğimde, bakışlarımı arkadaki adamlardan çekip, karşımda ki kadınla buluşturdum. Yapmacık bir şekilde gülümsedim. "Tanımam gereken biri miydiniz?" Alayla sırıttı. "Evet. Tanıman gereken biriyim. Ayrıca beni gördüğünüzde yüzünüzde ki ifadeye bakılırsa, beni tanıyorsunuzda." Bu ne küstahlık? Evet, tanıyordum. Ancak onu hatırlamam, onu önemli biri yapardı. "Ah, siz şaşkınlığımın sebebini bu mu sandınız? Çok, çok özür dilerim. Ben sizin bu kıyafetinize şaşırmıştım." Sadece bedenine güvenen insanların temelsiz özgüvenlerini yıkmak, tarifsiz bir duyguydu. Yüzünde ki afallamış ifade kadar bana zevk veren bir şey yoktu. "Sohbetiniz çok tatlı, ancak gitmem gerek. Malum Bay Brown, bizzat sunumu benden istemiş." Nokta atışını da yaptıktan sonra oradan uzaklaştım. Kendi odama şu dosyayı bırakıp, toplantı odasına gidecektim. Dosyayı bugün inceleyemeyecektim, sonraki günlere bırakmıştım.

Asansör dolu olduğu için yine merdivenlerden çıkmak zorunda kalmıştım. Neyse ki, odam hemen sonraki kattaydı.

Bu sefer üçer beşer değilde, sakince basamak basamak çıkmıştım. Son basamağa bastıktan sonra, sola doğru baktım. Odam direkt olarak karşımdaydı. Yine ağır adımlarla, yavaş yavaş gidiyordum. Kapıyı açıp, içeri geçtim. Siyah dosyayı masaya gelişigüzel attım. Masada duran su şişesini alıp odadan çıktım. Koridorda asansörü yoklamaya karar verdim. Toplantı odasına, -yani Bay Lee'nin ayarladığı, cam tavanlı odaya- on kat daha çıkamayacaktım. Asansör gelmediyse de, bekleyecektim.

Asansör tam olduğum katta durmuştu. Telefon görüşmesi yapan birkaç kişi çıkınca, içeri ben girdim. Kat 30'a basıp elimde ki suyu ağzıma götürdüm. Kapı kapanacakken son anda araya giren, dövmeli ve garip bir şekilde tanıdık ellere baktım. Ardından da gelen kişiye. Tanrım, o buradaydı.

***

Evet, bu bölümün de sonuna geldik.
Devamının gelmesini istiyorsanız, oy vermeyi unutmayın..





lost on you, lisggukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin