GİRİŞ
Andrej Jovanović
Güneş batmak üzereydi. Ufuktan aşağı doğru süzülen güneş, yukarı kısımdaki göğe doğru sanki bir boya fırçasından saçılmış gibi gökyüzünü; mavi, kırmızı ve mor renklerle boyamıştı. Sanki güneş, kendi ışınlarıyla birleşen gökyüzünde ahenkli bir renk cümbüşü oluşturmuş, aşağıdaki izleyenlere kendi sanatının ne kadar kudretli olduğunu gösteriyordu.
Ufuk o kadar göz alıcıydı ki Andrej arabasının yolcu kapısındaki camdan oluşan görüntüye hayranlıkla baktı. Kendi memleketinde de böyle gün batımları vardı ama nedendir bilinmez di ki doğuya doğru gidildikçe sanki güneşin batışı da doğuşuda insanı daha da bir etkiliyor ve daha göz alıcı bir hale geliyordu. Belki de bu ona daha da yaklaşıldığından dolayıdır?
Işık kümesinin hemen altında, heybetli sıradağlarının hemen dibinde ve şu anki bulunduğu Topçu Gölü'nün dalgalı suyunun üzerinden yansıyan mavi, turuncu, kırmızı ve mor renklerinin ışıkları onu büyülemişti. Ayrıca bulutlarında bölük pörçük dizilmiş olması ve bu rengarenk ışık kümesinin etrafında durması görüntüyü sanki usta bir ressamın elinden çıkmış bir doğa resmine benzetmişti.
Andrej arabanın yolcu kapısındaki camdan kafasını dışarı çıkardı ve gözleri Ay'ı aradı. Biraz miyoptan bozulan gözlerini kısarak baktı onu güneşin tam karşısındaki çizgide buldu. İkisinin birleştiği noktaya baktı ve tekrardan büyülendi. Bir taraf kapkara, diğer taraf renk cümbüşüydü. İyilik ve kötülük tarafları daha da belirginleşmişti sanki.
Andrej bu görüntüyü sevmişti.
Beş duyu organını kullanarak doğanın kucağına bıraktı kendini. Gözlerini kapattı ve burnuna dışarıdan gelen kokuları çekti. Toprak, yeşillik ve su kokusu vardı etrafta. Doğa kokuyordu her taraf. Hafif esen rüzgardan dolayı da gür kavak ağaçlarının yemyeşil daha pamuklanmamış yapraklarından gelen sesi de dinledi. Hışır hışır ruha panzehir üfleyen bir sesi vardı.
İşte buydu. İnsan doğada beş duyu organından sadece üçünü kullansa bile içi rahatlıyordu, gözünde büyüyen dertleri küçülüp ayağının altındaki toprakta gömülüyordu sanki.
Ruhu huzurla doldu.
Ama Andrej'in bu huzurun yanında yapması gereken işleri de vardı.
Arabasının dikiz aynasından buz mavisi gözlerinin içine baktı. Sonra koltuğa, bacaklarının arasına koyduğu Beretta markalı yarı otomatik 9mm silahını çıkardı. Şarjörünü kontrol etti. Saydı. On üç mermi.
Sağ eli silahı kabzasından tutarken, sol eliyle soğuk metali okşadı. O metal soğukluk, yaşam ve ölüm arasındaki sınırı belirliyordu. Andrej de bu duyguyu seviyordu çünkü o metal onda olduğu sürece ölüm de onun elindeydi, yaşam da. O sanki kutsal bir varlıktı. Elindeki metal parçasıyla, nefes alan herhangi bir canlıya nişan alsa kaderlerini sadece Andrej belirliyordu.
Bu duygu da onu çok mutlu ediyordu.
Yeni ısmarladığı açık gri ceketinin sol iç cebinden, ucuzlukçudan aldığı kar maskesini çıkardı. İnce pamuklu bir kumaşı olduğu için cebinde hemencecik sığmıştı.
Hava daha da kararmıştı ve karanlığın iyice bastırmasını bekliyordu. Çünkü birazdan onun yapacaklarını kimseni görmesini istemiyordu.
O küçükken babası her zaman ona, Karanlık çöktüğü zaman kötülük ortaya çıkar demişti. O da bu sözü acı yollardan çok iyi tecrübe etmişti. Çünkü karanlık örtü iyilikleri kapatıyordu. Yapılan kötülüklerde aynı renkte olduğu için acıyı, çığlığı; ete saplanan metal parçasını, kemiğe giren kurşun tanesini örtüyordu. Ne kimseler duyuyordu ne de görüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUZ GİBİ SOĞUK BAKIŞLAR
Mystery / ThrillerBir gün Alp'in resim kursuna bir savcı koruması gelir ve onun yardımına ihtiyacı olduğunu söyler. Alp nedenini sorar. Bulunduğu ilin savcısının oğlunun kaybolduğunu öğrenir. Adam ondan yardım istemektedir. Alp bu teklife çok da sıcak bakmaz çünkü ke...