Bomboş, karanlık bir sokakta yürüyordum. Elimde boş bir vodka şişesi, nereye gittiğimi dahi bilmeden yürüyordum. Adımlarımı boşluğa atıyor, her bir adımda batıyordum sanki karanlığa.
Gecenin sessizliğinde, ayyaş ayyaş geziyordum. Ben yürürken paltomun cebinde birbirne çarpan birkaç ruble de bana eşlik ediyordu bu amansız yanlızlığıma. Meydanda aylak aylak yürürken, kanlanmış gözlerimle çevremede bakıyordum.
Sabah insan kaynayan bu meydan şimdi sadece loş ışıklarıyla yolu aydınlatan sokak lambaları ile beraberdi.
Çevreye bakınmaya devam ettim. Bir çeşme, taşları yamulup aşınmış yollar ve güzel bir bina. Ama güzelliği takdire şaayan. Kapısının üzerinde olan, karanlıkta zarzor görebildiğim, taş oymaları var.
Buraya bakarken "Kesin burada yarbaylar oturuyordur" diye düşünüyorum. Binanın her katını tek tek inceliyorum. Çatısı özellikle dikkatimi çekiyor. Hiç su sızdırmazmış gibi duran, özenle dizilmiş kırmızı kiremitili bir çatı. Rusya soğuk memleket sonuçta. Binaya bakmaya devam ediyorum.
Sonra beynimde bir çalkalanma oluyor. Olduğum yerde kaskatı kesiliyorum. Soğuk meltem yüzüme çarpıyor, titriyorum rüzgarda sallanan bir sonbahar yaprağı gibi.
Kıpkırmızı kanı pompalayam kalbim duruyor sanki. Gözlerim yanıyor, dilim dönmüyor. Boş boş bakıyorum binaya. Soğuk bir ceset gibiyim, ruhu kendisini terk etmiş bir bedenden farksız.
Binanın tam 3. Katında takılıyor gözlerim. Sadece gözlerim değil, kalbim, hatta beynim bile oraya kilitleniyor sadece.
Ben mi? Yitirmedim henüz aklımı, lakin bu şehir bazen boğuyor beni. Birden gözlerimde yaşlar hissettim. Ellerimle yüzümü gizlemeye çalıştım. Bok gibi hissettirdi. Alıştım mı yokluğuna? Vaz mı geçtim varlığından? Oysa ne de güzel bir gülüşün vardı... Sanki boğuluyordum ağzından çıkan her bir hecede.
Bir süre binaya bakmaya devam ettim. Gözlerimde yaşlarla, kalbimde bir ukteIle. Sonrasında sildim göz yaşlarımı, çap adımlarla yürümeye devam ettim.
Evime gelince, tabii farelerin bile yaşamak istemeyeceği bu dört duvara ev denirse, oturdum yatağımın üstüne. Tam "İşte oldu, unuttum bu sefer." Diyordum ki, adımlarım yine beni senin yanına sürüklüyordu. Umutsuzdum, kendime yalanlar söylüyordum. Oynuyordum aklımla. Hani ölmüş gibi, hani elini uzatsada elini tutamayacağını bilmek gibi, her an kapıdan içeri gülümseyerek gireceğini bekleyip, ama aslında hiç gelmeyeceğini bilmek gibi.
Paranoyak olmuştum sayende. Bu birde benim amansız melankolim ile bir araya gelince, iyice yitiriyordum aklımı. Umutsuzca yatağımın altına uzattım ellerimi. Bir tomar, hasır, ince bir ip ile bağlanmış mektup çıkardım yatağın altından. Buruşmuş, artık neredeyse kahverengi olmaya yüz tutmuşlardı. Bazıları küflenmişti hatta.
Çözdüm hasır ipin düğümünü ve baktım bazı mektuplara, senin özenli el yazına, sevgi dolu sözlerine, tümcelerine. Ama ne gariptirki, boş geliyordu artık kulağa bu cümleler. Kuru laftan ibaret yalanlardı. En çokta bu yakıyordu canımı, en çok bu acıtıyordu yaralı ruhumu.
Mektuplara bakarken bir de fotoğraf çıktı arasından, gülümsediğin, harika bir açıdan çekilmiş harika bir fotoğraf. Gözlerine bakıyorum hemen. Gözlerin, güneşte parlıyorlardı ve o gözler ile bakmıştın bana. Kaybolmuştum. Bana deseydi ki
"Kolya, bizim bu dünyada buluşmamız imakansız, ölmemiz gerek."
Canımı verirdim, ölürdüm onun için. Onu yanımda istediğim kadar canımı bedenimde istememiştim. Ben onu anlıyordum, onu sevdiğim için anlayacak bir sebep buluyordum. O da öyle yapar sanmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Only in Dreams
Fanfiction"Ben mi? Yitirmedim henüz aklımı, lakin bu şehir bazen boğuyor beni. Birden gözlerimde yaşlar hissettim. Ellerimle yüzümü gizlemeye çalıştım. Bok gibi hissettirdi. Alıştım mı yokluğuna? Vaz mı geçtim varlığından?"