Flashback,
"Taehyung! Bunu yapmak zorundasın! İddiaya giren büyükannen değil tamam mı!?"
Bıkkın bir şekilde soluklandım. Ortada lanet olası bir iddia vardı. Ben eğer 2 gün boyunca okulda gizlice kalırsam arkadaşlarımdan 500.000 won alacaktım. Ancak koridorda biraz fazla ses yapmış olmalıydım ki revire herhangi bir nedenden dolayı biraz daha kalan hemşire beni duydu. Saklanmaya çalışmıştım aslında ama başarısız olmuştum. Kocaman okulda nasıl böyle oldu bende anlamadım. Ama hain arkadaşlarım beni yakalatmak için yapmıştı tüm bunları.
Sonuca gelecek olursak, haliyle ben kaybetmiştim. Ve cezası cin çağırmaktı. Bunları yapmak ben dahil diğer arkadaşlarım içinde bir ilkti. Normal olarak herkes gerginleşmişti. Onlara, "Bana hainlik yapmasaydınız sizde zor durumda kalmayacaktınız bende!" dedim.
Ani bir sinirle onlar bağırdım. Gerçektende insanı zor durumda bırakmakta üstlerine yoktu! Oujia tahtasını masaya bıraktıktan sonra herkes burada mı diye kontrol ettim. Herkes buradaydı. Başlayabilirim. Bu konu hakkında profesyonelce konuşsam da hakkında bir çok bilmiyordum. Parmaklarımızı küçük tahtanın üzerine koyduğumuz da konuşmaya başladım.
"Ey cin! Nabe-" ensemde bir şaplak hissettim. Hemen yanıma döndüm. "Ne vuruyorsun lan top kafalı! Şurda cin çağırmaya çalışıyorum!"
"Salak mısın lan!? Ciddi ol azıcık! Bir de eğer bana top kafalı dersen ebene uçarım bak!" Bana vurmayı bırak, temastan dahi hoşlanmıyordum. Bunun bir nedeni yoktu. Sevmiyordum işte. Her neyse, işin ciddiyetini kavradıktan sonra konuşmaya başlamıştım.
İlk denemem başarısız olmuştu.
İkinci denememde.
Üçüncüsünde de.
Artık dörtte olsun ki şu durumdan kurtulayım. Çabuk bitsin. Yoksa gerginlikten kafayı yiyeceğim. Bulunduğumuz ortamın ambiansı ve görüntüsü kabuslarıma girecek kadar korkutucuydu. Terk edilmiş bir köyün terk edilmesine rağmen hala taze kalan bir çok yiyeceğin bulunduğu bir şeker dükkanındaydık. Buradaki herhangi bir masaya oturup oyunu başlatmıştık. Cidden bunda olmazsa iddia falan dinlemem giderdim. Zaten hangi aklımla girdiysem buna. Bir sonraki denemeye başlamıştım. Ama...
...Beşinci denemem de bir şey olmuştu.
Dükkanın ışıklarından biri aşırı derecede rahatsız edici bir ses ile açılmıştı. Herkes bir anda birbirilerine bakıp kaçmaya çalışmıştı. Bende onlardan birisi olmuştum. Dükkandan kaçacaktık ki, şunu fark ettik. Dükkanın penceresinden sadece buranın değil. Bütün köyün ışığı yanıyordu. Şaşkınlıkla soluma döndüm. Aniden karşımda çığlık atan, iğrenç kıyafetleriyle birlikte elinde tuttuğu kör olmuş bir bıçakla bana doğru bakan bir kadın vardı.
Koşmaya başladım. Kaçamayacağımı bilmeme rağmen dükkanın içinde çığlık ata ata, sesim çıkmayana kadar koşmaya devam ettim. Bir süre sonra kadının elindeki bıçak düşmüştü. Durdu. Bende durdum. Ondan uzaklaşmak için dükkanın en dip köşesine geldim. Çöktüm. Dizlerimin üzerine doğru çöktüm. Nefes nefese kaldım. Nefes alamıyordum. Ancak ihtiyacım vardı nefes almaya. Soluklanmaya çok ihtiyacım vardı. Fakat sanki birisi boğazımı sımsıkı sıkmıştı. Nefes almaya çalıştıkça bütün hava benden uzaklaşıyordu. Konuşmaya çalışıyordum. Böylece nefes alabilirdim belki? Denemekte fayda vardı.
"L-lütfen... Ahh- AAHHH BANA DOKUNM- b-b-bırakkkk... AH YETER IAAAH-"
Sadece buydu. Ancak beni dinlemiş gibi bırakmıştı beni. Ve siyah bir toza bürünmüş şekilde uçup dükkandan çıkmıştı. Terlemiştim, leş gibi kokuyordum. Zaten ne farkım vardı ki ölüden. Saçlarımı kendim fark etmeden yolmuştum. Bazı tutmaları elimde bile kalmıştı. Korku dolu gözler ile elime bakıyordum. Bunları gerçektende yaşamışmıydım. Artık yeni bir travmam olmuştu. Sanki diğerleri yetmiyormuş gibi. Bana bunları yaşattığı için arkadaşlarımı asla ama asla affetmeyecektim. Onları görmek ne kelime adlarını bile duymak istemiyordum.
Dükkanda kimsenin olmadığını her şey bittikten sonra fark ettim. Bana bunları yaptıkları yetmiyormuş gibi birde beni öldürme ihtimali olan bir canavarla başbaşa bırakmışlardı. Artık ihanetede uğradığıma göre intihar edebilirdim. Ne komik!
Yavaşça ayağa kalkmaya çalıştım. Bacaklarımı hissetmiyordum korkudan. Pis tezgaha yaslanıp kalkmaya çalıştım. Kalktıktan sonra üstümdeki kiri hiç umursamadan dükkandaki sandalye ile zor bir şekilde camı kırıp dışarı çıktım. Temiz hava biraz olsun beni iyileştirmişti.Yürümeye başladığımda arabanın burada olduğunu gördüm. Ne yani koşarak mı gitmişlerdi arkadaşlarım(!)
Büyük ihtimalle o anki korkuyla arabayla gitmeyi akıl edememişlerdir diye düşündüm. Her neyse. Arabayı çalıştırdığımda biraz bekledim. Düşündüm.Neden?
Yorumlarınızı bekliyorum ve sizi öpüyorummm, görüşürüzzzz!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Radio station, tk.
Teen FictionJungkook yalnız bir radyo sunucusuydu. bir pazar akşamı herhangi bir yaratığın laneti ona musallat olmuştu. bu durum uber Taehyung'un dikkatini epey çekmişti. arabasında öldürülmek üzere olan masum birisini duymuştu. peki hikayenin kalanı nasıl olac...