Minho, telefondan gelen sesle ayağa kalktı. Öyle bir hışımla kalkmıştı ki önündeki sehpa devrildi, gerginlikten dokunamadığı kahvesi saçıldı yere.
Felix ise telaşla Minho'ya bakıyordu. Saatlerdir haber alamadığı eşi Hyunjin'le alakalı bir haber olduğuna emindi.
"Hangi hastane?"
Gerginlikle telefonda konuşan Minho'nun bu cümlesi, Felix'in delirmesine yetmişti. Çığlık atıp koşarak Minho'nun yanına geldi ve koluna tutundu. Ne olduğunu soruyor, Hyunjin nasıl gibi yüzlerce soru sıralıyordu.
Arkasında, onu sakinleştirmeye çalışan en yakın arkadaşı Jisung'un kollarını hissetmiyordu bile.
Minho telefonu kapattı, derin bir nefes alıp Felix'e baktı. Ellerini omuzlarına koyup daha da derinleştirdi bakışı.
"Hyunjin..."
Dudaklarını yaladı, nasıl söylemesi gerektiğini bilmiyordu.
Tekrar çığırdı Felix, ne olduğunu sordu.
"Kaza yapmış. Sakinleşmek zorundasın ki gidip görelim, tamam mı?"
Felix'in aralanan dudaklarından bir feryat koptu. Akmaya hazır olan yaşları bir saniye dahi beklemedi. Minho'ya uzandı elleri. Onu Hyunjin'e, biricik eşine götürmesi için yalvardı.
Minho sakinliğini korumak zorundaydı. Kardeşinin eşi belki de ölmek üzereydi. Felix'i sakinleştiremeyeceğini anlayınca çareyi arabaya gitmekte ve onu da peşinde sürüklemekte buldu.
Arabaya binen Felix, hıçkırarak ağlıyordu. Arkada onunla beraber oturan Jisung, kollarını küçüğe sarmıştı. Ama Felix bir an olsun susmuyor, titremesi geçmiyordu. Tek düşündüğü şey biricik eşiydi, Felix'in.
Hastaneye vardıklarında üçü de hızla indi arabadan. Minho koşar adım resepsiyona gidip Hyunjin'in odasını sordu. Fakat kadın, öyle biri için giriş yapılmadığını söyledi.
Tam o sırada oldu her şey. Felix, yanından geçen sedyeyi fark etti. Sedyede yatan kişinin yüzünü örtmüşlerdi ama yandan sarkan eli tamamen açıktaydı.
Eldeki beyaz ve gri cam yüzükler çarptı Felix'in gözüne.
Koşar adımlarla sedyeye gitti, hemşireleri durdurdu ve sedyede yatan bedenin yüzünü açtı.
Hyunjin'di bu.
Felix'in biricik eşi, kanlar içinde yatıyordu sedyede.
Titreyen ellerini eşinin yüzüne götürdü Felix. Çığlık atarak ağlıyordu. Yüzündeki kanları sildi, başını göğsüne yaslayıp kalp atışlarını dinlemeye çalıştı ama duyduğu tek şey hastanedeki insanların sesiydi.
"Hyunjin... Hyunjin! Ölme, ölme nolursun!"
Felix'in ağzından yalnızca bunlar çıkabildi. Parmakları eşinin yüzünde geziniyor, dudaklarını güzel yüzün her yerine değdiriyordu.
Ama Hyunjin uyanmıyordu.
Gözlerini açıp Felix'e bakmıyor, onu kolları arasına alıp uyutmuyordu. Ses çıkarmıyordu, gülümsemiyordu. Ellerini Felix'in beline dolamıyordu. Kulağına sevgi sözcükleri fısıldamıyordu.
Hyunjin, ölmüştü.
"Ölme, ölme! Nolursun, nolursun ölme Hyunjin. Bırakma beni nolursun!"
Felix tekrar çığırdı. Elleri birbirine dolanmıştı, ne yapacağını kestiremiyordu. Tek istediği eşinin gözlerini açması ve ona aşkla bakmasıydı.
Fazla sürmedi bu vedalaşma, hemşireler tekrar kapattı Hyunjin'in yüzünü ve götürmeye başladılar incinmiş bedenini.
Felix koştu fakat yakalayamadı eşini, tekrar bakamadı yüzüne. Dudaklarını öpemedi.
Minho onu kollarının arasına almış, gitmesini engellemişti.
Çığlık çığlığa ağlayan Felix bir hışımla abisine döndü. Yalvardı ona izin vermesi için. İzin alamayınca bağırdı, yumruklar attı abisinin göğsüne. Fakat hiçbiri fayda etmedi.
Biricik eşini kaybetmişti Felix. Ona istediği her şeyi veren, kalbini saran adamı kaybetmişti.
Meleğe benzettiği güzel eşi, gerçekten de melek olmuştu.
,,,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
devuélvete | hyunlix
FanficÖlecek gibi hissediyorum, anlamıyor musun? 'angst 'short story