Saat gece dörttü. Kısık bir alarm sesi karanlık sessizliği bıçak gibi kesti. Sarı saçları dağılmış, gözleri şişmiş, yorgun olduğu her halinden belli olan cılız bir beden sıcak yatağından doğruldu. Bu kişi Park Jimin'den başkası değildi.
Diğerlerini uyandırmaktan korktuğu için çıplak ayak parmaklarının ucunda yürüyen bitkin beden hiç vakit kaybetmeden hırkasını ve telefonunu alarak odasından dışarı çıktı. Saat gece dörtte gizlice nereye gittiğini evdeki herkes biliyordu. Bu yüzden ışıkları bile açmamış, karanlık merdivenlerde başına gelebilecek olası tehlikeleri göze almıştı.
Birkaç dakika sonra gelmek istediği yere ulaştı. Tutmuş olduğunu farketmediği nefesini bırakmadan evvel içinde bulunduğu odanın kapısını dikkatlice kapattı. Tehlikenin geçtiğini düşünerek ışıkları yaktı. Karanlık kendini aydınlığa bırakırken kamaşan gözlerinin kendine gelebilmesi için bekledi. Sonunda hazır olduğunu düşünerek işe koyuldu.
Geniş ve uzun oda tamamen beyaza boyanmıştı. Odanın içerisinde kapının karşısındaki duvarı boydan boya kaplayan büyük bir ayna ve köşede oturmak için bulunan birkaç sandalyeden başka hiçbir şey yoktu. Park Jimin'in gece saat dörtte gizlice gelmeye çalıştığı yer hafif rutubetli pratik odalarından başka bir yer değildi.
Odanın içerisini güzel melodinin kısık sesi doldurdu. Jimin, Save Me ile dans etmeye başlamadan önce yumuşak sarı saçlarını geriye doğru taradı. Yorgun bedenin hafif adımları şarkıya eşlik ediyordu.
Bir saat geçti. Ardından iki saat. Üçüncü saat tamamlanmadan güneş doğmuştu bile ama Park Jimin dans etmeye devam etti. Nefes nefese kalmış olması, bacaklarının titriyor olduğu gerçeği umrunda değildi. Oturup bir yudum su içse mağlup olacağını düşünüyormuş gibi devam etti. Durmadı.
Onu durdurabilecek tek şey, tek kişi yaklaşık on dakikadır kapının eşiğinde sarı saçlı güzel bedenin kendini yıpratmasını izleyen sevgilisiydi. Jeon Jungkook. Jungkook'un gözlerindeki ifadeyi anlatmak zordu. Hayal kırıklığı, öfke, sevgi, şefkat... Ne olduğunu anlamak imkansız olabilirdi ama Park Jimin'in olduğu yerde kaskatı kesilmesini sağlamak için bu tek bakışı görmesi yeterliydi.
Müzik susmamıştı. I Need You tüm zerafetiyle çalmaya devam ediyordu. Jimin kurumuş dolgun dudaklarını diliyle ıslatmaya çalıştı ve yüzüne yalancı bir gülümseme kondurdu. Ama Park Jimin'in gözlerine ulaşamamış tüm gülümsemelerinin sahte olduğunu en iyi Jeon Jungkook bilirdi.
"Günaydın. İyi uyudun mu?" Jimin her şey normalmiş gibi davranmayı seçti. Bayık bakan gözleri dinç, titreyen elleri kararlı, terden sırılsıklam olmuş vücudu güçlü görünsün istedi. Ama gerçekler uzun boylu bedenin bambi gözlerinin gördüğü şeylerdi ve bu durumun hoşuna gitmediği açıkça belli oluyordu.
"Ne yapıyorsun hyung?" Jimin daha fazla ayakta duramayacağının farkındaydı. Zorlandığını sevgilisine belli etmeden olduğu yere çömeldi ve oturdu. Bir yandan da hala düzene girmemiş nefeslerine lanet okuyordu.
"Erken kalktım. Pratik yapmak istedim." Jungkook başını, bu cevabı alacağını önceden tahmin etmişcesine iki yana salladı. Yüzünü sertçe sıvazladıktan sonra birkaç dakika daha sessiz kaldı.
"Gecenin bir vakti buraya geldin öyle değil mi? Hiç dinlenmeden bu lanet odada dans ettin ve şimdi de bana yalan söylüyorsun!" Bitkin beden parmak uçlarından saç diplerine kadar titredi. Yüzündeki sahte gülümsemesi an be an soldu. Verecek bir cevabı yoktu. Kafasını eğip sevgilisinin parlak gözleri yerine kahverengi parkelerle bakıştı.
Öfkeli beden kapı eşiğinden ayrılıp odada dolaşmaya başladı. Sevgilisinin düzgün uyumadığını, yemek yemediğini ve bayılacak raddeye gelene kadar pratik yaptığını en iyi bilen kişi oydu. Tüm bunları biliyor iken sakin kalması beklenemezdi.