Beğenmeyi ve bol bol yorum yazmayı unutmayın. İyi okumalarˆˆ
---
13 Ekim 2009. Umutla tam 12 yıl önce bugün tanışmıştık. O zamanlar ondan çekinsem de zamanla en yakınım olmuş, bana kardeşlik yapmıştı. Aslında daha çok abilik. Bugün de onun doğum günüydü.
Yatağımdan hızlıca kalkıp dün geceden hazırladığım kıyafetlerimi alarak banyoya yöneldim. Heyecandan doğru düzgün uyuyamamıştım bile. Banyoya girmeden önce merdivenin başından annemler evde mi diye kontrol ettim. Ses yoktu. Büyük ihtimalle babam kahveye, annem komşuya gitmişti. Dün edilen kavga duyulmuş mu diye kontrol etmeleri lazımdı. Sonuçta ettiğimiz kavganın nedeni veya benim hissettiklerim değil, onların imajıydı önemli olan. Alışıyordunuz. Eğer evdeki çöp bile sizden değerli görülüyorsa her şeye alışıyordunuz.
Hızlıca duş alıp aynaya bakmamaya çalışarak saçımı kuruttum. Mor göz altları, birkaç tane sivilce, iğrenç bir leke gibi görünen çiller... Bunları görmek sorun değildi aslında. Kendimden nefret etmek artık yorucu geliyordu. Dişlerimi fırçalamak için aynanın önündeki fırçamı alırken bileğimdeki morluğu gördüm. Dünkü kavganın eseri idi.
Bugün Umut'un günüydü. O yüzden yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim ve banyodaki işlerimi halledip banyodan çıktım. Odama geri dönüp yatağımı topladım ve dün geceden hazırladığım beyaz renkli çantamı alıp aşağı indim. Düşündüğüm gibi evde kimse yoktu. İkisinden biri gelmeden evden çıkmak en iyi seçenekti. Hızlıca ayağıma beyaz spor ayakkabılarımı, üzerime de bol siyah eşofman üstümü giydim. Kapıdan çıkmadan önce aynadan şöyle bir göz attım kendime. Fazla kilolarım gözükmüyordu, daha az dikkat çekiyordum. Annemin istediği gibi. Aslında sağlıksız bir kiloda değildim. Yaşıma göre sadece on kilo fazlam vardı. Ama insanların göz zevki bozulmamalıydı. Kadın dediğin zayıf olmalıydı, erkekler bunu severdi çünkü.
Gözümden akan bir damla yaşı silip evden çıktım. Duygusal olmaya gerek yoktu.
Hediyemi geçen hafta aldığım için onu düşünmek zorunda değildim bu yüzden yapılacak şeyler basitti. Sadece pastaneye gidip, Umut ekleri sevdiği için, ekler ve taze ekmek alacak, Umutlara gidip kahvaltı hazırlayacaktım. Gerisi Efsundaydı.
Kapıyı kilitledim ve gözlerimi gökyüzüne çevirdim. ''Bugün beni yalnız bırakmayın.'' Gözlerimi sıkıca kapattım. Bugünün iyi geçeceğine, eve dönünce olaysız bir şekilde yatağıma gidip uyuyacağıma kendimi inandırdım ve gözlerimi açtım. Bu olay artık bir ritüel olmuştu benim için. Parmak uçlarımda hafifçe kalkıp indim ve pastaneye doğru yürümeye başladım. Zaten yakın olan pastaneden çilekli ekler ve ekmek alıp Umutlara doğru yola çıktım.
Genel olarak güzel bir mahallede oturuyorduk. Mahallede her ev eski tarzdaydı ve müstakildi. Her evin görebileceği şekilde deniz manzarası vardı ve deniz yürüme mesafesindeydi. Ayrıca denizin çaprazına doğru yürüdüğünüzde bir tepe karşınıza çıkıyordu. Cennetten bir yer gibiydi bu tepe. İstanbul'da böyle bir yerde yaşamak mucizeydi. Ama tabii ki de en güzel yanı Umut'un da burada oturmasıydı.
Umutların evinin önüne geldiğimde dün Aysu Abla'dan, Umut'un annesinden, aldığım anahtarla kapıyı açtım. Umut'un uyuyup uyumadığını anlamak için içeri girmeden kapı aralığından kafamı içeri soktum. Ses yoktu. Atiba bile, Umut'un kedisi, uyuyordu. Sessizce içeri girip kapıyı kapattım. Parmak uçlarımda mutfağa gittim ve Umut çıkabilecek seslerden uyanmasın diye kapıyı kapattım. Umutların mutfağında bahçeye açılan bir kapı vardı ve genelde yemekler bahçede yendiği için masa da bahçedeydi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
BÜYÜKAYI
Fantasíaİki ülke. Birbirinin zıttı. Siyah ve beyaz. İki kişi. Birbirinin kaderi. Siyah ve beyaz. Savaş, kan, vahşet, ölüm; barış, huzur, mutluluk. Gerçekleşecek bir kehanet. Vahşet ya da huzur. Savaş ya da barış. Siyah ya da beyaz. Savaşın ortasındayı...