1

452 26 18
                                    



BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM




Muci'den

Yorgunluğumun kesinlikle bütün vücudumu ele geçirdiğinin farkındaydım. Bazen bir psikolog olsanız dahi, kendinize zaman ayırmak gibi bir imkanınız olmuyor. Zaman dediğiniz şey bazen o kadar değersiz oluyor ki insanların gözünde, neler olduğunu anlayamadan bir bakmışsınız oradasınız; bir bakmışsınız olduğunuz yerde kalakalmışsınız.

Fakat her zaman olamasada, yerinde bekleyen bir ilaç vardır. Uykuya bir ilaç, yorgunluğa büyük bir yatak, insana ise bir kişi. Benim bir ilacım vardı, Talha. Beşiktaş'a ilk geldiğimde tanıştığım güzel bebeğim, o günden beri yanımda, arkamda durmuştu. Şimdi ben 32 yaşına giriyorken, o ise 29 yaşına giriyordu. bugün doğum günüm olduğu için, güzel bebeğime kavuşmak istiyorum.

Aslında.. Dün olduğunu söylemem daha doğru olur. İşlerim ve hastalarım çok olduğundan eve gidememiştim. Ne kadar gitmek ve izin almak istesemde zaten tüm izinlerimi Talha'nın okul tatilinde -okuyamadığı üniversiteye şimdi devam edebiliyordu- harcamıştım. Tabi ki bundan pişman değildim. Doğum günüm geçmiş olabilirdi ancak bebeğim zaten doğum günümü kutlamıştı, bu yüzden üzülmeme gerek bile yoktu.

Evin önüne geldiğimde kemerimi çözerken arabayı kenara çekmiş, yandaki çiçeğe dönmüştüm. En sevdiği kıpkırmızı güllerdendi. Her gördüğünde suratında oluşan o sıcak gülümseme, beni saracak o kollar ve kıpkırmızı yanakları öpmek gerçeği beni çok mutlu ediyordu.

Arabayı park ettikten sonra çok geçmeden indim arabadan. Daha fazla oyalanmak istemiyordum. Siyah otomatik kapıya adımlayarak içeri girdim hızlıca. Asansöre adımlarken saate baktım. Onunla vakit geçirmek için geç değildi.

Benim eve geldiğim zaman, genelde Talha
evde oluyordu. Dersleri bitiyor ve çoğunlukla beni beklerken uyuya kalıyordu. Ona kıyamadığım için uyandırmasamda, sürekli uyanıp bana kızıyordu onu uyandırmadığım için. Bense sadece gülebiliyordum. Çünkü kızarken tatlı göründüğü gerçeği de vardı. Asansörden inerek kapıya doğru adımladığımda cebimdeki anahtarı çıkararak kapıyı açmıştım. Sessiz olmaya çalışarak eve girmiş, koridora bakmıştım. İçeri kafamı uzattığımda oyun oynayan ve kulaklığı takılı sevgilimi gördüm.

Sinir olduğu belliydi, bilgisayar oyunlarının çoğunda bağırırdı. Öldüğünü görünce hızla ona adımladım. Çiçeği gülümseyerek önüne doğru uzattığımda, sinirli suratı bir kedi misali yumuşamıştı. Gözlerimiz buluştuğunda şaşkınlıkla bakıyordu bana. Kendini kaybettiğini anlamıştım. Gülümsememi durduramadım. Dünyanın en güzel meleğiydi. Ona eğilerek dudağının kenarını öptüm. "geldim."

Heyecanla ayağa kalkarak çiçeğin yere düşmesini bir saniye düşünmeye yeltenmeden kucağıma atladı. Beni sımsıkı sardığında ellerimi beline doladım. Ağlama sesleri kulağıma geldiğinde güldüm burukça. Bir ya da bir buçuk gündür görmüyordu beni. İlişkimizde gerçekten birbirimizi sevdiğimizi böyle belli etmemiz en iyi yanıydı hayatımın. Onu hafifçe geri çektiğimde göz yaşlarının sıcak yanaklarını ıslattığını, suratının kıpkırmızı olduğunu herkes görürdü ancak onda gördüğüm çok farklıydı.

O sadece ona az para eden en sevdiği kırmızı gülleri onu seven ve onun sevdiği adam aldığı için ağlıyordu. O duygusal olduğundan değil, o mutluluğunu belli etme yolu olarak ağlamayı seçtiği için ağlıyordu. Sıcaklamış yanağına avucumu değdirdim. Soğuk ellerim sıcak yanaklarında ısınmaya başlarken akan gözyaşlarını sildim. "Ağlama, ağlarken çok güzel oluyorsun. Seni öpesim geliyor." Bebeğim gülerek kollarını boynuma sardı. "Öpmen için ağlamam gerekiyorsa hep ağlamayı tercih edeceğim."

Dudağını öptüm. "Ağlamasanda öpeceğim, benden kaçışın olduğunu mu sanıyorsun?" gülsede bacaklarının titrediğini anlamak zor değildi. Sevgilimi dikkatlice koltuğa oturttum. Ona doğru eğilerek yeniden dudaklarını öptüm. Bu sefer geri çekilmedim, dudaklarında soluklanmayı özlemiştim. Asla ayırmak istemediğim dudaklarımızı ayırdığımda gözlerimi ona çevirdim, beni inceliyordu. Ona sımsıkı sarıldım. Her seferinde sonmuş gibi sarılıyorduk. Asla sonun ne zaman olacağını bilmediğimiz için her anımıza değer vermeyi bildiğimiz için müteşekkildim.

Çok geçmeden ayrılabilmiştik. Dünden ve yenisini yapmaya üşendiğini söylediği için kalan yemekleri ısıttık. Masada duran köfteden bir parça yiyerek sudan içtim. Beş dakika içerisinde karşıma elindeki iki kâse ile oturdu. Birinde ısıtılmış köfte, diğerinde patates kızartması duruyordu. Ona bakarak gülümsedim.

Ayağa kalkıp sarılmaya yeltenecekken beni durdurdu. "Yemeğini ye ilk önce, soğuyunca tadı olmacak." gülümseyerek çatalı elime aldım. "Sen biriciğimsin benim ya." güldü. Elini çenesine yaslayıp beni izlemeye başladığında kesinlikle yerin dibine girecek gibi hissettim.

Düşünsenize, siz bir psikologsunuz. Onca insana akıl veriyorsunuz ama gel gelin kendinden 3 yaş küçük bir çocuğun karşısında psikologluktan hasta durumuna düşüyorsunuz. Ağzımı peçete ile silerek ona döndüm. Yemeyi bitirdiği gibi tabağı kaldırıp mutfağa götürmüştü. Gülümseyerek arkasından baktım. "Hadi kalk, bir şeyler izleyelim sonra yatalım."

Kafa sallayarak ellerimi yıkayıp, odama gitmiş ve pijamalarımı giydikten sonra hızlıca koltukta yatan sevgilime koştum. Üstüme zaten pijamalarımı giydiğim için rahattım. Rastgele bir film açmıştı. Arkasına geçerek bende onun gibi uzandım. Beline sarılarak dudaklarımı boynuna yasladım. Sıcak nefesi düzensizleşmeye başladığında gülmeden duramadım. "Ne oldu? Neye gülüyorsun?" elimi karnında gezdirdim. Çarpan kalbi hissediliyordu.

"Hiç, öyle."

Talha yattığı yerde bana döndü. "Ernest.. Sana bir şey sorabilir miyim?" gülümsedim. Alnına düşen saçları geriye attım. "Bana bir şey sormak için izin alma bebeğim. Aklında ne varsa direkt sor." kafa salladı. Gözlerimin içine kitlendi. "Neden hep dudağımın kenarını öpüyorsun ilk önce?" beklemediğim için kaşlarım kalksada bozuntuya vermeden gülümsedim. Burnuna öpücük kondurup belini okşamaya devam ettim. "Çünkü dudaklarını öpünce bana mutluluktan başka bir şey kazandırmıyor ancak dudağının kenarını her öptüğümde bana dünyanın en güzel gülüşünü veriyor, bundan daha değerli ne olabilir ki?" gözleri kocaman olmuştu. Ve ben onun bu hallerini yüzümdeki gülümsemeyle seyrediyordum. Bebekti, benim bebeğimdi. Onun her bir hareketini sevecen bir tavırla izliyordum. Çünkü aşıktım, ilk ve tek aşkım olan bu çocuğa; deli gibi aşıktım.

Yorgunluktan mı, yoksa film yüzünden mi bilemiyorum. Gözlerim yavaşça kapanmaya başladı. Sana baktığımda büyük bir hevesle filme odaklanmıştın. Ağırlaşan nefeslerimi bile hissetmiyordun eminim ki, yoksa yatağıma yatmam için beni zorlardın. Gözlerim kapanmıştı sonunda. Henüz uykuya dalmamış olsam da uykuya dalmadan önceki huzurlu dakikalarımdı bunlar.

Tam uykuya dalacakken onun sesini duydum. "Ernest, yatağına yatmalısın." gözlerimi açmadım bile, o kadar yorgundum ki bunu yapacak mecalim bile yoktu. Koltuktaki yastıklardan birisini kucağına koyduğunu hissetmiştim, çok geçmeden başımı dikkatlice yastığa yatırmıştın. Üzerinde olan hırkayı çıkarıp üzerimi örtmüş, saçlarımda ellerini hissettiğimde gülümsemiştim. Uyku tüm bedenimi ele geçirirken ben yalnızca gülümsüyordum.






Ölmek İçin Zamanım Yok ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin