45

2 0 0
                                    

Okuduğu her kitabı yaşama yeteneği veren gizemli adam beyaz kürelerin bir araya gelerek oluşturduğu şekille son kattan sarkan ablasının üstünde belirdiği günden bu yana tekrar görünmedi Necip'e ama bu kabiliyet kitapların dünyasını açmıştı.Cumhuriyet ilkokulunda mızıka çalan öğretmeninin hediye ettiği kitap okuduğu ilk kitaptı ve kısa düz siyah saçlı esmer kız da ilk aşkı,okul bahçesinde "yağ satarım bal satarım ustam ölmüş ben satarım "oyunu oynanırken hep mendili Özlemin arkasına bırakırdı Necip ,onun kendisini kovalaması için ve yakalaması için ,hayatındaki en mutlu anları onun yanında oturup plastik fasulyelerle birlikte oynadıkları,defterlerine defalarca "Ali gel"yazdıkları andı,ve sekiz yaşına girdiğinde okul kapısında beklediği beyaz arabanın gelmediği an ise en üzücü andı,ileriki yaşlarda yine aşık oldu elbet ama çocukluk gibi ilk aşk da sadece bir kere yaşanırdı.Yıllar sonra evlenip baba olduktan sonra aşktan gözü kör olunca karısını ve oğlunu terk etmeye karar vardiği zaman okudu "Beyaz Gemi"yi.Babasız büyüyen bir çocuğun yanlızlığı anlatılıyordu,sayfalar ilerledikçe kendini kitapta buldu Necip.Yüksek bir tepeden denize bakarken...

İlerden kuğu gibi süzülen beyaz gemiyi gördü,acaba babası o geminin kaptanımıydı?birgün dönecek sıcaklığını hissettirecekmiydi?baba yeri gelince arkadas yada ağabey olabilirmiydi yoksa asık suratlı sık sık azarlayan kimi zaman döven anlayıştan uzak bir adam olabilirdi,aslında baba ne demekti?sözlük anlamını bildiği halde bu kelimenin anlamı zihnine yerleşmiyordu,kitaptan sıyrılıp hayatına döndüğünde ekmek almak için babasından aldığı parayı harcayıp eve döndüğünde babasının kulağından tutup parayı geri almak için harcadığı mağazada yediği dayağı hatırladı,on sekizine bastığında sabah erkenden kalkıp babasından para çalıp deniz kıyısına garsonluk için kaçmayı planladığı günü hatırladı,son anda yakalanışı ve kapı önünde tekrar yediği dayağı.."Adam olduğunu mu sanıyorsun ?"sorusunu yanıtsız bırakmıştı,adam olmak belki de on sekizine basmak değildi,kendi ayakları üzerinde durmak,o deniz kasabasında garsonluk yaparken sadece bir gün çalışıp ikinci gün kaçmak değildi adam olmak ve itiraf etmek gerekirse adam olmak çok zordu,bu uçsuz bucaksız maviliği izlemenin dalgaların sesini dinlemenin bir bedeli vardı.Bu bedeli ödemek için yeterli gücünün olmadığını hissetti Necip,Osmanın her yaz anlattığı yaz tatili öykülerinde bıkarak dinlerken bir taraftan da merak ederdi,deniz ne kadar büyüktü ve ne kadar derindi?Osmanın babasının fabrikasındaki mercimek yıkama havuzundan büyük müydü ve su sarı mıydı acaba ,her yaz tatilinde dayısının Osman'ı kucağına alıp havaya kaldırdıktan sonra denize fırlattığını biliyordu artık,kırmızı renkli arkası geniş arabanın içine yığdıkları eşyalarla sabahın erken saatlerinde yola çıkarlardı,yaz tatili kuzeni için kum ve güneşti ama Necip için farklı işyerlerinde çalışmaktı,-hayatı öğrenmek için - akraba çocukları yakınlardan birinin işyerine çırak olarak verilirdi.

Bu köhne yerde geçmişe dalıp gitmişti;bir ara dağa çıkan çocuklardan dahiler çıkabilir projesini başlatmak hayali vardı öğretmenlik yıllarında;bu cümleyi duyduğunda elindeki kitabı bırakıp serin bir yaz gecesi yıldızları izleyerek uyumaya çalışan bir genç çizdi ; kimilerine göre özgürlük savaşçısı kimisine göre terörist ...

son otuz yıldır hep gündemde olan gençler onlar;acaba bu gençler aşk hakkında ne düşünür?İlişkiye girenlerin infaz edildiğini anlatan bir röportaj okumuştum oysa serin bir yaz gecesi çimenlerin üzerine uzanıp sevgilinle birlikte yıldızları izlemekten başka ne vardır ki dünyada?

sosyal hizmetlerde çalıştığım yıllarda,hayatıma giren farklı insanlar vardı o yıllarda ...kocasından şiddet gören yada içki parası için satılan kadınlar,dayak ve tacize uğrayan genç kızlar,evden kaçıp kamyon şöförünün tecavüzü yüzünden kadınlığa özenen parlak delikanlılar Hayatımda eğitime ara verdiğim ama öğrenmeye devam ettiğim yıllardı,gece nöbetlerinde güvenlik görevlisi kanepede horlarken yatakhanede yorganın altında terk edildiği için sessizce ağlayan çocuk bana hayatı öğretti ve gençliğinde top peşinde koşarken kas erimesi sonucu yatağa mahkum olan iri mavi gözleri ile dağ köyündeki evinin penceresinden arabamızın geldiği yolu gözleyen Hüseyin de öğretti hayatı bana,hayatın hep düz olmadığını,hepimizin engelli adayı olduğunu öğretti,Hüseyin yatalak olunca tam bir kitap kurdu olmuştu,her ay ziyaretine gelirken ona kitap getirirdim,onu yaşama bağlıyan sadece kitaplardı ve ben onun okuma hızına asla yetişemezdim.Taze beyinlere zihnin en açık olduğu sabah saatlerinde karmaşık formülleri öğretmekle;aynı saatlerde televizyonun karşısında yeni uyanmış olmasına rağmen tekrar kestirmeye başlayan bir yaşlının sağlık durumunu sormak arasında kalmıştım aslında,bu kararsızlıkta egoistliğinde payı vardı ,neden mi?Çünkü gecede iki kitap bitirdiğim oluyordu ,daha önce yarım bıraktığım romanları penceremden serin havanın getirdiği çiçek kokusu ile birlikte heyecan içinde okuyordum,galiba okumak içinde yazmak için de tek koşul yalnız olmaktı.

Ergenler V.Woolfdan ne anlarWhere stories live. Discover now