İKİ"Hazırsınız."
Başımı salladım ve aynadan son bir kez kendime bakıp kameranın karşısına yöneldim. Attığım her adımda on santimetreye yakın topuklu ayakkabılarım canımı acıtıyor, sıkıca yapılmış topuzumun dağılmaması için tonlarca sıktıkları sabitleyiciler saç köklerimi yakıyordu. Şikayet etmemem gerektiğini biliyordum, her şeyin bir bedelinin olduğunu da. Ancak gün içinde üçüncü sponsorluk çekimimi gerçekleştireceğim için bünyemin kaldıramayacağından şüphelenmiyor değildim. Kaldırmasa da yüzümde mimik kımıldamayacağından emindim, zayıf halimi göstermezdim hiç kimselere. Hepsi düşmemi bekliyordu, başarısızlığımı izleyerek kendilerini tatmin etmek istiyorlardı.
Onlara bu hazzı yaşatmayacaktım.
İkinci kez asla.
Çok küçük yaşta, ebeveynlerim yüzünden dahil olmuştum bu kirli camiaya.
İnsan çocukken farkına varamıyordu bazı şeylerin ağırlığını. Günler geçtikçe, yaş arttıkça omuzlarına koyulan yükler de bir bir artıyordu. Eziliyordunuz yavaş yavaş. Gittikçe öne eğiliyordu başınız. Dik durmak için çabalıyordunuz ama nafile. İzleri çıkıyordu yüklerin, yapışıyordu. Yer ediniyordu, onlara göre şekilleniyordunuz. Bırakmak için son kalan gücünüzle savaşsanız da aksine, dizlerinizin üstüne çöküp kalıyordunuz.
Önemli olan bunu saklamaktı.
Bu camia psikolojik savaşın merkeziydi. Şöhret, hiçbir zaman para, hayranlar ve davetlerden ibaret olmamıştı. Şöhret, saf nefrete gebeydi. Herkes birbirine çelme takmaya çalışıyordu, isimlerini karalamak için uğraşıyordu. Beni de karalamak istediler. Oysa ki daha çocuktum, umursamadılar.
On altı yaşındaydım. Ergendim, çok mantıklı düşünmüyordum. Rol arkadaşıma âşık oldum.
Âşık olduk.
İnsanlar bizi yönetmeye çalıştı, ailelerimiz bunu istemedi. Bu kadar hızlı yükselirken yere çakılmamızdan korktular. Sessiz kalmamız gerektiğini söylediler. Gözümüzü korkuttular. Dinlemedik onları. Gözlerimizin içine daha çok baktık, ellerimizi daha sıkı kenetledik birbirimize.
Finn Wolfhard.
O şöhret basamaklarını beraber çıktık. Önümüze koydukları engelleri bir bir aşıp.
İnsanlar bizi destekledi. Sponsorlar, çekimler ard arda geldi. Her şey çok güzel gidiyordu. Gerçek olamayacak kadar. O zamanlar bunu deneyimlememiştim, çok şanslı olduğumu düşünüyordum masumca. İnsanlar ellerini yakalarımızdan çekmişlerdi. Ya da ben öyle zannetmiştim. Bir süre sonra yalan haberler yayılmaya başladı. Bizi birbirimizden vurmaya başladılar. Finn bana göre daha olgun düşünüp mantık çerçevesinde hareket ediyordu fakat ben henüz on sekizime yeni girmiştim. Ergenlik denir, aptallık denir, birçok şeyin denilebileceğini biliyordum yaptığım hatalara karşı.
Öfkemi hep Finn'den çıkardım, kavgalar ettik, iftiralar susmadıkça delirdim. Bunu magazine taşımaya başladım.
Günün sonunda Finn beni hep kolları arasına aldı, sorun olmadığını söyledi.
Onu ittim. Alaycı bakışlara, kulağıma gelen iğrenç fısıltılara katlanamadım. Oysa ki hepsi onların oyunlarının bir parçasıydı. Bunu anlayamadım. İstediklerini yaptım. İnsanlar bizi artık sürekli çatışan, kavga eden bir çift olarak andılar. Pek umursamadım. Öfkeden görmüyordu gözlerim. Şöhreti kaldıramamıştım ama farkında değildim.
Aslında bunları telafi edebilirdim. İnsanlar bizim arkamızdaydı, sadece gözümü açmam gerekiyordu fakat ben açamadım.Açtığımda her şey için çok geçti.
Bizi tamamen kopartacak bir haber atıldı ortaya; Finn'in beni aldattığına dair.
İnanmadım. Zerresine kadar inanmadığımı ama haberi görür görmez evinin kapısında bittiğimi hatırlıyordum. Haberde Finn'in yeni filmindeki sarışın partneriyle aşk yaşadığına dair söylentiler vardı. Haberin başındaysa birbirine bakarak gülümsedikleri bir kare. Deliler gibi ağladım, yakalarına yapışıp sesim kısılana kadar bağırdım.
Kalakaldı, gözleri hayal kırıklığıyla parladı, birkaç damlanın yanaklarından süzüldüğünü seyrettim.
"Nasıl inanırsın?"
Şokla başını iki yana sallıyordu durmadan. "Nasıl inandın buna?"
Çok yorulmuştum. Çok bıkkındım. Ona karşı değil, insanlara. Ama ben acımı yine ondan çıkarmayı seçtim. "Açıklama bile yapamıyorsun! Ya açıklamanı yap ya da bitsin!"
"Bitir o zaman, Millie."
Elim ayağım titremişti, konuşma yetilerimi kaybetmiş gibi sadece susmuş, dolu gözlerimle yüzüne bakakalmıştım. Finn elinin tersiyle gözyaşlarını sildi ama elini indirir indirmez gözyaşları tekrar düşmeye başlamıştı. Ayrılmak istemiyordu, özür bekliyordu. Kuru bir özürdü istediği. Böyle bir şeye inanmam onu paramparça etmişti. İnanmıyordum. Ama ağzımı açıp bir şey diyecek gücüm yoktu. Bitmesinin daha mantıklı olduğunu düşündüm. Belki insanlar susardı, baskı üzerimden kalkardı.
Çok görme bana bunu, der gibi bakmıştı gözlerimin içine.
Başımı iki yana sallamış, hızla evden çıkmıştım. Bu onunla son görüşmemiz olmuştu. Sonra olaylar kendiliğinden gelişmişti. Ama yine de onların istedikleri tam olarak olmamıştı. Ayrı ayrı o basamakları çıkmaya, yükselmeye devam ettik.
Durduramadılar.
Şimdi yirmi bir yaşında duygusuzlaşmış, sadece kariyerime odaklanmış durumdaydım.
Geride sadece yaptığım hatalar ve pişmanlıklarım kalmıştı.
***
Evet çok kısa oldu ama klavyem bozuldu ve çoğu harfi algılamıyor AGLİCAM
Giriş bölümü gibi düsünün az çok olayları özetliyor. Okuyan varsa onlara kalp 🫶
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kiss my wounds | fillie
Fanfiction''Bazen unutuyorsun,'' Yüzünü yüzüme bilerek yakınlaştırdı, burunlarımız birbirine değmek üzereydi. Sırtımı kapıya yaslayıp uzaklaşmayı denedim ama izin vermedi, bir adım daha geldi. ''Senin gibi kalpsiz biri olmadığımı unutuyorsun.''