Kuşlar Ağlarken

3 0 1
                                    


Merhaba Mucit Bozuntusu!

Aslında bu mektubu yazmadan önce uzunca bir süre düşündüm. Olanları anlatmadan, sadece iyi olduğunuzu dilediğim ve senin benim için ne kadar özel olduğunu anlattığım bir mektup mu yazsam acaba diye uzun süre kafa patlattım ama sonradan düşündüğümde böyle yaparsam içimin rahat etmeyeceğine karar verdim. Bunların olmasını sağlayan, her zaman en doğrusunu düşünen ve beni ayakta tutan sendin. Sen şimdi benim kim olduğumu düşünüyorsundur, kim olduğum önemli değil. Sadece daha fazla uzatmadan olanları anlatmak istiyorum. Nereden başlayacağımı bilmiyorum, sanırım en başından başlamalıyım.

O gün, okulu asıp birkaç gün öncesinde arkadaşlarla aramızda dalga konusu olan o dik yamaca çıkmıştık. Tek isteğimiz biraz nefes almak ve okulu astığımız için kendimizi okulun en havalılarından saymaktı. Oraya çıkarken defalarca ayağımız kaydı ama biz dalga geçmeye ve yamacın dik olmadığını söylemeye devam ettik. Bu böyle epey bir sürdü. Üniformalarımızı çıkarıp kendimize piknik örtüsü yaptık, bir şeyler yiyip içtik, arada birbirimizi şakaladık. Sonra konu, içimizden birinin kalkıp yamacın çok dik olduğunu söylemesiyle aniden değişti. Yamacın dik olmadığını savundum. Öyle bir savundum ki denize atlayabileceğimi, hiçbir şey olmayacağını, yüzme bilip de bu mesafeden atlamam diyenin etek giymesi gerektiğini söyledim. Atlayamazsın dediler ama ben direttim. Derken hiçbir şey düşünmedim ve yamaca doğru koşup kendimi denize attım.

Bilirsin, arkadaş ayağı için pek hoş şeyler söylemezler. Keşke büyük lafı dinleyip ben de arkadaş ayağına öyle denize atlamasaydım çünkü gözlerimi açtığımda kapkaranlık bir odada iki seksen yatıyordum. Burası buram buram toprak kokuyordu. Tavanda ve parkelerin arasında gelişigüzel serpiştirilmiş küçüklü büyüklü parlak taşlar vardı. Taşların ışığı sayesinde oda biraz olsun aydınlanıyordu. Odanın içi çok soğuktu, hatta bu soğuk dişlerimi takırdıyordu.

"Abla, koş!" diye seslendi az ötemden ince bir ses. "Abi uyandı!" Sonra da paytak paytak koşarak odadan çıktı.

Afallamıştım. Nelerin döndüğünü anlayamıyordum. Kafam öyle karışıktı ki Aytuğ odadan sana seslenerek çıkmasa büyük ihtimalle uzandığım yerden tavanı izler, öylece dalıp giderdim.

Aradan çok geçmedi ki içeri girdin, böylece seninle ilk kez burada karşılaştık. Telaşlıydın, ne yapacağını şaşırmış gibi duruyordun. Başucuma kadar gelip ne olduğunu anlamadığım birkaç şeyi kontrol ettin. Sonra ateşime baktın, ateşim yoktu. O an sana uzun uzun baksam da yüzünü seçememiştim. Bana seni anlayıp anlamadığımı sordun. Öyle yorgundum ki sesim bile çıkmıyordu, kafamı salladım. Kaşlarını çattın, gözlerini boşluğa sabitledin. Bakışların donuklaştı, belli ki bir şeyler düşünmeye başlamıştın. Arkanı dönüp giderken düşüncelerin dağılsın diye kafanı iki yana sallıyordun.

Buradaki ilk günlerim senin sorularınla ve gözetiminle geçti. Beni kapının iki adım ötesine çıkarmıyor, soru sormama izin vermiyordun. Odaya senin haricinde arada bir, eğer beni görmek için tutturmuşsa -uyuyor olduğumdan emin olduğunuzda ve bana fazla yaklaşmaması şartıyla- Aytuğ girebiliyordu. Nerede olduğumu bilmeden, en ufak gün ışığı girmeyen bu odada, korkuyla karışık bir bilinmezlik içimi çok bunaltıyordu. İnsan en çok da onu neyin beklediğini bilmediği zamanlarda korkup bunalıyor çünkü.

Aradan kaç gün geçti bilmiyorum ama artık bana biraz olsun güveniyordunuz. Bunu odanın kapısından girerken artık daha canlı bakan gözlerinden ve sorduğun sorulardan anlıyordum. Aytuğ yanıma daha sık uğruyor, yanımdayken daha rahat davranıyordunuz. Ama tüm bunlar olurken bir sorun vardı. Belli ki aklında bazı şeyler hep yarım kalıyordu. Doğru söylediğime inanıyor olsan da istediğin cevapları alamıyor gibiydin. Sonraları odama gelişlerin kısaldı, kafan hep meşguldü.

Kuşlar AğlarkenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin