Herkese merhaba yepyeni bir kurguyla.
Bu kurgu çok önceden yazmak istiyordum lakin kafamı toparlama sürecindeydim. Şimdi ise bu kurguyu yazmaya hazırım!
Bu kurgu sadece bir kitap olacak. Bölümler orta düzeyde olacaktır. 2. Bölümden sonra asıl hikaye başlayacaktır. Dikkate alınarak okumanızı isterim... Ayrıca klişe sahnelerimde olabilir. Uyarılarımı dikkate alınarak okumanızı isterim...
Eğer hazırsanız başlayalım!
***
21 yaşında bir mankendi Amelia Alina Jones. O on sekiz yaşında, Yarı Türk, Yarı Avustralya Sydneyli mankendi. Annesi: Amanda Jones sayesinde, güzellik yarışmasına katılarak birinci olmuştu. Mankenliğe başladığı an sayısızca teklifler gelmeye başlamıştı. Gelen teklifler sayesinde güzel başarılara imza atarak, adını duyurmaya başarmıştı.
Amelia Alina, babası: Rıza Arslanoğlu. Ünlü bir Türk emekli gazeteci. Annesi ise şuan ev hanımıyken o da gençlik yıllarında ünlü bir voleybolcuydu. Şiddetsiz geçimsizliklerinden dolayı ayrılmışlardı Amelia Alina küçükken daha. Annesi, onu üzerine alarak kendi kızlık soyadını vermişti. Babası, ayrılık sonrası büyük bir kaza geçirerek ölmüştü.
Amelia Alina, on sekiz yaşından beri duru güzelliğiyle Vogue dergisi için moda çekimlerini gerçekleştirmişti.
Yirmi bir yaşına kadar pek çok başarıya imza attı. Ve her gazete manşetlerinde, dergilerde onun adı her zaman söz konusu oluyordu.
Ancak son zamanlarda yaşadığı ani akıl rahatsızlıklar onu ele geçiriyordu. Bu bunalım ve sıkıntı kariyerinde ani düşüşlere yer açmaya başlamıştı. Nasıl kurtulacağını bilemiyorken bir aldığı haberle daha da çıkmaza girmişti.
***
(AMELİA ALİNA)
Mutfak masasında oturuyordum ve önümdeki soyulmuş haşlanmış yumurtaya bakıyordum. Ona baktıkça midem alt üst oluyordu. Her gün sevdiğim, vazgeçilmezim olan yumurtaya iğrentiyle bakıyordum. Sandalyemden kalkıp tabağı da elime alıp tezgâhın üzerine bırakmıştım. Bugün Vogue çekimi vardı ve ben gitmeyecektim. Çünkü bunun için iyi değildim. Telefonumu kapatıp evde bırakmıştım bir gece yarısı ise dağ evine gelmiştim. Dağ evinde başka bir telefonum daha vardı ve onu burada saklıyordum. Burada kimse yoktu, beni kimse bulamazdı. Etrafım sadece kuşların cıvıltısı ve rüzgârın sesi hâkimdi.
Stres yoğunluğu bana depresyonu hediye etmişti ayrıca bir bağımlı olmayı. Sabah bir şey yemezdim ve avucumun içine o tozdan döküp burnumla çekerdim ki öyle rahatlardım. Bu iş güzel bir meslekti her genç kızın hayaliydi belki de ama bu kolay bir meslek değildi. Çeşitli zorbalıklar, stresler yer alıyordu.
Kafam artık bunu kaldırmıyordu. Bir haftadır dağ evindeydim ve kimse bana ulaşamıyordu. Güzel, zaten istediğim de buydu. Diz kapağımın üç santim yukarısında olan beyaz bir bluz vardı. Altımda mini, siyah bir şort ama bluz uzun olduğu için şortum gözükmüyordu. O tozu içtikten sonra yavaşça koltuğa uzandım. Kafam şuan çok dingin ve sessizdi. Üç yıldır çektiğim bu strese çok iyi gelmişti. Şimdi ise biraz uyuma vaktiydi.
Gözlerimi yavaşça araladığımda, havanın yavaşça karardığını görmüştüm. Güneş batmıştı, gökyüzünde turuncu bir renk bırakmıştı. Gözlerimi kaşıdığımda, o baş ağrısı yeniden gün yüzüne çıkmıştı.
"Of. Başım çatlıyor. Acaba bir tane daha mı çeksem?" Kararsızdım. Yerimden kalktım ve vazgeçerek kendime bir kahve yaptım. Sanki içimde bir şeyler hareket ediyordu. Çok farklı bir duygu bedenimi ele geçirdi. Hemen görmezden gelerek su ısıtıcısına suyu koyup yaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Papatya Tepesi
Mystery / Thriller(İkinci bölümden sonra asıl hikaye başlayacaktır. Rica ediyorum ilk bölümden lütfen yargısız infaz yapmayın :) Çok da güzel yazmıyorum ama her zaman kendimi geliştirmek için çalışıyorum. ) Geçmişim bulanık bir video gibiydi. Mücadele için her zam...