Giriş

96 6 25
                                    

Öncelikle herkese merhaba. Hikayeme şans verdiğiniz için teşekkür ederim.

Instagram'da son zamanlarda sıklıkla önüme çıkan bir video var: Kitabınız (...) olsa cümleniz ne olurdu? tarzında.

Kitabınızın ilk ve son cümlesi aynı olsaydı fakat anlamları farklı olsaydı ne olurdu? sorusuna yanıtım olsun bu kitap.

Kitaptaki (+18) ibaresi daha çok şiddet, madde kullanımı için konulmuştur, haberiniz olsun. Bu yüzden laf söylenmesini şimdiden istemiyorum.

"Geceyi bir de ben yaktım, sonsuz kez acı çekerken."

Ben bu kitap yazmaya 24.03.2024 tarihinde başladım, peki siz ne zaman okumaya başladınız?

***
0.0: Giriş
Bölüm şarkısı: Son Feci Bisiklet - Rahatsız Vals
"Yarayla alay eder, yaralanmamış olan. (Shakespeare)"

Saat dördü geçmişti. Ramazan ayı sebebiyle sahur yapacağım için uyumak istemiyordum. Kendimi kitabıma, tütsüme ve dinlenmeye adamıştım.

Gözlüklerimi tekrardan düzeltip birkaç saniyeliğine başımı kaldırıp pencereye baktım. Martın sonlarında olmamıza rağmen Ankara yine soğuk kimliğini kazanmıştı, kar ince ince yağıyordu.

"Bu sefer tutmayacak," diye mırıldandım. Yine de karın yağması, yüzümde her seferinde ufak da olsa gülümseme yaratıyordu. Bir türlü alışamamıştım karın yağmasına. Yıllarca Akdeniz'de gördüğüm en büyük hava olayı fırtınaydı.

Gecenin karanlığını yırtan bir araba farıyla kaşlarımı çattım. Kalabalık şehrin sakin bir semtinde kalıyordum. Gecenin bu saatinde arabayla giriş geliş olmazdı. Gözlüğümü tekrar düzeltip elimdeki kitabı usulca önümdeki masaya bıraktım ve fincanıma uzandım. Soğumuş bitki çayını yine de yudumladım.

Araba, gitgide evimin önüne yaklaşmasıyla kaşlarımı çattım. Buraya taşındığımdan beri bu saatte beni rahatsız eden pek olmazdı. Bazı ruh hastası eski sevgililerimi saymazsak bu mahalledeki kimsenin umurunda da değildi. Hoş, büyük şehirde hiçbir mahalle, öyle çok birbirini umursayabilecek vakte de sahip değildi.

Arabadan inen Ayaz'ı görmem ile kaşlarımı olabilecekmiş gibi daha da çattım. Yalpalaması ile ayağa fırladım. Sarhoş gözükmüyordu fakat ayakta duracak kadar iradesinin kaldığını düşünmüyordum. Koşarak o komşuları rahatsız etmeden kapıyı açtım. Kafasını kaldırıp bana baktığında ağladığını gördüm.

Onu biraz olsa tanıyorsam gözünden düşen yaş, kendi cehennemi olurdu.

"Bilnur," dedi acı çekercesine. Hiçbir şey söylemedim, hareket etmedim. Neden buraya geldiğini de bilmiyordum. "Sadece sen bana yol gösterirsin, sadece sen beni dinlersin. Yardım et bana, ne olursun..."

Derin bir nefes alıp verdim. Kapıdan biraz uzaklaşıp geçmesi için yer verdim. Yıllar sonra bu halde karşıma gelmesinin bir nedeni olmalıydı. Gözlerden düşen yaşlar sebepsizce intihar etmezdi.

"Üzgünüm," diye başladı sözlerine. Koltukta oturan küçük bir çocuk gibi koyu renk saçlarını karıştırdı. "Bu saatte rahatsız etmek istemezdim, aslında seni rahatsız etmek istemezdim."

Küt saçımı kulağımın arkasına attım. Söylediğini duymazdan geldim, olan olmuştu bir kere.

"Bitki çayı koyayım sana, bekle. İyi görünmüyorsun, belki sinirlerine iyi gelir."

Cevap vermesini beklemeden mutfağa yöneldim. Suyun ısınmasını beklerken ellerimi tezgaha koyup düşünmeye başladım. Yıllar önce onu manipüle ettiğimi iddia ederek arkadaşlığımızı bitiren çocukluğum, şimdi karşımda çaresizce benden yardım istiyordu. Peki neden?

Onunla konuşmadan hiçbir yere varamayacağımı bildiğim için şimdilik düşüncelerimi rafa kaldırıp bitki çaylarını koyup içeri geçtim ve beklemediğim bir manzara ile karşılaştım: Ayaz ağlıyordu.

Bardağı önünde duran sehpaya koyup kendim de karşısına oturdum. Hiçbir şey demeden bekledim, ne kadar süre ağladı, emin değildim fakat bildiğim tek şey Ayaz'ı bu derece üzen bir şey varsa bunun sorumlusu kendisiydi.

Sakinleşince gözlerini acemice sildi, kafasını hafifçe kaldırdı. Mavi gözleri artık kıpkırmızı bir alanla kaplanmıştı.

"Ben çok büyük hatalar yaptım," diye başladı sözlerine. "Ve bunu kimseye de anlatamadım. Anlatsam eminim, sen de nefret edeceksin benden... Ama göze aldım. Anlatmam lazım birilerine, duyurmam lazım sesimi bir şekilde."

Sessiz kaldım, devam etmesini bekledim. Suskunluğum ona gerekli cevabı vermiş olmalıydı. Derin nefes aldı, başını geriye doğru atıp koltuğa dayandı. Oturduğu yerden iyice kayarak istediğinde göz temasını kesebilecek, istediğinde ise benim tepkilerimi izleyebilecek bir pozisyona geldi.

"Benden nefret etmeye hazır mısın, Bilnur Yılmazer?"

Arkama yaslanıp dik bir şekilde oturdum.

"Nefret etmemi istiyorsan elinden geleni ardına koyma. Unutma, tek şansın var. İyi kullan."

***

Herkese tekrardan merhaba.

Bu, sandığınız veya benim yazımıma alışık olduğunuz bir kitap değil öncelikle. Sadece üzgün, kırgın ve mutsuzken gelip yazacağım bir kitap olacağının garantisini verebilirim size.

Çok tuhaf hissettiriyor böyle bir kurgu yazmak. Beni rahatlatacak mı, emin de değilim açıkçası. Düzenli bir yazar da değilim, ne zaman eserse o zaman yazar'ım, esmezse de yazmam.

Ama bir şeyler var içimde, haykırmam gereken. Tuttukça beni mahveden şeyler. Burası da belki çıkış kapım olur, kim bilir...

Saçma yazardan saçma bir kurgu...

Keyifle okursunuz umarım.

Keyifle okursunuz umarım

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Gece(')yi Yakarken (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin