"Alacak mısın çocuk?"
Zorlukla yutkunan Ata ne yapacağını bilemiyormuş gibi karşısındaki adamın gözlerinin içine bakıyordu. Kanı çekilmişti. Saatlerdir süregelen koşuşturmasının bu şekilde son bulduğuna inanamıyordu. En yakın zamanda bir hocaya gidip kendini üfletmeliydi.
Karşısındaki adam kaşını kaldırıp elindeki çakmağı tek hamlede paltosunu kenara çekip cebine indirmişti. Arkasını dönüp ilerleyeceği sırada Ata'nın hala nefes alamıyor oluşu dikkatini çekmiş olacak ki adımlarını yavaşlatıp olduğu yerde dikilmeye başladı. Ata alamadığı soluklarla boğulmaya devam ederken Balamir'in tekrar ardına dönmemesi için dualar etmeye başlamıştı.
Dilediği gibi Balamir'in arkasına bir kez olsun bakmadan adımlamaya devam ettiğini gördüğünde tanrıya şükür namazı kılmak için söz verdi. Balamir gözden kaybolduğunda stresten kopacakmış gibi atan kalbinin üzerine elini bastırıp olduğu yere çöktü. O an oracakta öleceğine kendini öylesine inandırmıştı ki tüm gücü vücudundan çekişmişti. Nefes sesleri sokağın öbür ucundan duyulabiliyordu.
Bir süre daha oturduğu yerde kalıp etrafta bakışlarını gezdirirken kendine bu denli yabancı gelen sokağı çözmeye çalıştı. Gördüğü hiçbir mekan tanıdık değildi. Kaçarken nerelere girip nerelerden çıktığına da dikkat edememişti. Biraz olsun sakinleşmeyi başardıktan sonra ayaklandı.
Adımları o kadar hafifti ki hala birilerinin kendisini duymasından endişe ediyor gibiydi. Tedirgince dudağını ısırıp bir adım daha attığında işten çıkacağı üzerine yeminler etmeye başlamıştı. Bu böyle sürmezdi. Kalbi bu aksiyona dayanamayacak kadar hassastı.
Balamir'in kendisini tanımamış olmasına da şaşırmış olduğu belliydi. Koskoca mafya elbet orada çalışan herkesin geçmişine ve fotoğraflarına erişmiş olmalıydı. Kendisini nasıl tanımadığına bir defa daha hayret ederken yerde olan bakışlarıyla başını hafif sağa çevirip 'Allah Allah' diye mırıldandı.
Biraz daha düşündükten sonra kendsini tanımamış olma ihtimali tamemen ortadan kalkmıştı. Balamir, kesinlikle Ata'yı tanımış olmalıydı. Bakışlarındaki keskinlikten tut ki giderkenki duraksaması durumu eleveriyordu. Büyük bir oyun dönüyor olmalıydı ki Balamir, Ata'yı tanımazdan gelmişti. Sıkıntıyla iç çekip telefonunu cebinden çıkartacağı esnada elini attığı cebin boş olduğunu görüp gözlerini kocaman ayırmıştı. Cebinde olmayan telefon kendisini büyük bir korku ateşine sürüklerken tedirginlikle yutkundu. Telefonu koşarken düşmüş olabilir miydi? Yoksa, daha da kötü bir ihtimalle, kaçarken yanına almamış mıydı?
Eli ağzına gidip tırnaklarını ısırmaya başlarken hızlı hızlı bugün içerisinde yaptıklarını gözünün önüne getirmeye çalıştı. Sabah bara gitmiş, önlüğünü giymiş, telefonu önlüğünün ön cebine koyarak işinin başına geçmişti. Bir süre orada çalıştıktan sonra öğle arası için önlüğü çıkararak kenara astıktan sonra telefonu almadan sigaraya çekilmişti. Öğle arası bitmeden yapılan baskınla da apar topar barı terk etmişti. Telefonu barda unuttuğunu fark ettiği gibi başına derin derin ağrılar girerken elini kaldırıp kafasına iki yandan bastırdı. Sesli bir oflama sonrası adımlarını geri çevirip gördüğü insanlara adres sora sora ilerlemeye başlamıştı. Üfürükçü işini olabilecek en erken vakte çekmeliydi.
Bara dönmek şu ana kadar aldığı risklerin belki de en büyüğü sayılabilirdi. Balamir'in adamlarının hala barda olup olmadığından bile emin değilken bara dönüyor olması, bir nevi kendi ölüm fermanına kaşe basması anlamına geliyordu. İçindeki sıkıntı her bir adımda büyürken telefonu orada bırakmayı düşündü. Yeni bir telefon alıp hayatına devam edebilirdi. Tabii bu düşüncesi çok sürmeden zihninden silinip gitti. Okuduğu üniversiteye parayı yetiremediğinden part time işe girmişken yeni telefonu hangi parayla alacaktı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YOBAZ - GAY
أدب المراهقين"Bu barı çok bilen yok bu memlekette. Barın ismi tabelada bile yazmaz. Gördüğün gibi burası, dipte köşede ücra bir mekan. Ama yine de çok düşmanı var. Arada birde bu mekanı bulan ibne düşmanı çeteler oluyor. Baskın atıyorlar. Çok şükür, daha ağır b...