•Giriş•

214 28 13
                                    

Yeni yıla yeni kurgu diyelim.
Kimler burada hala?
Yorumlarınızı merak ediyorum.


Tarihin en boktan anı, dizlerim stresle sallanırken ve vücudum hapın varlığıyla sarsılmaya geç kalmışken başımda bir ileri bir geri giderek söylenen babamın çenesini kapatmasını beklemek zorunda kaldığım andı.

"Seninle bunu daha ne kadar konuşacağız bilmiyorum evlat."

Sakin sesi, tüylerimi ürpertmekte gecikmedi. Dudaklarım kuruyor, kan çanağı gözlerim yerden bir an olsun kalkmıyor zira fırtına öncesi sessizliğin gazabından da çekilmek istiyorum fakat kendimi ne kadar soyutlasam da bu mümkün değil.

Babamın eski püskü ayakkabıları giriyor kadrajıma önce. O bir fotoğrafçı, fakir gibi giyinmekten anlayamadığım bir şekilde haz duyuyor.

"İlaçlarından da boktan ataklarından da bıktım. Seni sokaktan toplamaktan bıktım. Şu siktiğim suratını-"

Çenemi,tırnak uçlarını batıra batıra kaldırdığında mecburen onunla yüzleşmem gerekti. Şu ana kadar dediklerini baygın bir edayla dinlemiştim ve ne dediği sikimde değildi. Sadece bıraksın istiyordum. Çünkü bırakırsa boktan ataklarımı önleyecek o hapı içebilirdim.

"Ne kadar tokatlamak istediğimi tahmin bile edemezsin."

Omuzlarımı silktim.

"Tokatlasana o zaman."

Basitti, değil mi?

İkimiz de kurtulurduk.

Suratı dünyanın en iğrenç şeyine bakar gibi buruştuğunda, aslında beni görmediğini anlamıştım. "Tokatlarsam ikimiz de aç kalırız."

Gülümsedim yavaşça, sonraysa gülüşüm saniyeler içinde bozuldu. Çenemi sertçe bıraktığında boşluğa odaklanan bakışlarımda duygunun kırıntısını bırakmamıştım. Yalandı, babam beni deli gibi korkutuyordu aslında lakin hislerimi de tıpkı ihtiyaçlarım gibi gömmeyi çoktan öğrenmiştim. Annem hastaydı, hasta olmasaydı yerine geçmek zorunda kalmayacaktım. O çok güzel bir kadındı ve babam da üzerimden para kazanırken kendisine benzemediğim için şükretmeliydi. Annemin oğluydum ve bu bizim bir numaralı ekmek kapımızdı.

Babam beni nihayet azat ettiğinde elimde kitapla verandaya çekilmiştim. Bir tatil kasabasında ,sarmaşıklarla dolu bir sokakta yaşıyorduk. Solgun sarı ve kremit kombosuyla boyanmış evleri, oyma heykelcikler süslüyordu. Verandadan koskoca yolu ve tek tük geçen araçları, bolca da insan kalabalığını görebiliyordum. Bazen buradan kaçıp sahile inerdim çünkü denizle aramızdan sadece kumdan yol geçerdi.

Dizlerimi kendime çektim. Sartre'nin mısralarının arasında saklı olan ganimetlerime ulaşmak için kitabın yirmi üçüncü sayfasını açtım. Anksiyete haplarım ve iki adet ekstazim, Varlık ve Hiçlik'in arasındaydı. Eylemlerimi düşünmeden gerçekleşme eğilimim üç yıl önce başlamıştı. Kusana kadar şarap içişlerim, altıma işeme raddesine gelinceye kadar yerimden kıpırdanmayışlarım, uyksuzluktan halüsinasyonlar görüşüm, gözlerim sulana kadar kırpmayışım, yutamadığım lokmalar...

Halihazırda kafamdaki aptal senaryolar günlük yaşamımdan daha eğlenceli hale geldiğinde, tehlike arzum güdülerimin çok daha üstüne çıkmıştı.

Şimdi güneş tepemde, cırcır böcekleri öterken kavurucu sıcak görüşümü bulanıklaştırıyor ve ben ellerim cebimde sokakları geziyorum. Başım çok dönüyordu, başım deli gibi dönüyordu fakat ayaklarımı durduramıyordum bile. Suratım yanıyor, bedenim kasılıyor. Şakaklarımdaki ter, çene ucuma akıyor ve ben karşıda serap gördüğümü zannediyorum. Burası bir tatil kasabası değil.

Burası tamamen betondan oluşmuş olan  Seul'ün en tekinsiz mahallesi ve hava hiç de sıcak değil.

Düşlerim netleşiyor fakat fazladan içtiğim haplar, gerçeklik algımın içine sıçmış durumda. İleride, otobüs durağında bekleyen birini görüyorum. Manzara gibi duruyor. Babamın görüp de çekeceği bir manzara. Nefes alamıyorum, oksijen gitmeyen beynim acımaya başlıyor adeta. Çocuk uzakta,

Çocuk çok uzakta lakin elimi uzatsam tutacak gibiyim.

Kafam çok ağırlaştı. Düşünmüyorum ben de, elimi uzatıyorum tutacak gibi. Ayak sesimi mi duydu yoksa gerçekten ona dokunduğum için mi baktı bilmiyordum. Kulaklığının tekini çıkarmışa benziyor. Şaşkınlıkla irileşen gözleri beni süzüyor. Ona uzanan elimi sıkıca kavradı. Tanrım, artık düşebilirim. "Hey...dostum-iyi misin!?" Diyor, endişelenmiş gibi. Yere bırakıyorum kendimi. Gecenin bir yarısı aptal bir genç gözü önünde baygınlık geçiriyor diye belki de gerçekten endişelenmişti fakat sikimde değildi. İri gözleri, dolgun dudakları ve minik burnu para kokuyordu. Değerli biri olmalıydı, milyonluk biri.

"Siktir- havale mi geçiriyorsun!"

Ölmek istiyordum.

Bölüm Sonu



Psikolojinizi alt üst edecek bir başka kurgu,
Severek yazcağım.
Sizi seviyorum.

One Million Yen BoyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin