Ben Deniz. Öyle bildiğiniz denizler gibi değil, ufacık yağmurda dalgaları boyunuzu geçen bir deniz.
Hayatımda sıradanlıktan çıkmış bir gündü. Tatile gidiyorduk. Vuhuuuu! Şaka. O kadar eğlenceli olmayacak gibiydi. Yani tatile gideceğimiz yerde sadece 12 yaşımda edindiğim arkadaşım vardı. Benden 1 yaş büyüktü. İyi de anlaşırdık ama birbirimizi ergenlikten sonra görmemiştik. Ne yapıyor ne ediyor bilmiyordum. En önemlisi... İnternetim azalmıştı, hem de çok. He bu arada 19 yıldır kendimleyim. Memnun oldum.
Bavulumu hazırladım, ertesi gün SABAH 07.30' da gemiyle çıkacaktık. Balıkesir Erdek' e olan yolculuğumuza. (Benim için o saatte kargalar daha kahvaltısını etmemişti.)
(Ertesi Gün)
Aileme 'Günaydın canım ailem! Günaydın anam, günaydın babam.' diyerek "muhteşem" sabahımı neşelendirebilirdim. Sabah azıcık huysuz oluyor olabilirim. Camıma çarpıp beni uyandıran kuşa sövdükten sonra aynaya baktım. Oha lan! Beni kim dövmüştü? Ya beni gece biri dövmüştü ya da yataktan 10 kere falan düşmüştüm. Gözümün altındaki morlukların, saçımın başımın halinin ve tutulmuş boynumun başka türlü bir açıklaması olamazdı çünkü. "Her neyse tatile gidiyorum, mutlu olmalıyım," diye düşünürken masamın önündeki sandalyeye oturdum. Birazdan ayağı kırılacak olan sandalyeye...
(Birkaç dakika sonra)
"Kızım kalk hadi, annecim olmaz bir şey ne güzel tatile gidiceğiz işte!"
"Anne gerçekten gelmeyeceğim sabahtan beri kuş cama mı çarpmasa, boynum mu tutulmasa, saçımdan başımdan bahsetmiyorum zaten. Anne o gemiye binersem batar o gemi bırak ben burada kendi kendime öleyim." dedim yastığıma sarılıp ağlamaklı bir sesle annemden kolumu kurtarmaya çalışırken.
"Kızım deme öyle saçma sapan şeyler. Kalk hadi gemiye geç kalacağız." dedi babam.
Sesindeki sinirli tonu anlayıp hiçbir şey olmamış gibi,
"Tamam." deyip yataktan kalktım.
Hızlıca lavaboya gidip elimi yüzümü yıkayıp çıktım.
Kısaca annemle babamdan söz edeyim. Babam Mehmet (Memolim), kendisi 20 yıldır gemi kaptanı. O yüzdendir ismimin Deniz olması. Babamın zaafıdır deniz. Bizden daha çok görür denizi. Yılda 1 ay izni var babamın. Bunu da tatilde kullanacaktık işte.
Annem Neşe, kendileri üniversitede kimya bölümünden yüksek lisans yapıp ben doğunca okulu bırakmış. Şu durumda kendimi suçlu hissetmiyor değildim. Şu an ev hanımlığı yapıp öğlene kadar CAMIŞ gibi yatan kızına bakıyor. Canım anam...
Dolaptan üstüme uzun bir tişört ve kot bir şort aldım. Hızlıca giyindim, makyaj malzemelerimi ve fotoğraf makinesi ekipmanlarımı bulunan sırt çantamı kapımın önüne koydum ve dışarıdaki malzemelerimle makyaj yapmaya başladım.
Kısa süre bir makyaj yaptıktan sonra saçımı biraz düzleştirip düzleştiriciyi de sırt çantama koydum. Babamın sesleriyle odamdan çıktım ve hızla evden çıktık. Yolculuğumuz uzun değildi. Buradan Yenikapı' ya gidip arabalı vapura binecektik. Araba olmadan...
Çünkü... Eee şey. Arabayla çok az ağaca girmiş olabilirdim. Arabanın önünü dağıtacak kadar az. Ağacın suçuydu, niye orada büyümüştü? Her neyse.
Otobüse bindik ve Yenikapı'da indik. Ben o yolculuktan kopuktum. Sadece babamın elini tutuyordum ve şarkı dinliyordum. Vapura bineceğimiz yere geldik. Biletlerimizi gösterdik ve bekleme alanına doğru gittik. Burada annemle babam bir şeyler konuştular ama ben sosyal medyada Balıkesir Erdek' de gezilebilecek yerleri araştırdığım için onları duymadım. Kültürüme kültür, eğlenceme eğlence katmak istiyordum (Dalga geçiyorum). Yani amaçsızdım. Sadece ailemle vakit geçirecektim. Öyle planlamıştım.
Araştırmalarımda hiçbir yer çıkmayınca hayal kırıklığıyla telefonu kapatıp milletin vapura giden kapının açılmasıyla "aşırı sakin" bir şekilde dışarı çıkmasını izledim. Bizde biraz sonra peşlerinden gittik.
Yerimizi bulduk ve oturduk. İçeride bir çocuk alanı vardı. Bizimkinin hemen dibindeydi. Çocuklardan nefret edemezdim ama o evrimleşme sesleri sevilecek gibi değildi.
Ben gemi kalktıktan bir saat sonra artık oturmaktan sıkıldığım için camın kenarına geçtim. Not defteri büyüklüğündeki eskiz defterimi ve kalemimi çıkarıp manzarayı çizmeye başladım. Dağlar, gökyüzü, bulutlar ve ben... Hehe. Espri yaptım takma çok.
Bir bebe yanıma geldi ve ne çizdiğime baktı. Koluma asılıp daha çok bakmak istedi
"Ne çiziyon aba?" dedi.
Midem kaldırmayarak salya ve sümük karışımı yüzüne baktım. Birkaç saniye konuşmadım çünkü konuşursam sadece öğürme sesi çıkabilirdi.
"Resim," diye yanıt verdim velete.
"Bu ne?"
"Dağ."
"Bu ne?"
"Burun," dedim burnumu tutan elinden kafamı geri çekerek ve dişlerimi sıkarak.
"Derin Su, kızım niye insanları rahatsız ediyorsun?" dedi kadın ve çocuğu çekti kolundan.
Çekti dediğimde çocuğu öbür tarafa savurdu resmen. Çocuğun yüzünde de hiç bir ifade oluşmadı. Estağfurullah ne rahatsızlığı? Ne dövdün çocuğu abla?
Resmi bitirdikten sonra koltuğa geçtim. Babam benim oturmamla kalktı.
"Bir şey istiyor musunuz?" dedi.
Ben limonata istedim, annem de çay istedi. Tiryaki sultanım benim. Kalkıp ben de babamın peşinden gittim. O kantindeyken ben de etrafı gezmeye başladım. Çünkü neden olmasın? Üst katı gezdim. Güzeldi ama aşırı mafya havası vardı. Daha da karıştırdım, bütün lavabolara girip hepsini duvardaki tabletten puanladım.
NOT: Hepsine 1 verdim.
Biraz sonra inecektik benim bardağımın yarısı limonatayla doluydu. Karşımızdaki tanımadığımız bir adam masaya çantasını koymuştu. Ben pipetle bardaktaki limonatayla oynuyordum. Az sonra masadaki limonata olacağını bilmeden.
Adam biz masayı temizledikten sonra masaya geldi ve çantasını alıp geri gitti. Adamın çantasından limonata akıyordu. İlk önce ben bu rezilliği görüp gülme krizine girdim. Ardından elimi zar zor kaldırarak anneme gösterdim. O da güldü ve sonra da babam.
Genellikle eğlenceli bir aileydik. Herkesin anne babasıyla sorunları olabilirdi ama benim yoktu. Örnek bir aileydik.
Önceden ev kiraladığımız sokağa girince biraz hatırlamaya başladım. Ecrin' le ve arkadaşlarımızla burada olan anılarımız gözümün önüne geldi. Hafif bir gülümseme belirdi yüzümde.
Biz annemle taksi durağı gibi bir yerde oturduk, babam ise kalabileceğimiz bir ev buldu bize. Biraz yürüdükten sonra oraya vardık.
Sahile birkaç adım vardı. Deniz ise hemen karşımızdaydı. Binanın önünde de küçük bir çocuk parkı vardı. Saat sabah 9 gibi oradaydık. Ev çok hoşuma gitmişti. Yani ne bileyim, tam bir yaz havası vardı. Annemler yorgun olduğu için uyudu, ben de eve birkaç yemeklik malzeme almak için evden muhteşem parmak arası terliklerimle çıktım.
Market hemen 1 sokak ötemizdeydi. O yüzden malzemeleri hemen alıp eve doğru gitme şansım oldu. Bense eve girmedim. Ecrin' le önceden oturduğumuz, sahildeki bir kafede oturdum. Anılar, acı ve mutlu bir gerçek gibi gözümün önünden geçti. Buralar benim çocukluğumdu, oturduğum bu sandalye benim çocukluğumdu.
Dalgalı ve koyu kahve saçlarımı kulağımın arkasına attığım an saçlarımın gizlediği ve ağzını açıp bana bakan birini gördüm. Ecrin' di. Elinde bir kokteyl bardağı tutuyordu ve yanında 4 kişi daha vardı.
"Deniz'im?"
"Ecoş'um?"
"Ay yok artık!" dedi Ecrin ve benim kalkmamla birbirimize sıkıca sarıldık.
Ecrin' in gözünden küçük bir yaş aktı. Görmedim ama damla omzuma düştüğü için anladım.
"Çok özledim seni," dedim geri çekilirken.
O ise yüzünü bana dönmeyip yere bakarak gözlerini sildi.
"Ben de," dedi sesini çok çıkaramayarak.
Ardından benden ayrılarak,
"Tanıştırayım. Elif, en yakınım; Emir, Berk ve..." bekledi. "Yağmur,"
Yağmur' un erkek olmasının şaşkınlığıyla garip bir mimik yaptım.
"Yağmur isimli erkekle ilk defa karşılaşıyorum, memnun oldum" dedim elimi uzatarak.
Kafa salladı elimi havada bırakarak. Benden nefret etmiş gibi bakmıştı yüzüme. Garip bir havası vardı diğerlerinden farklıydı. Gerçi hiçbirinin birbiriyle alakası yoktu. Ama onda takıldığım şeylerden biri de birine çok benzemesiydi...
Ecrin tam bir arkadaş canlısıydı. Tam "Altın Kız" dediğimiz nadir varlıklardandı, Elif sanki biraz... Değişikti, Berk tam bir Mahmut abiydi. Ses kalınlığı inanılmazdı, Emir hiç konuşmamıştı. Zorla getirilmiş gibi duruyordu. Çok büyük bir derdi var gibiydi. Bütün hayatını, varlığını kaybetmiş gibiydi.
Böyle bir grup olmuşlardı ama herkes birbirini tamamlıyordu. Elif' in bu değişik hallerini Berk abiliğiyle frenliyordu, Emir' in bıkkınlığını Ecrin toparlıyordu. Yağmur tekti. Kendi kendini idare etmeye çalışıyor gibiydi. Ama edememiş de bir yerde bırakmış da gibiydi.
Ben bunları düşünürken Ecrin beraber geçirdiğimiz zamanları anlatıyordu, anlatmıyor da sicilimi veriyor gibiydi. Ben kendime geldiğimde küçükken en sevdiğim rengi falan anlatıyordu.
"Öyle işte," diye araya girdim masadaki limonataya bakarak.
Vapurda yaptığım şey aklıma gelince de hafif bir tebessüm belirdi yüzümde.
"Eee, ne yaptın görüşmeyeli? 18'din değil mi sen şimdi?" dedi Ecrin konunun tıkandığını görünce.
"Evet," dedim gülümseyerek.
"Ya çok küçükmüşsün canım sen," dedi Elif.
Sadece yüzüne gülümseyebildim.
En küçükleri bendim. Anladığım kadarıyla Yağmur, Berk ve Emir 22 yaşında, Elif ve Ecrin 20 yaşındaydı. Biz havadan sudan konuşmaya dalmışken yanımıza namı diğer Mahmut abinin abisi geldi. Adı Murat' mış. Tatlı ve samimi bir ağabeydi. Ama bu yan masada oturan ablaya yanık gibiydi. Bu sahilde çalışıyormuş.
"Eee ne yaptınız gençler?" diye yanımıza geldi Murat Ağabey 11. kez.
"Abi, bizim yanımıza geleceğine 11 kez kıza çıkma teklifi etmiştin. Yapma gözünü seveyim sal bizi ya!" dedi sitemle Berk.
"Sus lan! Başkaldırma bana valla akıtırlar o ceviz beynini bir yerlerinden," dedi Murat Abi.
Onların bu "tatlı" haline güldüm. Diğerleri alışmıştı galiba ki ben gülünce herkes bana baktı. Yüzümdeki salakça sırıtışla onlara bakmaya devam ettim.
Onlarla ne kadar eğlendiğimi düşünürken telefonum çaldı. Saat dördü geçmişti. Arayan da annemdi.
"Nerdesin kızım sen!" diye bağırdı annem.
O anın korkusuyla telefonu kulağımdan çektim.
Ardından geri kulağıma koyup,
"Ecrin' leyim anne," dedim.
"Kızım evden markete diye çıkmadın mı?"
"Anacım geliyorum işte. Tamam, tamam anne... Tamam anneciğim... Anne geliyorum... Anne kapatıyorum, hadi bay baay," diye 10 kere 'tamam' diyerek telefonu kapattım.
"Ne oldu?" dedi Ecrin.
"Bana müsaade. Annem çağırıyor. Biliyorsun inadını," diyerek kalktım.
"Çıkarsın değil mi bir daha? Biz dışarıda sabahlıyoruz. Yani gel istersen," dedi Ecrin.
Benim konuşmama fırsat vermeden,
"Ecrin, 5 kişi söz verdik ama. Değil mi hayatım?" dedi Elif bütün gıcıklığıyla Yağmur' un koluna sarılarak.
"Elif benimle öyle 'hayatım'lı falan konuşma," dedi Yağmur tersçe kolunu çekerek.
Elif hayal kırıklığına uğramış gibiydi.
"Gelirim," dedim ve el sallayıp gittim.
Uzun zamandır aradığım arkadaş ortamını bulmuştum galiba. Yaz ortamı ve samimi insanlar. Tamam, İstanbul' da da arkadaşlarım vardı ama sanki onlar biraz sahteydi. Burası tamamen samimi bir ortamdı. Yani ne bileyim... İnsanı, havası, suyu... Anlamadığım bir güzellikteydi burası. Ya da sadece benim şizofren yanımın oluşturduğu bir histi.Şarkı Önerisi
1- Potkal/ Encam Potkal