Ertesi gün sabah Yağmur' un mesajıyla uyandım.
Yağmur: Uyan Denizkızı. Senden nefret etmediğimi kanıtlayacağım.
"Allah Allah," diye geçirdim içimden. Birden ne olmuştu ki? Tamam, anladım nefret etmiyorsun. Garantiye alma gerek yoktu.
10 dakikaya sahildeyim.
Üstümde bol, düz beyaz bir tişört altımda dizimin biraz üstüne gelen dar, siyah bir şort vardı. Saçıma da hiçbir şey yapmadan salık bıraktım.
10 dakikaya sahildeydim. Yağmur' un da orada beni beklediğini gördüm. Yanına gidip,
"Burada mı olacağız yoksa bir yere gidecek miyiz?" dedim.
"Günaydın," dedi gülümseyerek.
Durup imayla baktım.
"Başını falan mı çarptın ya?"
"Belki de."
Sırıtmaya devam ediyordu.
"Bu kaç?" dedim elimle 2 yaparak.
Dikkatlice baktı.
"5."
"İyiyisin iyi."
Durup öylece birbirimize gülümsedik. İkimiz de birbirimizin bir şey demesini bekliyorduk.
"Eee," dedim en sonunda. "Nereye gidiyoruz?"
"Bandırma' ya."
"İyi, tamam. Hadi gidelim."
"Sormayacak mısın 'Neden?' diye?"
Gözlerimi kapatıp derin bir iç çektim.
"Neden?"
"Orada öğrenirsin."
Sağ ol, aydınlattın beni. Ya bu çocuk cidden garipti he. Farklı falan değil garip. Bazen diyordun "Çok zeki bence ondan böyledir", bazen diyordun "Yok bu fazla geri zekâlı".
O bu son sözünü söyledikten sonra yürümeye başladık. Yine minibüs durağının oraya gidiyorduk. Bandırma buraya çok uzak değildi. Yani minibüs hızlı giderse ve yol açıksa yarım saate oraya giderdik.
Minibüse bindik. Kalkmasına 5 dakika vardı. Yine zamanında yetişmiştik. Bir önceki minibüse binişimle aynı yere oturmuştum. Yağmur da aynı yere, yanıma oturmuştu. Sağ kolunu önündeki koltuğa koyup bana baktı. Ben de bana baktığını görüp kafamı ona çevirdim.
"Mutlu musun?" dedi.
"Çok," dedim kinayeyle. "Birkaç gün önce bana öldürecekmiş gibi bakan biri beni gezmeye götürüyor. Hayatımdaki en mutlu günüm."
"Ne güzel gezdiriyorum seni işte. Kıymetimi bil."
"Umarım beni denize atmazsın."
"Denizkızı değil misin? Yüzersin işte."
Birkaç saniye yüzüne baktım.
"He he, yüzerim. Böyle şıp şıp balık gibi."
Ufak bir kahkaha attı. O gülünce ben de güldüm.
"Ne oldu, hayal mi ettin?" dedim.
"Yok ya," dedi. "Ne haddime?"
Bir an "Bu beni gerçekten denize mi atacak?" diye düşünmüştüm. Hani yapabilirdi. Şahsen kendisinin psikopat olduğunu düşünüyordum. Bu psikopatın yanında neden olduğumu bilmiyordum ama bana saçma bir güven veriyordu. Koruyormuş, koruyacakmış gibi hissettiriyordu. Elif kafama fok balığı misali atladığı gün de yanıma koşmuştu, bana yardım etmişti. Neden olmuştu bilmiyordum ama benim için endişelenmişti.
Minibüs hareketlenmeye başladığında ben hâlâ bunları düşünüyordum. Bu birkaç gün önce tanıdığım yabancının neden bana güven verdiğini.
"Ne düşünüyorsun?" dedi ben camdan bakarken.
"Hiç," dedim ona dönüp. "Dışarıya bakıyorum."
"Sen dışarıya bakarken hep gülümser misin?"
"Gülümsediğimi nereden gördün?"
"Camdaki yansımana bakıyordum."
Durdu. Söylediğine şaşırmış gibi baktığında onu sıkıştırmaya karar verdim.
"Neden?" dedim imayla bakıp.
"Ne 'Neden?'?"
"Niye camdaki yansımama bakıyordun?"
"Bakmıyordum."
"Az önce niye öyle söyledin?"
"Ne dedim?"
Derin bir nefes verdim. Adamı sıkıştırmaya çalışmak bile yoruyordu.
"Bakıyor muydun?" dedim bıkkınlıkla.
Omuz silkti.
"Belki."
Sanki ne düşündüğümü okuyabilecekmiş gibi gözlerimin derinliklerine baktı. Ruhumu gördü orada, yolunu kaybetmiş ruhumu. Kendinden umudu olmayan, başkalarını kendinden üstte tutan ruhumu. Biraz daha böyle bakınca sessizliği bölüp,
"Ruhumu mu görüyorsun ne yapıyorsun?"
"Belki," dedi yine. "Görmemi ister miydin?"
"Bilmem," dedim gözlerimi ondan çekip. "İsterdim galiba, birinin benim bile bilmediğim ruhumu bilmesini."
"Ama görmeme izin vermezdin."
Şaşkın şaşkın baktım.
"Niye böyle düşündün?"
"Öyle hissettim," dedi. "Anlatırsan bilirim. Anlatırsan görürüm belki ruhunu."
"Anlatamam ki," dedim ellerime bakarak. "Bilmiyorum ruhumu. Kendi içimi bilmiyorum ben. Başkalarını bilmek isterim hep bu yüzden. Başkalarını kendimden üstün tutarım."
Düşündü biraz.
"Yolunu kaybetmiş senin ruhun," dedi.
Bu tespiti beni şaşırtmıştı. Çünkü ben de ruhum için aynısını düşünüyordum.
"Vay! Güzel tespit," dedim ona dönerek. "Ben de aynısını düşünüyorum kendim için."
"Bak biliyormuşsun sen de ruhun hakkında bir şeyler."
"Ben belki bilebilirim. Ama artık sadece benim değil, birilerinin de benim ruhumu bilmesini istiyorum. Beni sadece 'Fedakâr Deniz' olarak değil," duraksadım. "Boş ver çok konuştum."
"Hayır," dedi hemen. "Dinlerim, devam et."
Birkaç yılın sonunda ilk defa ben bir başkasını değil de bir başkası beni dinliyordu. Bunu düşünmek bile gözlerimin sulanmasına sebep olmuştu. Kalbim kırılmıştı ama üzüldüğümden değil, mutlu olduğumdan.
Hızlıca dolan gözlerimi sakladım. Birkaç saniye yüzümü elime gömüp gözyaşlarımın kurumasını bekledim. Bir yandan gözlerimi kapatıyor, bir yandan ensemdeki saçlarla oynuyordum.
Ağlayamamak da benim sorunlarımdandı. Galiba en son 6 yıl önce gerçekten ağlayabilmiştim. Gözyaşlarım dindikten sonra kafamı ellerimden kaldırdım ve Yağmur' a dönüp,
"Sağ ol," dedim. "Uzun zaman sonra ilk defa biri beni dinledi."
"En son ne zaman biri seni dinledi Deniz?" dedi Yağmur.
Sesinde sanki biraz yüksek sesle konuşsaymış ben kırılacakmışım gibi bir ton vardı. Hassas davranıyordu bana karşı.
"5 yıl?" dedim gerçekten düşünerek. "Ya da 6?"
Bana sarılmak istiyormuş gibi baktı. Bakışlarıyla sarıldı. Ben de önüme dönüp bakışlarımızı birbirinden ayırdım. Sarılamadım ona. Uzun zamandır kimseye doğru düzgün sarılamıyordum zaten. Sarılmaların ayrılık olduğunu düşünüyordum hep.
"Niye oynamıyorsun?" dedi birden. "Bak çiftetelli çalıyor."
Durup dinledim. Gerçekten radyoda çiftetelli çalıyordu.
"Neden acaba?" dedim. "Geçen oynadığımda bana sümükmüşüm gibi baktığın için olabilir mi?"
Gülümsedi. Gamzeleri ortaya çıktı ki benimde gamze görünce yapmadan duramayacağım bir şey vardı: Gamzelere parmak sokmak.
Yavaşça elimi kaldırıp işaret parmağımı gamzesine dokundurdum. En son bu kadar derin gamzeleri eski bir arkadaşımda görmüştüm.
Gülümsemesi solmuştu ama elimi yanağından çekmemem için gamzelerini göstermeye devam etti. Yani en azından ben öyle hissetmiştim.
"Ne yapıyorsun?" dedi gamzelerini göstermeye devam ederken.
"Gamzeler zaafım," dedim parmağımın üstünde olduğu gamzesine bakarken.
"Ne yapayım?" dedi. "Hep göstereyim mi?"
İçimdeki sıcaklık artıyordu. Bu sıcaklık iyiye işaret değildi.
"Hayır," dedim hızlıca elimi çekerken. "Hiç gösterme."
"Neden?"
Diyecek bir şey aradım.
"Boş ver."
Her an gülüşüne düşüp âşık olacağım için olabilir miydi?
Bana bakmayı bırakıp önüne döndü. Onu şu an sevemezdim. Daha tanışalı günler oluyordu. Niye duygularım bu kadar hızlı gelişiyordu? Niye onunla yıllar önce tanışmışım gibi hissediyordum? Niye onunlayken Ateş' leymiş gibi hissediyordum? Niye onun duygularını devam ettiriyordu? Ne olmuştu da bana ona bu kadar güvenmiştim?
Bu düşüncelerim yüzünden yolculuğumuz çok hızlı çekti benim için. Yağmur' u bilemezdim. Çocuk benimle gezmeye çıkmıştı. Sıkılmasını istemezdim.
Minibüsten indikten sonra Yağmur' a dönüp,
"Nereye gidiyoruz?" dedim.
"Sürpriz," dedi.
Yanımızdan insanlar heyecanla bizim gittiğimiz yönün tersine gitmeye başladır. Biz de aynı anda onların gittiği yöne doğru baktık. Yerde hamile bir kadın yatıyordu.
"İlk yardım biliyor musun?" dedi Yağmur kadına bakmaya devam ederken.
"Sayılır," dedim.
"Ben yaparım," dedi ve oraya doğru koşmaya başladı.
Ben de onun peşinden koştum. Yağmur kalabalığı yarıp kadının yanına yere çöktü. Ben de kadının öbür tarafına oturdum. Yağmur kadına doru eğilip nefes alıyor mu diye kontrol etti. Sonra birden doğrulup kadının çenesini açmaya çalıştı. Çenesi kilitlenmişti. Biraz uğraştıktan sonra çenesini açıp elini kadını ağzına soktu. Kadın dilini yutmuştu. Dil yutması kafaya gelen darbe yüzünden olabiliyordu. Elimi kadının kafasının altına yavaşça koydum. Elime sıcak bir ıslaklık geldi. Kafasının arkası kanıyordu.
"Kafasını vurmuş," dedim.
Sonra etrafımızdakilere dönüp,
"Ambulansı aradınız mı?" dedim bağırarak.
Birkaç kişinin telefona uzandığını gördüm. Ardından arkamdaki birinden bir bağırış yükseldi.
"Suyu geldi!"
Yağmur' la aynı anda birbirimize baktık.
"Ambulans hâlâ gelmedi mi?" dedi Yağmur sinirle.
"Sakin ol," dedim Yağmur' a. "Ambulans gelene kadar idare edebiliriz."
"Doktor değilim ben Deniz."
Derin bir nefes aldım.
"Kavga edemem şu an seninle."
Bu sırada yavaşça gözlerini açtı önümüzdeki kadın. Gözlerini açmasıyla da acı dolu bir haykırış döküldü dudaklarından.
"Hanımefendi duyuyor musunuz beni?" dedi Yağmur.
Sakinliği hayranlık uyandırıcıydı.
"Duyuyorum," dedi kadın. "Çok ağrım var."
"Deniz kadının elini tut," dedi Yağmur.
Ben de sözünü dinleyip,
"Hanımefendi elimi tutmak ister misiniz?" dedim.
Kadın uzattığım elimi tuttu. Başını kaldırmak istediğinde de,
"Başınızı oynatmayın," dedim. "Bayılınca kafanızı yere vurmuşsunuz. Bu arada adınız nedir?"
"Kübra."
"Anladım Kübra Hanım. Suyunuz geldi, bebeğiniz sağlıkla geliyor. Yormayın kendinizi. Derin nefes alıp verin sadece."
Kadın dediğimi yapıp derin nefes alıp vermeye başladı. O sırada da ambulans sirenlerinin sesi duyuldu. Derin bir nefes aldı Yağmur da.
Ambulanstan 2 kişi inip kadını sedyeye yatırdılar. Bunları yaparlarken kadın elimi bırakmıyordu. Ambulansa bindirirlerken de elimi bırakmadı.
"Siz de gelebilirsiniz," dedi kadın hemşire Yağmur' la bana bakıp.
Ben arkaya kadının yanına bindim, Yağmur da öne bindi. Kendimi sakin tutmaya çalışıyordum. Şu yaptığım aklı başında bir Deniz için normal değildi. Normalleşemezdi de. Tanımadığım bir kadın doğum yapıyordu ve ben onun elini tutuyordum.
Bir süre sonra yakındaki bir hastaneye vardık. Kadını ambulanstan indirdiler ve yine o benim elimi bırakmadı. Tek korkum kadının benimle beraber doğuma girmesiydi.
Kadına doğumhaneye kadar elini tutarak eşlik ettim. Doğumhanenin kapısının önünde durduğumuzda,
"Adın ne?" dedi Kübra.
"Deniz," dedim.
"Onun adı ne?" dedi Yağmur' u gösterip.
"Yağmur ben," dedi o da.
"Tamam," dedi Kübra bu sefer. "Girebiliriz."
Kadını içeri götürdüler ve sessiz koridorda Yağmur' la tek kaldık. Kafamı önüme eğip kıkırdamaya başladım. Sinirlerim altüst olmuştu. Sonra bu kıkırdamalarım git gide büyüyerek kocaman bir kahkahaya dönüştü. Yağmur da benimle beraber gülmeye başladı.
"Niye gülüyoruz?" dedi.
"Sinirlerim," dedim gülmekten gebermiş bir şekilde. "Sinirlerim bozuldu."
En sonunda gülmeyi bırakıp oturdum. Yağmur da yanıma oturdu. Birkaç dakika sessizce oturduk. Dizlerimi kendime çekip sarılmıştım. Öylece yere bakıyordum.
"İstersen gidelim," dedi Yağmur. "Sezaryense uzun sürebilir."
"Ne kadar uzun sürerse sürsün," dedim. "Bebeği görmeden içim rahat etmez."
Sonra durup ona baktım.
" 'Bekleyemem ben,' diyorsan gidebilirsin sen," dedim. "Tek dururum ben."
Kafasını iki yana salladı.
"Hayır, seni burada tek bırakamam."
Ona imayla bakmaya devam edince,
"Seni ben gezmeye çıkardım," dedi. "Burada tek mi bırakayım?"
Kafa sallayıp önüme döndüm.
Yaklaşık yarım saat sessizce bekledikten sonra içeriden bir doktor çıktı.
"Nasıl, iyi mi bebek?" dedim doktorun önünü kesip.
"Bebekler gayet iyi," diye karşılık verdi doktor.
"Bebekler mi?" dedi Yağmur oturduğu yerden kalkıp.
"Bir kız bir erkek çok sağlıklı ikizlerimiz oldu," dedi doktor.
O an gözlerimin parıldadığını hissettim. Arkamı dönüp Yağmur' a baktım. O da aynı durumdaydı. Şaşkınlıkla gülümsedim. Dayanamayıp ona sarıldım. Uzun zaman sonra ilk defa içimde bu kadar sarılma isteği oluşmuştu. Bu adam yapmıştı bunu. Bu adam sebep olmuştu buna.
Onun bundan rahatsız olabileceğini düşünüp kendimi ondan çektim. Ne ara sırtıma çıktığını bilmediğim elleri beni sarmayı bıraktı.
Doktor hiçbir şey demeden gülümseyerek yanımızdan ayrıldı.
"Bir an heyecanlandım," diyerek açıklamada bulundum.
Kafa sallayarak ellerini pantolonunun yan tarafına sürdü.
Bundan 2 dakika sonra isminin Kübra olduğunu öğrendiğimiz kadın içeriden çıktı. Kadın önümüzden geçerken,
"Teşekkür ederim," dedi.
Gözleri nemliydi.
Anne olmanın gururu vardı yüzünde. Her şeye rağmen anne olabilmenin gururu vardı. Yorgundu ama mutluydu. Anneliğin en büyük çelişkisi buydu.
Kübra' nın yanındaki hemşireden hangi odada kalacağını öğrendik. Ardından onu ziyaret etmek için odaya girdik, biraz sohbet ettik.
"Ne oldu da bayıldınız?" diye sordum.
Biraz düşündü. Gözlerini benden ayırıp ellerine baktı. Eller her anın kurtarıcısıydı.
"Birden gözlerim karardı, başım döndü," dedi kadın. "Uyandığımda da başımda siz vardınız zaten çok teşekkür ederim."
"Estağfurullah," dedim gülümseyerek. "Kim olsa aynısını yapardı."
"Yapmadı işte," dedi kadın.
Çok hafif bir şivesi vardı.
"Başımda sizden başka daha onlarca kişi vardı."
Sadece gülümsedim. Mahcup olmuştum.
"Bu arada," dedi Kübra gülümseyerek. "Çocuklarıma sizin adınızı koydum."
Donup kalmıştım. Ben ona şaşkın şaşkın bakmaya devam ederken o konuşmaya devam etti,
"Yağmurla deniz, sizin gibi hep birbirlerini tamamlasınlar diye."
Bakışları yan tarafında duran bebeklerine kaydı.
"Ne zorlukla olursa olsun büyüteceğim ben sizi."
Tam o sırada kapıyı kırarcasına bir adam girdi içeri. Yağmur da o an ayağı kalktı.
"Ne diye doğuruyon lan sokak ortalarında!" dedi içeri giren adam. "İkiz doğurmuş bir de. Nasıl büyüteceksin lan bunları?"
Adamın sarhoş olduğu belliydi.
"Bizim çocuklarımız onlar vicdansız adam!" dedi Kübra. "Sabah kahvaltı yaptırmadın diye sokak ortasında doğdu bu çocuklar."
Kübra kahvaltı yapmadığı için bayılmıştı. Bu da zaten benim şaşkınlıktan donakalmama sebep olmuştu.
Adam ilk bize, sonra Kübra' ya baktı. Elini kaldırıp Kübra' ya yürüyerek,
"Ne diyorsun lan insan içinde?" dedi.
O sırada Yağmur adamın kolunu tutup,
"Sen dikkat et önce söylediklerine," dedi.
Adam kolunu çekmeye çalıştı ama çekemedi. Kuvvetliydi.
"Sen kimsin lan?" dedi adam. "Kübra, kim lan bu? Dün bunun yanına mı gittin lan?"
"Ağzını topla," deyip duraksadı Yağmur.
Küfredeceği belliydi. Ama kendini tuttu.
"Dün anneme gittim dedim ya!" dedi Kübra sinirle. "O gördüğün de insan insan! Bana yardım ettiler."
"Siz kimsiniz lan benim karıma dokunabiliyorsunuz?" dedi adam bana bakarak.
Yağmur' a laf söyleyemeyeceğini anlayınca bana dönmüştü.
"Yanında dursaydın karının o zaman şerefsiz!" dedim adama bakarak.
"Sen kimsin de benimle böyle konuşuyorsun lan?" deyip bana yürümeye başladı adam.
Yağmur adamın alnını tutup durdurdu onu. Tek hareketiyle durdurabiliyordu bu dağ ayısını.
"Benimle muhatap ol," dedi Yağmur. "Dağıtmayayım ağzını yüzünü."
"Dağıtsana lan ağzımı yüzümü."
"Gelsene sen bir dışarı," deyip adamın ensesinden tutup dışarı çıkardı Yağmur.
Birkaç saniye odada sessizlik oldu.
"Bir şey olmaz değil mi?" dedi Kübra.
"Merak etme," dedim. "Onun gücü sadece sana yeter."
Sonra devam ettim,
"Şimdi söyle bakalım. Niye evlendin sen bu dağ ayısıyla?"
Duraksadı.
"Âşık olduğumu sandım," dedi Kübra.
Gözleri dolmuştu.
"Evlenmeden önce böyle davranmıyordu."
Biraz düşündüm "Nasıl yardım edebilirim?" diye. Sonra aklıma kuzenim geldi. Mine boşanma avukatıydı. O Kübra' ya yardım edebilirdi.
"Ben sana yardım edeceğim," dedim telefonu çıkarırken.
O sırada Yağmur içeri girdi. Yanında o adam yoktu. Adamın nereye gittiğini Kübra da ben de sormadık.
Telefon rehberine girip Mine' yi aradım. Çok süre geçmeden açtı. Ona kısaca olanları ve Balıkesir' e gelmesi gerektiğini söyledim. O da anlayış gösterip kabul etti.
Telefonu kapatıp Kübra' ya kuzenimin avukat olduğunu, ona yardım etmek için buraya geleceğini söyledim. Biraz daha Kübra' nın yanında oturduk. Ona boşandıktan sonra neler yapabileceğini anlattım.
"Artık gidelim biz," dedi Yağmur.
Ben de yerimden toparlandım.
"Her şey için çok teşekkür ederim," dedi Kübra. "Bana çok yardım ettiniz."
"Ne demek memnuniyetle," dedim.
Ardından eskiz defterimden bir kâğıt koparıp numaramı yazdım.
"Kübra, o adam gelirse beni bu numaradan ara."
O da bana teşekkür edip kâğıdı aldı. Ona veda ettikten sonra Yağmur' la hastane odasından çıktık.
Hastaneden çıktığımızda daha fazla duramadan,
"Adama ne oldu?" dedim. "Birden kayboldu."
"Kendimce uzaklaştırma kararı çıkarttım," dedi. "Onu hastaneden çıkarıp güvenliğe ve doktorlara adamın hastaneye girmemesini söyledim. Yani Kübra hastaneden çıkana kadar adam yanına yaklaşamayacak."
"Çıkınca da yaklaşamaz," dedim.
"Nasıl?" dedi.
"Uzaklaştırma kararının gerçeği çıkarılacak çünkü."
Alık alık bana bakmaya devam edince daha da açıkladım.
"Kuzenim boşanma avukatı. O buraya gelecek. Kübra' ya yardım edecek."
Hiçbir şey demeden kafa salladı.
"Eve mi gidelim yoksa buralarda gezelim mi?" dedi.
Çok yorulmuştum. Onun yanında uyuyakalmak istemiyordum.
"Eve gitsek olur mu?" dedim.
"Tabii," dedi. "Gidelim."
Oralarda bir minibüs durağı bulup Narlı' nın minibüsünü de bulduk. 10 dakika minibüsün içinde bekledikten sonra minibüs hareket etmeye başladı.
Hava kararmaya başlamıştı. Gökyüzünün maviliği insanı içine çekiyordu. Gökyüzü de deniz gibi içine çekiyordu.
"Çok yoruldun mu?" dedi Yağmur.
Yorgunluğum yüzümden okunuyor olmalıydı.
Kafa salladım.
"Yoruldum ama tatlı bir yorgunluk."
Gülümseyip önüne döndü.
Yine yol açık olduğu için yarım saate evdeydik. Beni kapının önüne bıraktı ve kendisi de evine doğru gitti.
Eve girdiğimde annemler yemek yiyordu.
"Neredeydin kızım?" dedi annem.
"Yemekten sonra anlatayım mı anne?" deyip sofraya oturdum.
Yemeğimizi yiyip çay içerken annem tekrar sordu "Neredeydin?" diye. Ben de ona kısaca anlattım. Annemin yüzü kireç gibi olmuştu. Yemeğini yiyemez diye yemekten önce anlatmamıştım bunu.
"Kızım sen niye böyle işlere girişiyorsun?" dedi annem.
"Anne ne yapsaydım?" dedim. "Kadın yerde bayılmış yatıyor. Yanından geçip gidecek miydim?"
"Evet, hanım," dedi babam. "İyi yapmış kız. Aferin kızıma."
Babam kolunu omzuma atıp saçlarımdan öptü. Ağzında bisküvi olduğu için başıma bisküvi gelmiş gibi hissedip "Baba," deyip kafamı silkeledim. O da bana güldü.
Birkaç saat daha annemlerle oturduktan sonra yatıp uyudum...