Bölüm 3

27 3 1
                                    

⊱ ────── {.⋅ ✯ ⋅.} ────── ⊰

Muhafızın boğazına hançer dayamamın üstünden 1 hafta geçmişti. O zamandan bu yana, Kaiden'ı götürüp babamla tanıştırmış ve çok yakın bir muhafız arkadaşım olduğu hakkında bir yalan uydurup muhafızla birlikte ortaklaşa anlatmıştık. İnanmadığı konusunda hepimiz emindik ama babam pek bir şey dememişti. Dememişti ama bakışlarıyla bile Kaiden'ı 52 farklı şekilde öldürdüğünü görebiliyordum. Sanırım bu yemin izinden ve ondan hoşlanmadığından kaynaklıydı. 

Kaiden ve babam arasındaki gerginlik sinirlerimi bozmuştu. Babam Lendorr ailesinden oldukça nefret ediyor olmalıydı ki hala bu şapşal adamla laf ve bakış dalaşına girişiyordu.

Kaiden ise şaşırtıcı derece sakin ve uysal davranıyordu. O gün ikna etmeye çalıştığım muhafız gitmiş, yerine çok daha ilgili bir adam gelmişti. Kaiden ile  1 hafta içerisinde normal iki insan ne kadar yakınlaşabiliyorsa o kadar yakınlaşmıştık. Aslında şaşırtıcıdır ki birbirimizle anlaşabilmiştik bile. 

1 haftadır avcumun içi gibi bildiğim Fısıltılı Orman'da yaşıyorduk. Kaiden ile birlikte elementimi tetikleyecek türden olan meditasyonlar yapıyor, ormanın enerji yenileyici bölgelerine gidiyor ve orada da çalışmalara devam ediyorduk. 

Onun dışındaki boş zamanlarımızda ise bana sıfırdan muhafızlık eğitimi vermeye başlamıştı. Babam sayesinde çoğu silah türünü biliyor ve kullanabiliyordum. Kaiden neler yapabildiğimi görmek için benimle bir kaç tur kılıç sallamıştı ve kazanmıştım. Beklediğim kadar şaşırmamıştı fakat yavaş yavaş kafasında benim için nasıl bir profil oluşturduğunu az çok anlayabiliyordum. 

Her gün için düzenli bir rutin oluşturmuştuk ve aslında bundan zevk almaya başlamıştım. Kaiden katlanılmaz biri gibi davransa da aslında gayet uyumluydu. Onun hakkında fark ettiğim ilk şey, doğayı çok sevmesiydi. 

Karşısına çıkan her çiçeğe eğilip kokluyor ve doğanın güzelliklerini anlatıyordu. Fısıltılı Orman'a karşı da ayrı bir sevgisi olduğunu düşünüyordum. Sise asla aldırış etmiyor, nerden geldiği belli olmayan fısıltılara karşı çıtını çıkarmıyordu. O yanımda oldukça ormandaki hoş esintiler kesilmiyordu. Siyah saçlarının rüzgarın etkisiyle dalgalanmasını izlemek, son 1 haftada favori aktivitelerimden biri olmuştu. Dış görünüşüyle bile ormana ait bir parçaymış gibi duruyordu. Sanki ormana alışık değilmişim gibi buraya daha çok uyum sağlamama yardım ediyormuş gibi hissediyordum.

Ben çalışma silahlarımızla uğraşırken arkamdan gelen  seslerle hızlıca arkama döndüm ve gördüğüm sırılsıklam olmuş, elinde bir sürü çiçek tutan Kaiden olmuştu. Onu gördüğümde rahatladım. Onun yine Kaiden'ı arayan muhafızlardan biri olduğunu sanmıştım. Hızlıca kalkıp yanına gittim ve elindeki çiçeklere baktım.

"Yine karşı koyamadın değil mi.." 

Masum masum  gülümseyip çiçekleri elime tutuşturunca şaşırarak ona bakmıştım. 

"Dün bahsettiğin çorba için çiçek aramaya çıkmıştım ve Yeşim Şelalesi'ne kadar gittim. Şelalede oynayan küçük çocuklara fark ettirmeden topluyordum ki maalesef  uzun boyumdan dolayı saklanmakta zorlandım. Beni suya atmanın komik olduğunu düşünmüş olacaklar ki saniyesinde kendimi suyun içinde buldum. Sonuç olarak bu haldeyim."

O anlatırken bir yandan da çiçekleri inceliyordum. Doğru çiçekleri topladığını düşünürken çorbayla hiç alakası olmayan bir buket çiçek daha fark ettim. Tabii onları arkasında saklıyordu.

"O kahverengi çiçekleri de mükemmel bir balık olduğun için hediye olarak mı verdiler sana?"

"Şey.. aslında bunları senin için topladım." derken onları da uzatmıştı. 

 "Teşekkür ederim Kai."  Kalbim eriyormuş gibi hissediyordum.

Gülümseyip burnumu bana verdiği kahverengi çiçeklere gömdüm. Burnuma çektiğim koku o kadar mükemmeldi ki bir rüyaya dalmış ve sonrasında yeniden uyanmış gibi olmuştum. 

Gözlerimi açtığımda Kaiden'ı bana gülümsüyorken buldum. Çiçekler hoşuma gittiği için sevinmiş görünüyordu. Dıştan uyuz bir pisliğe benzese de derinlerde bir yerde düşünceli bir kişilik yattığını hissedebiliyordum. 

"Bana baştan aşağı kahverengiye bürünmüş cadı ve deli bir kızı hatırlattıkları için getirmek istedim."

İki dakika övmeye gelmiyordu. 

"Kusura bakma karşımdaki kişinin kaçak bir muhafız olduğunu unutuyorum."

Güldü ve çorba için kullanacağımız çiçekleri elimden kaparak yemekleri yaptığımız yere doğru geçti. Gözlerimle onu takip ederken bir yandan ben de yanına geçip ateşin yanına yerleştirdiğimiz kayaların birine oturdum. 

Hala çiçekleri kokluyor ve yapraklarıyla uğraşıyordum. Kaiden çorbayla alakalı sorular sordukça da cevaplıyor, onu uğraşırken izliyordum. Aslında zevkliydi. Bir şeye odaklandığı zaman daha çok katlanılabilir biri oluyordu. 

"Eğer onları bu kadar seveceğini bilseydim buradaki ilk günümüzden itibaren sana verirdim."

Bakışlarımı çiçeklerden Kai'ye çevirdim. "Kokusu tanıdık geliyor."

"Demek öyle? Bana biraz daha bahsetsene şu kısacık hayatından."

"Ben 20 yaşındayım muhafızcık. Senin hayatın da pek uzunmuş gibi durmuyor."

"Ben senden 3 yıl büyük sayılırım muhafız hanım. Kısaca seninkinden uzun."

"Öyle mi? Hiç 23 gibi durmuyorsun da."

"Biliyorum daha genç duruyorum değil mi?" Pis sırıtışını yakalamıştım işte.

"Hayır aslında daha yaşlı duruyorsun. Eh muhafız olmak yaşlandırıyor herhalde."

Büyük bir zaferle sırıtışının soluşunu izlemiştim. Kesinlikle eğleniyordum, o hiç eğlenmiyordu ve bu hoşuma gidiyordu açıkçası. 

"Bana hayatından bahset Ashley."

"Tamam tamam.. Ne ciddisin sen de."

"Dinliyorum Ash."

"Kısaca özetlemek gerekirse  babam bir muhafız annem ise sarayın büyücülerindenmiş. Ben doğduğumda annemin radya rahatsızlığı daha da şiddetlenmiş, ben daha onu tanıyıp anne bile diyemeden aramızdan ayrılmış. Babam da o zamanlar hala muhafızlar arasında olduğundan kucağında bir bebekle ne yapacağını bilememiş. Zaten o sıralarda yaşanan sorunlardan dolayı Lazuli muhafızlarına iyi gözle bakılmıyordu biliyorsun. O yüzden o da ayrılmaya karar vermiş ve beni de alıp ormana gelmiş. Bazı arkadaşları sayesinde gördüğün evimiz yapılmış falan filan işte. Babamla birlikte annesiz bir şekilde ormanla iç içe büyüdüm. Annem olmasa bile  içimdeki boşluğu doğa doldurmuştu aslında. Hayallerime gelecek olursak da, ilk başlarda büyürken annem gibi bir saray büyücüsü olmak istiyordum fakat elementsizliğimin getirdiği umutsuzlukla ve babama günler geçtikçe daha da hayran olmaya başlamamla birlikte bu hayal muhafızlık olarak değişti. Tabii yine önümde aynı engeller var ama halledeceğim."

Bir yandan çorbayı hazırlarken diğer yandan da beni dinlemişti. Ben de onunkini merak ediyordum fakat sorsam bile anlatmayacağı belliydi. 

"Engellerini aşmana gerçekten yardımcı olabileceğimi mi düşünüyorsun?"

"Güvenmek istemesem de zorundayım ve hislerim de bana yardım edeceğini söylüyor Kai."

Sinirlerini bozan bir şey varmış gibi  yüzü ciddileşti. Yakınlaşan adım seslerini duyduğumda irkildim. 

"Ashley aslında ben-"

"Böldüğüm için üzgünüm ama birileri geliyor Kaiden. Muhafızlar olmasın?"

Hızlıca yaptıklarını bırakıp elimi yakaladı ve beni kaldırdı. Çabuk ve sessiz adımlarla görünmemizi engelleyebilecek sıklıktaki ağaçların arasına doğru gittik, yani o gitti ve  bense arkasından sürüklendim. Ormandaki ağaçlara göre gövdesi kalın olan kocaman bir ağacın arkasına saklandık.

Tam ağzımı açacağım sırada hızlıca elini ağzıma bastırdı ve sessiz kalmamı sağladı. Sırtım tamamen ağaca yaslanmıştı. Gri gözlerini kilitlediği kişileri, veya şeyi göremiyordum. Bu yüzden de onu izlemekten ve ne olduğunu tahmin etmeye çalışmaktan başka yapabileceğim bir şey kalmıyordu. 

Kaşlarının çatıldığını fark ettiğimde onların muhafızlar olduğunu çoktan anlamıştım.

Dikkatli dinlediğimde ise aralarında birtakım diyalogların geçtiğini fark ettim. Ne olduğunu net duyamıyordum fakat Kaiden anlıyormuş gibi görünüyordu. Ses çıkarmayacağımdan emin olduktan sonra yavaşça elini çekti ve kulağıma yanaşıp fısıldadı.

"Muhafız olmak istiyorsan sesini çıkarma ve  uslu dur  ballı çörek." 

Başımla onayladıktan sonra ağaçtan destek almayı bırakıp adamları görebileceğim şekilde döndüm. İki devasa adam, tahmin ettiğim gibi muhafız üniformalarını giymiş bizim yaşamaya çalıştığımız alanı karıştırıyordu. Her tarafı dağıtıp bizim kaçak  muhafızdan bir iz arıyorlardı. Tanrılara Kaiden'ın ortalıkta bir şeyini bırakmamış olması konusunda dualar ediyordum. 

Belli etmemeye çalışarak ona döndüm. Tuhaf şekilde hiç korkmuş  ya da paniklemiş gibi durmuyordu. Sanırım kellesinin gidebileceği ihtimalini unutmuştu. Ses çıkarmamaya çalışarak ona yaklaştım. 

"Sence dikkatlerini dağıtmalı mıyız?"

Dalmış gibi görünüyordu. Ona yaklaştığımı sonradan fark etmişti ve gözleri bir süreliğine yüzümde oyalanmıştı. Gözlerimi bulduğunda ise bir sorunu olduğunu anlıyor gibiydim. 
Sonuç olarak tek yaptığı başıyla onaylamak olmuştu. 

Hala muhafızları seyrederken bir yandan da kafamda plan kurmaya çalışıyordum. Dikkatlerini dağıtsam.. büyük ihtimalle beceremezdim. Normal normal konuşmaya çalışsam?. Sanırım buna da olmayan sosyal becerilerim izin vermezdi. En iyisi.. En iyisi uzaklaşıp ses çıkararak dikkatlerini çekmek ve oradan uzaklaştırmaktı.  Sonuçta o da ben de hızlıca koşabilirdik. Ormanı avcumuzun içi gibi biliyorduk ve dağılarak ikisini de atlatabilirdik. Pekala. Plan buydu.

Kaiden'a  minik ve üstünde çok düşünülmemiş planımı anlattım.  Şaşırtıcı şekilde kabul etti. Daha çok saçmalama, deli misin gibi  bir tepki vermesini beklemiştim ancak sorun değildi. 

Yavaşça birbirimizden ayrılıp olabildiğince ses çıkarmaya çalışarak ve de bir kaç dal kırarak olduğumuz yerde dolaşmaya başladık. Yaklaşan ayak sesleri başarılı olduğumuzu gösteriyordu. Muhafızlar görünmeye başladığındaysa ise koşmaya başladık. Beni yalnız bırakıp bırakamama konusunda emin olamadığını fark ettiğimde ona gülümsedim ve daha hızlı koşmaya başlayarak çabucak girmem gereken yola doğru girdim. Muhafızların peşimizi bıraktığını anlayana kadar koşmaya devam ettim. Lazuli olmanın iyi yanlarından birisi buydu, geç yorulmak. 

Hızlı adımlarım yavaş yavaş normale döndüğünde ormanın ortasında olduğumu anladım. Az önceki olaylar hiç olmamış ve ormanın ortasına kadar koşmamışım gibi  rahat bir şekilde ağaçların arasında dolaşıyordum. 

Güneş ışığı  mükemmel bir şekilde ağaçların arasına karışıyordu. Yavaş yavaş ilerlerken kendimi çok huzurlu hissediyordum. Dış dünyayı unutmuş tamamen kendi başıma zaman geçiriyordum ve bu ihtiyacım olan şeydi. İlerlemeye devam ettikçe su sesi duymaya başladığım zaman  nereye geldiğimi anlamıştım. Karşıma ormanın içindeki  güzel nehirlerden birisi çıkmıştı. Daha da güzeli bugün şanslı günümde olmalıydım. İki  geyik nehirden su içerken o kadar hoş görünüyorlardı ki o an kendimi ormanın kendisiymiş gibi hissettim. Yanlarına yanaşmama rağmen benden korkmamışlardı, aslında zaten beni tanıyorlarmış gibi geliyordu. Omzumda bir el hissettiğimde gülümsediğimi ancak o zaman fark edebilmiştim. 

Kaiden'ı tamamen unutmuştum.. 

"Hey.."

"Beni unuttun sanmıştım."

"Üzgünüm ben-"

"Kendini mi kaptırmıştın? Biliyorum. Buraya o kadar ait duruyorsun ki izlememek elde değil Ashley.."

"En başından beri burada mıydın?."

"Rahatsız etmek istememiştim ama bilmeni isterim ki ormanda olduğunda her zamanki halinden daha güzel ve daha mükemmel oluyorsun."

"Teşekkür ederim muhafız." Kendimi zorlayarak gülümsedim. 

Teşekkürü bile zorla etmiştim. Heyecanlanmamı ve kalbimin deli gibi atmasının  sebebimi anlayamamıştım ama hayır, bu aşk değildi. Onunla bir çıkar için zaman harcadığımı unutmamalıydım. Tek bir amacım ve odaklanmam gereken bir şey vardı o da muhafız olabilmekti.

Sanırım.. sınırları gevşetmenin kimseye zararı olmazdı değil mi?. 








Ölü Prensesin TacıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin