bölüm bir | kitabın sonu

35 8 10
                                    

''Geçmişime baktığımda kalbimin sancısını arkamda bırakamıyordum. Sanırım ben nereye gitsem onun da benimle geleceği konusunda emindim artık. Tattığım her tat, içtiğim her yudum, hissettiğim tüm hisleri onun için hissedip onun için yaşıyordum. O, kalbimin karanlığı, yüzümün nuruydu. Aydınlığından mahrum etse de beni, canımdı o benim. Onunla vedalaşma düşüncesi bile kaskatı yapıyordu kalbimi. Aşkım ona tecelli edemedi ama bu satırlarda karşılaşırsak anlayacağını düşünüyorum. Sen, bu satırların sana olduğunu asla bilmeyeceksin ama gülüşünden tanıyabilirsin kendini. Sayfayı çevir ve aynaya bak. Oradasın..''

İçimde bir buruklukla sayfayı çevirdim. Birkaç gündür okuduğum kitabın böyle bitmesini istemiyordum. 'S' kimdi ve neden aşkları bu kadar imkansızdı? Birbirlerini seven iki insanın arasına ne gibi bir engel var olabilirdi ki kitap olup ölümsüzleşen bir aşk, böylesine hiçbir şey yaşanmadan yitip gidebilmişti? Derin bir nefes alıp sayfayı çevirdim. Kitabın son sayfasıydı ve nasıl, hangi cümlelerle bittiği benim için gerçekten çok önemliydi. Bana farklı bakış açıları kazandırmış bu kitap "Lütfen darmadağın olmayayım. " diye evrimleşmişti kalbimde. Fakat ne yazık ki sayfayı çevirmemle hüsrana uğrayışım bir oldu. Sayfanın sol tarafını kaplayan ve muhtemelen yazarın kendi eliyle çizdiği büyük, eski ve kırık bir ayna resmi vardı. Aynanın üstünden başlayığ bitimine kadar uzanan bir sarmaşık vardı. Çiçekleri vardı bu sarmaşığın ama solmuşlardı. Aynanın üst orta kısmındaysa kanadı kırık bir güvercin vardı. Sağ taraftaki doluluğu aynanın sol tarafında göremedim ama dikkatimi çeken şey aynanın kırık kısmının sol taraftan başlamasıydı. " Bunlar sonradan üstüne düşüp düşüneceğim detaylar. Alttaki cümle benim için şuan en önemlisi. " diyerek derince bir nefes alıp kitabın sağ sayfasına odaklandım. İlk anlarda algılamayı beklediğim uzunca vedalar yoktu. Sadece tek bir cümle yazıyordu. ''Sen hiçbir zaman gerçekleri göremedin.'' Neye uğradığımı şaşırmıştım. Bunun böyle bitmesini istemiyordum. O koca aşk böyle tek bir cümleyle mi bitmişti? Tugay "S"nin arkasından gitmemişti. Aramaya yeltenmemişti bile. Bir sabah kalktığında uğruna onca zorluğa göğüs germiş, herkesi karşısına alıp sarmalamaya çalıştığı kadın bir anda yok olmuştu. Hem de hiçbir şey söylemeden. Evet çok kırılıp üzülmesi hatta belki de kinlenmesi çok normaldi ama anormal olan şey tek bir cümleyle veda etmesiydi ruhunun eşine. Tabii ki kavuşup mutlu mesut birlikte ölmüş olmaları düşüncesi de değildi aklımdaki. Sadece böyle duyguların öylece hiç yaşanmamış gibi havaya kül misali uçup karıştığını izlemek daha da canımı yakmıştı. Neydi bu öfke? Ya da bir aşka bu kadar kör kalma sebebi ne olabilirdi. Ben önümde kitabın son sayfaları açık bu düşüncelere dalıp gitmişken telefonumun alarmı çaldı. Hastane alarmıydı yarım saat içinde orada olabilmek için kurmuştum. Aceleyle kitabı rafıma yerleştirip ''Hüsran olmadığını biliyorum, içinde çözümleyeceğim çok satır var.'' diyip hızlıca evden çıktım.
Hastanenin durağında indiğimde her hafta beni durakta bekleyen, en azından ben öyle zannetmek istiyorum, turuncu kocaman bir kedi vardı. Gözleri yemyeşil, tüyleri uzun ve sokakta yaşamasına rağmen iyi beslenip aç olmadığını belli eden cüssesiyle yine beni selamlamıştı. Annemin hastaneye kaldırıldığı gece, hastanenin bankında ağlayıp ne yapacağımı düşünürken bir anda kucağıma çıkıp göğsüme masaj yaparak gerinmişti. 2 yıl geçmesine rağmen hala bir kaç tırnağının izini taşıyorum boynumda. Tacoyla ilk karşılaşmamız biraz üzücü ve garip olsa da, onda beni güvende hissettiren bir şeyler var. Annemin sonuçları ne zaman kötü çıksa hastanenin kapısında belirip beni ilk karşılaştığımız banka götürüyor. Bankta ben olanları, annemi, tahlil sonuçlarımı ve geleceğimi düşünürken o uzun tüylü kuyruğunu yanağıma sürtüp bir sağa bir sola kucağımda yerleşmeye çalışıp yerleşemeyince bana kızıp sonunda gırlamaya ve uyumaya başlayıp kaygılarımı ve üzgünlüğümü bir nebze de olsa dindirip, kendime iyi hissettiğimi söyledikten sonra da görevini tamamlamış bir memur gibi kucağımdan kalkıp gidiyor. Tacoyla ilişkimiz ne kadar garip olsa da beni her defasında şaşırtıp huzurlu hissettiriyor.
Tacoyu görüp gülümseyip hemen yanına gittim. Eski belediye binasının dış cephesindeki betona oturdum. Ziyaret saatine neredeyse 15 dakika vardı. Bir sigara yakıp Aylini aramaya karar verdim.
"Aylin müsait misin? "
"Evet müsaitim hayatım, bir sıkıntı yok değil mi? Hastanede misin ?"
"Evet hastanedeyim, biraz erken geldim. Çiçekçinin oradaki duvara oturup sigara içeyim dedim içeri geçmeden."
"İyi yapmışsın canım. Haftanın bu günü sen arayınca, hele bir de bu saatlerde, istemsizce geriliyorum kusura bakma. "
"Evet farkediyorum. O yüzden çok nötr bir ses tonuyla açmaya çalışıyorum telefonu."
Aylin kıkırdayarak "İyi yapıyorsun hayatım, yardımı çok büyük." dedi ve ekledi "Taco yanında mı yine?"
"Evet burada, yüzüme bakıyor uzun uzun. Yine bir şey anlatmaya çalışıyor galiba ama anlamıyorum."
"Telefonu kapat Aylini sevmiyorum diyordur."
"Saçmalama Aylin." diyerek güldüm.
"Bir haftadır koluna boydan boya pansuman yapan sen değilsin Eylül Hanım."
"Ufacık bir çizdi sadece."
"Ufacık? Hastanenin dibinde olduğumuza şükrettim."
"Abartıyorsun yine."
"Öyle olsun, ben abartıyım. Selamlarımı ilet Taco Bey'e. O beni sevmese de ben onu çok seviyorum."
"İletirim iletirim. Aylin diyince biraz kabarıp tıslayacak ama neyse. Tüm sorumluluk bana ait."
"Üzülüyorum ya." dedi Aylin. Gerçekten ses tonundan hissetmiştim.
"Ay saçmalama Aylin. Üstüne başka kedinin köpeğin kokusu sinmiştir ondan öyle yapmıştır."
"Bir dahaki gelişimde sevicem ama bak görürsün."
"Seversin seversin." dedim gülerek.
"Ben şimdi kapatayım, hem sigaram bitti hem saat gelmek üzere."
"Tamam, çıkınca gel bize. Babam sevdiğin tatlıdan yaptı."
"Hastaneden çıkar çıkmaz koşmaya başlayacağım."
Sigaramı söndürdüm, Tacoyla vedalaştım ve annemin yanına gitmek için derin bir nefes alıp karşıdan karşıya geçmek için ışığı beklemeye başladım.
Annem adını bile telaffuz edemediğim bir hastalığa yakalandı iki sene önce. Hayatımda böyle bir hastalıkla karşılaşmamışken onun gelip annemi bulması beni kahrediyordu. Sadece haftada bir kere bir saatliğine ameliyat önlüğü gibi her yerimi kapatan bir giysiyle, ağzımda üç maske, elimde eldivenlerle annemin yanına girebiliyordum. Annem eskisi gibi saçlarımı sevemiyordu. Anneme eskisi gibi sıkı sıkı sarılamıyordum iki senedir. Ondan hiç bu kadar ayrı kalmamıştım. Şimdiyse onu haftada sadece bir saat görüp dokunamıyorum bile. İçimdeki umudun tek sebebi annemin gerçekten çok güçlü bir kadın oluşu ve bu hastalığı yeneceğine olan inancı. O zaman eskisinden bile daha yakın olacağım ona. Bir an bile yanından ayrılmayacağım.
Hemşirenin beni tam teşekkül giydirmesiyle birlikte annemi ziyaret için getirdikleri iki kişilik odanın kapıları açıldı. Sami Amcayla birlikte her hafta bu odaya gelip yakınlarıyla görüşüyorlar. Gerçi iki senedir Sami Amcanın herhangi bir yakınıyla karşılaşmadım. Annemin söylediğine göre yıllardır birini bekliyormuş ama o beklediği her kimse hiç gelmemiş.Ben bile odaya her girdiğimde merakla Sami Amcanın tarafına bakıyorum beklediği kişiyi bir umut görebilmek için ama nafile.
Kapı açıldığında saçımda bone takılı olmasına rağmen saçımı düzeltip, üzerimi silkeleyip derin bir nefes alıyordum. Anneme bir şeyleri sezdirmemek adına yaptığım her hareketim birer ifşa niteliğindeydi. Anneminse beni gördüğünde her zaman yüzünde o mahsun tebessüm oluyordu, anlam veremiyordum. Sanki o bu hastalığa yakalanmak istemiş gibi, sanki bir çözüm yolu varmış da o bunu istemiyormuş gibi davranıyordu. Bunun için kendini suçlu mu hissediyordu bilmiyorum ama, beni her gördüğünde, onu her görüşümde olduğu gibi içinde bir yanma olduğu biliyor ve hissediyordum. ''Annem'' dedim sesim titreyerek. ''Daha iyi gördüm seni, nasıl hissediyorsun?''

|  S İ R A Y E T  | Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin