" O an koşa koşa kapına gelmiştim. İşittiklerimi gördüklerim teyitlemişti. İnsanın hayatı bir ayda bu kadar değişemezdi. Nasıl olur da otuz gün önce dünyanın en mesut insanı olurken, otuz gün sonra bataklığa çekiliyormuş gibi hissedebilirdim? Nasıl olur da Ay Dünya etrafındaki turunu bile tamamlamadan ben Güneşime veda ederim? 'Zamanı durdursam? ' diye düşündüm bavullarını kapıda görünce. Zaman tam şuan dursa ve ben seni sonsuzluğa uğurlamak zorunda kalmasam. Zaman dursa ve biz hep burada kalsak mutsuzluk olmadan. Fakat ne benim böyle bir sihrim vardı, ne de senin böyle bir isteğin. Acı da olsa anlamıştım, artık bataklığın dibindeydim, bu belliydi. Fakat hala ayaklarıma doğru bakmaktan vazgeçemiyordum. Çünkü biliyordum ki, sen her nerede isen orası çiçek bahçesidir."
"Vedalar ne zor.." diye geçirdim içimden kitabımın bu kısmını okuyunca. Hiç birinden veya bir şeyden vazgeçmemiştim. Hiç kimse de bana veda etmemişti bu zamana kadar. İnsan kendisinden bile öteye koyduğu bir şeye nasıl veda edebilirdi ki? Bu şeyin sadece insan olmasına da gerek yok, bağlandığın herhangi bir şeye veda etmek ya da bir anda kaybetmek bile insanı çöküşe sürükleyen uçurumda, ayak altından kayıp giden ufak bir taştan farksızdır. Seni alaşağı edeceğini asla düşünmediğin ama yokluğuyla savaşmak zorunda kalınca yerden kalkamayacağın bir an, bir anı..
Bu düşüncelerle boğuşurken bir yandan da kendime akşam yemeği hazırlamaya başlamıştım. Babaannem bu gece amcamlarda kalacaktı ve ben evde yalnızdım. Bir gece de olsa yalnızlığa kucak açıp, düşüncelerime dalmak beni rahatlatacaktı.
"Şimdiii, önce soğanı mı koyuyoruz yoksa patatesi mi acaba.." diyerek tekrar yemek tarifi sitesini açtım.
"Tamam, ilk önce soğanlar sonra patates." diyerek aklıma not edip soğanları doğramaya başladım. Arkada şarkımı açmayı da unutmadım." Ozan oldum, sevgim sonsuz
Yüreğimde bir heyecan.
Sazım bile sustu sensiz
Gel kaçma gel bana ceylan.."Bu şarkıyı çok sevdiğim ve anlamdıramadığım bir şekilde hayatımın merkezine konan kitap sayesinde keşfetmiştim. Tugay kemanıyla 'S'nin dersinde çalıp söylemişti bu şarkıyı. O günden beri yerini ayırmıştım bu şarkının içimde.
Soğanları tarifte yazıldığı gibi kesmiş, tencereye almış, baharatlarını eklemiştim. Üzerine biraz zeytinyağı gezdirip ocağa koydum. Bangonun üzerini iyice temizleyip patatesleri soymaya başlamıştım ki telefonum çaldı, Aylin arıyordu.
"Efendim hayatım."
"Ooo, yalnız telefonu böyle açma alışırım." Aylin ve mizah anlayışı çok farklı bir seviyedeydi. Gülüp ellerimi yıkamaya başladım.
"Yalnız ben Eylül, Gökçeyi konferansa alıyım istersen." diyip güldüm. Aylinin kabul etmesi gereken bazı gerçekler vardı. Hayatımdaki en cesur genç kadındı, ama korkak cesur olan tiplerden. Konu yakın çevresi olunca içinden baskın ve dizginsiz bir aslan çıkıyordu adeta, bu onun cesaret dolu tarafıydı ama konu ne zaman kendisi olsa o aslan bir anda sarman cinsi yavru kediye dönüşüyordu. Benim cesur korkak savaşçım..
"Gök - çe ne alaka?" duraksayarak ve beni aptal sanarak sorduğu bu soruyu duyunca istemsiz kaşlarım çatılmıştı. "Şuan sarman olan sensin, aslana yol aç Aylin Hanım.." diye içimden geçirip gülümsedim.
"Ne mi alaka? Tamam okula birkaç gündür gelemiyor olabilirim ama en yakın arkadaşımsın Aylin, bana yapma bari." Bu sırada terasa çıkıp bir sigara içmeye karar vermiştim.
"Ne-neyse. Şuan bunun için aramadım seni."
"Hadi amaa, şuan bu ciddiliğe ihtiyacım yok." Evet çünkü ciddiyete değil cevaba ihtiyacım vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
| S İ R A Y E T |
FantasíaAşk.. İnsana en güzel günlerini de yaşatabilir, yaşadığı günleri yaşamamış saymayı da diletebilir. Geçmişine dönüp baktığında hala görüp gülümsediğin bir his olarak da kalabilir, her yeri karanlık da yapabilir. '' Hangi bağa diksem yabancı.'' diyere...