Neredeydi? Nereye aitti? Toprağa? Gökyüzüne? Yeryüzüne? Herhangi bir yere? Hiçbir yere. Hiçlik dışında hiçbir yere ait değildi. Ya da sadece, hiçbir yere aitti. Yer yüzünde adımları birer birer ilerliyordu fakat ağırlık yapmaktan başka işlevi olmayan bir cisim gibi, belli bir kütlesi olan içi boş bir bedenden ibaretti. Kendi kasırgasında savrulmaya alışıktı. Savrulurken çarpıyor, kırılıyor, paramparça oluyor, o parçaların üstüne düşüyor, her yerini kesikler içinde bırakıyordu ama yinede hissettiği şey hiçbir şeyden öte olmuyordu. O kadar çok her şeyi hissediyordu ki, hiçbir şey hissedemiyordu. Boşluk. Dipsiz kuyu. Çaresizliğin bile olmadığı, o dipsiz kuyu. Çünkü boyut atlanmış, durum ilerlenmiş. Artık çaresizlik bile yok. Kabullenilmiş. Çaresizlik uçup gitmiş, geriye kalan hiçbir şey. Boşluk. Kapkara bir boşluk. Simsiyah. Siyah. En siyah. Bir çığlık gibi. Sessiz bir çığlık gibi. Ses yok. Asla. Ses yok. Asla. Çığlık her yerde, çığlık siyah. Ama ses yok. Asla. Siyah çığlık. Her yer, siyah çığlık. Tamamen. Son seviye, son boyut. En dip. Yaşamın en dibi.
Kendine ait her şeyi kaybetmiş biriydi Feza. Akli dengesi bile varla yok arasındaydı. Oysa daha dün gibi hatırlıyordu her şeyi nasıl da derin hissettiğini. Bu muydu sebebi? Öyle derin hissetmekten mi kaybetmişti her şeyini? O kadar yoğun hissetmekten? Her şeyin fazlası zarardı da, düşünmenin sonu ölümdü. Biliyordu Feza. İlk önce aklını yitirmişti, ardından kalbini gömmüştü. Kalbini değil. Kalbinin kalanlarını. Kalbi tam kalamamıştı.
Hislerin nelere sonuç doğurabileceği bilinmezdi. Bir verem gibi insanı içten içe tüketeceği her insanın aklına gelmezdi. Hislerden başlar, zihne gömülürdü. Kalpten zihne. Zihinde onu baştan aşağıya yayardı, ardından akla dair her şey kaybolur giderdi. Sonu ölüm, sonrası ölüm. Belki hemen, belki sonra. Her şeyin sonu gibi bir ölüm değildi bu ancak. Feza'nın ölümü gibiydi. Bedenden önce. Evreler hazırdı:
Hayal kırıklığı.
Kalp kırıklığı.
Acı.
Daha fazla acı.
Çok daha fazla acı.
Duygu eksikliği. (Örnek: Güvensizlik.)
Acı. Hep daha fazla acı.
Kaldıramayacağın kadar acı.
Duygu eksikliği. (Örnek: Yeni birine karşı sevgi.)
Kayboluş.
Pes ediş.
Vazgeçiş. (Her şeyden. En çok kendinden.)
Yorgunluk. (Karamsarlığın en üst düzeyi, her şeyi olduğu gibi kabullenme.)
Çaresizlik. (Ne hissedeceğini bilememe.)
Boşluk.
Yenilgi hissi.
Son adım, son düşünceler.
Yok oluş.
Yitiriş.
Bekleyiş.
Sessizlik.
Ruhsal ölüm.
Ve bunların her biri vereme atılan ilk adımlar gibi, ufak bir düşünceyle başlıyordu. Feza, her evreyi tek tek tamamlamıştı. Sırasıyla, dolu dolu. Asla atlamayarak. Düşünceleriyle kendini öldürmüştü Feza.
Ormanlık alanda toprak kokusunu solarken sadece onun gelmesini bekliyordu. Elindeki tabancayla. Üstündeki hırkayla. Siyahtı, yine. Saçları gibi. O da siyahtı. Yüzü soluktu, renksizdi. Soluk bir sarı. Hasta gibi. Gülümseyebilseydi eğer, gülümserdi Feza. Gidiyordu. Gidecekti. Çok az kalmıştı. Çok az, çok çok az. Dakikalar. Adam gelecekti, Feza ölecekti. Önceden olduğu kızın istediği gibi. Onun gözlerine bakarak ölecekti. Her şey hazırdı. Belkide kollarında ölürdü. Belli olmazdı. Feza'nın son çığlığı sesli olacaktı. Tabanca sesi. Yağmur yağdı. Feza gülümseyebilseydi gülümserdi. Konuşabilseydi kahkahalar atardı. Sadece gökyüzüne baktı. Kara bulutlar. Her yerde. Ağaçların arasında. Feza'nın ölümünü bekliyor.