Unutmak mı daha kolaydır, yoksa hatırlamak mı? İnsan ruhunun derinliklerinde yankılanan bu soru, yaşamın en kadim bilmecesidir. Hatırlamak, zamanın gölgesinde kalan anıları gün ışığına çıkarır. Geçmişin yankıları, ruhumuzu sarar, sevinçler ve acılar arasında bir dans başlatır. Hatırlamak, bazen bir dostun sıcak gülümsemesi gibi içimizi ısıtırken, bazen de bir yaranın yeniden kanaması gibi yürek burkar. Unutmak ise, zamanın acımasız ellerinde eriyen anılar misali, bizi hafifletir. Ancak, her unutulan anı, kimliğimizin bir parçasının da silinmesi demektir. Unutmak, ruhun derinliklerinde bir boşluk bırakır, geçmişin izlerini yavaşça siler. İnsan, hatırlamanın ve unutmanın arasında bir denge kurmaya çalışır; çünkü her hatırlama, varoluşumuzu şekillendirirken, her unutma, bizi geleceğe hazırlar. Hatırlamak ve unutmak, yaşamın dokusunda iç içe geçen iki ipliktir, ve bu iplikler arasında kurulan denge, insanın hikayesini yazar.
"Günaydın annem, nasılsın bu gün?" Diye sordu ateş annesine. Cevap gelmedi. Annesi pencerenin dışına dalgınca bakıyordu, dışarıda baktığı her şey ne kadar canlılığı gösteriyorsa, bu oda tam tersini yansıtıyordu. Duvarlar, hafif bir mavi tonuyla sarmalanmış, birkaç sade mobilyayla donatılmış ve derin bir boşluk hissi yayıyordu.
-"Annem?" Diye tekrar seslendi annesine, fakat hala cevap yoktu. Odanın içinde derin bir sessizlik hüküm sürüyordu. Ateş derin bir nefes aldı, ve sabırlı olmaya çalışarak tekrar konuştu:
-"Ne yaptın dün? Yemeğini güzelce yedin mi annem?" Diye yine sordu, annesinden bir cevap bekleyerek, fakat yine cevap gelmedi. Annesinin bu sessizliği kalbine bir ağırlık gibi oturmuştu. Annesi dışarıya dalgınca bakarken, Ateş yanında oturuyordu. Annesinin gümüş gibi parlayan saçları ve yüzündeki derin çizgilere bakıyordu. Elleri titreyen ve geçmişin yükünü taşıyan annesi, odadaki soluk mavi tonlardan ve hafif hüzün atmosferinden tam bir tezat oluşturuyordu.
- "Annem, güzelim, hadi cevap ver bana, oğlun çok özledi seni"
Annesinin gözlerinde bir hareketlilik oldu, fakat yine sessizlik hüküm surdu. Ateş annesini sessizliği ile bir kez daha karşılaşınca, bu günde annesiyle konuşmayacağını anlayıp ayaklandı. Fakat annesi hafifçe başını çevirip gözlerini Ateşin gözlerine dikti. Bir an duraksadı, sonra ise dudakları aralandı:
-" hava ne kadarda güzel, çiçekler, böcekler, lavantalar ne de güzel kokuyordur. Biliyor musun, oğlum bu havada çıkmayı çok severdi, sen de sever misin?"
Ateş bir an duraksadı, annesini konuşması onu yerine geri oturtmuştu. Derin bir nefes aldı ve dolmuş gözlerimi tutmaya çalışarak gülümsedi "severim tabi!, severim.." dedi, sesi titreyerek. Annesi başını yeniden çevirip dışarıya, pencerenin ardındaki dünyaya dalgın gözlerle bakmaya devam etti. Kuşların cıvıltıları ve uzaktan gelen rüzgarın uğultusu, odadaki sessizliği dolduruyordu. Tam bu sırada, Ateş'in cep telefonu aniden çalmaya başladı, sesi odanın dinginliğini bozan bir yankı gibi geldi. Ateş cep telefonun cebinden çıkardı ve ekrana baktı, arayan numara tanıdıktı: Baran başsavcı.
Derin bir iç çekerek, yeniden ayağa kalktı, annesine dönüp bir an daha baktı, yüzünde hafif bir gülümseme vardı, ancak gözleri hala uzaklara dalmıştı.Ateş hızlı ama sessiz adımlarla odadan çıktı ve odadan biraz uzaklaştı. Titrek elleriyle telefonu açtı : "buyurun başsavcım" sesindeki profesyonelliği korumaya çalışıyordu.
Koridorun soğuk ve beyaz ışıkları altında yavaşça yürürken aklı ve kalbi hala odada annesinin yanındaydı. Her zaman olduğu gibi.
-"Ateş acil bir durum var, derhal gelmen gerekiyor." Dedi başsavcı, sesindeki ciddiyet her zamanki gibi belirgindi.
-"Bir sorun mu var? Dosya ile ilgili mi?" Diye sordu, endişe ve merak ses tonunda belirgindi
Başsavcı sessiz bir an bekledi, sonra kararlılıkla devam etti "gelince anlatırım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Durmuş saat
Teen FictionZaman durmaz, geçmiş değişmez, eski hatalar düzelmez ve yaralar iyileşmez, çünkü onlar bir küçük kıvılcım gibidir, zamanında müdahale edilmez ise her yer alev alıp ateşlenir, ve bize geriye külleri kalır. Sonuç olarak dönemediğimiz, değiştiremediğim...