Şimdi alayla gülme sırası onda değildi ama sıra bize de hiç gelmeyecekti.
Aptal olmak, birini suçlarına kör olacak kadar istemek miydi? Bu sorunun cevabını duymaktan öyle korkuyordum ki kendime bile soramıyordum. Bazı soruları sadece kendimize sormamız gerekirdi ama o soruları en çok kendimize soramazdık. Bu duyguyu son zamanlarda çok fazla yaşıyordum.Balkonda oturmuş esen rüzgarın bedenime dokunmasına izin veriyordum. Şehrin ışıkları parlak ve göz alıcıydı ama içimdeki ışıklar söndüğünden beri bunlar sadece önümü görmeme yarayan şeylerdi. Onlara ihtiyaç bile duymuyordum artık. Elim göğsüme gittiğinde amacım bana güç veren o kolyeye dokunmaktı ama çıkardığımı unutmuştum. Onu çıkarmak, kendimi de bir kozadan çıkarıp dünyaya adım atmak gibiydi. Bir tırtıldım ve o kolye kozamdı. Sonra onu çıkarıp uçmaya başladım. Yeniden doğmadım, değiştim. Değişmenin bu kadar sancılı olacağını bilseydim ömrümün sonuna kadar küçük bir kozada her şeyden habersiz yaşardım çünkü hayatta kalmamın tek yolu aslında buydu. Tek günlük ömrümü başlatan da o kozadan çıkmam değil miydi zaten?
Ayaklarım demir parmaklıklardayken aklımdaki tüm düşünceleri daha sonra düşünmek üzere susturup odama döndüm. Işığı yakmak yerine penceremi açıp yatağıma geçtiğimde telefonum bir yıldır olduğu gibi sessizdi. Ne bir arama, ne bir mesaj yoktu. Onları merak ediyordum ama araya giren zamanın bizden daha güçlü olduğunu hissediyordum. Zaman bana ilaç değil engel oluyordu. Kötü olan ise bunu değiştirmek için hiçbir şey yapmıyordum.
Simsiyah yorganımın altına girip biraz olsun güvende hissetmek istesem de bu artık olmuyordu.
***Göğsümün tam ortasında bir sancı vardı ve o sancının gözyaşları özlemdi. Uyandığımda gözlerime batan yaşlar yerini donuk bakışlara bıraktığından beri aslında yaşamıyordum. Atak geçirmeye bile razıydım belki. Sadece acıdan başka bir şey hissetmek istiyordum. Sadece bir yıl önce zorlukla bulduğum ve daha doyamadan kaybettiğim o ruhu geri istiyordum.
“Dersimiz bitmiştir.” Hocanın gür sesiyle sadece dinliyormuş gibi yaptığım dersin bittiğini fark edip gözlerimi kırpıştırdım. Eşyalarımı siyah omuz çantama yerleştirip amfiden inmeye koyulduğum sırada biri arkamdan aceleyle yürüyordu.
“Affedersin! Kalemin bende kaldı.” Halsizce dönüp bana kalemimi uzatan çocuğa baygın bir bakış attım.
“Sende kalsın.” Kalemi ne zaman verdiğimi bile hatırlamıyordum.
“Barış ben.” Mavi gözlerine bakınca bir an aklıma Hakan geldi. Onun da buz mavisi gözleri vardı ve ilk gördüğümde korkmuştum. Şimdi ne yapıyordu acaba?
“Tamam.” Sadece bunu söyleyip yoluma devam ettiğimde arkamdan garip bakışlarla baktığını biliyordum. İnsanlar benden ne kadar uzak kalırsa o kadar iyiydi.
Fakültenin önündeki kafeye girip bir baristanın kahvemi hazırlamasını beklerken de bu mavi gözlü cıvık çocuk yanımdaydı.
“Sen adını söylemedin ama.” Simsiyah kahvemi alıp artık yüzüme yapışan o donuk ifadeyle çocuğa döndüm. En sevmediğim insan tipi muhatap olmadığımı belli ettiğim halde etrafımda cıvık hareketler yapan insanlardı ve bu çocuk yüzündeki yavşak gülümsemesiyle dikildiği için sinirlerim iyice gerilmişti.
“O kalemin benim olmadığını biliyorum. Anlaşılan bu taktiği ilk defa deniyorsun ya da daha önceki ne kadar aptal göründüğünü söylememiş.” Sesim hava kadar soğuk çıktığı için memnundum.
Çocuk havaya kalkmış kaşlarıyla boş boş bakarken kahvemden büyük bir yudum alarak arabayı park ettiğim yere ilerledim. Babam ehliyet aldığımdan beri arabasını kullanmama izin veriyordu hatta artık izin istemeden alıyordum. Hiçbir şeyin farkında değilmiş gibiydi ama olsa da bu duruma itiraz etmezdi. İyi bir şoför olmama en çok o sevinmişti çünkü gerektiğinde annemi hastaneye götürebilecektim. Babamı kaç gündür görmediğim aklıma gelince derin bir nefes verdim. Birilerini özlemekten çok yorulmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖZGÜR
Mystery / ThrillerTutsak serisinin ikinci kitabıdır. Geçmişini sevdiğinde ve onu arkana aldığında, artık özgürsün.