1. VİRGÜLDEN SONRA

6 3 0
                                    

Sarı lale sevgi ve hoşgörüyü simgeler.


Kalbim kanatları küle dönmüş bir melek kadar ağrılıyken aklım hiç olmadığı kadar dinçti. Gözlerimin üzerinde saydam bir perde yoktu ya da başım dönmüyordu. Zihnimde geçen binlerce felaket vardı ancak onların önünü kesmeyi öğrenmiştim. Belki de bunun sebebi, hep beklediğim ama olmasından deli gibi korktuğum felaketin gerçekleşmesiydi.

O imzayı atarken belki de korkudan titremem gerekiyordu ama gayet sakin ve ciddiydim. Parmaklarımın arasında duran metal kalemin bile canlı olduğunu ve bana alayla güldüğünü hissettiğim o birkaç dakikanın ardından özgürlük için savaşan Işık, tutsaklığı unutmaya hazırdı.

  İhanet mi yaralar kalbi en çok yoksa sevmek mi ayırt edemediğim bu günlerde hava bana yine o günleri hatırlatmak ister gibi soğuktu.

Bir yıl. Tam bir yıldır o eylül gününde kalan ve beni tekrar bulamayan ruhum şimdi hangi denizin dalgasında acısıyla ağrıyordu kim bilir? Hangi yalana kanıp kimlere güveniyordu ya da kimi seviyordu şimdi? Umarım canımı yakanların yanında değildir dedi ruhumdan kalan son melek kırıntısı. Bazen şeytanı susturmayı ve bana eski beni hatırlatmayı başarıyordu. Bazen sanki yaralı olan sadece güvenimmiş gibi düşünmeme neden olabiliyordu oysa şeytan, en büyük yarayı sevgimin aldığını biliyordu.
  
“Hallettin mi?” Annemin her zamankinden soğuk çıkan sesi canımı hiç yakmadı.
 
“Hallettim.” Şoför koltuğuna geçip kemerimi taktıktan sonra sadece yola odaklandım. Okul için gereken son imzayı da attıktan sonra ve tekrar okula dönmenin getirdiği garip hisle gaza bastığımda düşündüğüm tek şey, artık ne yaşayacağımın umurumda olmamasıydı. Okulu dondurma kararım hastalığımdan kaçmaktı. Dönme kararım ise hastalığı kendimden kaçırmaktı. Acının tedavisi acıdır derdi kardeşim. Acaba o yüzden mi bana acı vermişti diye düşündüm. Sadece düşündüm ama eski Işık olsa kesin inanırdı. Bununla kendini avuturdu hatta.
 
Kerem ve Ferit gitti. Kerem sözlerinin boşa olduğunu fark ettiği anda, Ferit ise benim gerçekten ona tutulmuş bir aptal olduğumu fark ettiği anda.
 
Nazlı gitti. Hangi anda bilmiyorum. Bildiğim tek şey, Nazlı Deniz gitti.
 
Hakan gitti. Nereye gitti bilmiyorum.

Mert şirketin başına geçti. Aylar önce son konuşmamızda böyle söylemişti.
 
Gökhan’ın babası öldü. Bir kere görüştük. Hiç ağlamamış. Öyle söyledi.
 
Aslı hayatta kalmış. Gökhan ile yaşıyormuş.

Nehir ve Acar ayrıldı. Neden bilmiyorum. Sormadım.

  Tam bir yıldır, yeni bir eylül gelene kadar ne yaptıklarını bilmiyorum. Onları görmeye dayanamıyorum. Kahkaha duymaya dayanamıyorum. Özlemeye de dayanamıyorum ama en çok ruhsuzluğuma dayanamıyorum.

Ruhumu kaybettiğim için oraya, her şeyin başladığı yere gitmiştim ve bulmuştum da. Mutlu, üzgün ve korkmuş hissetmiştim ama şimdi en başa tekrar dönmüştüm sanki. Acı dışında hiçbir şey hissetmiyordum. Bazen acıyı da hissetmediğim nadir anlar oluyordu ama şeytan yine arkamda belirip o acıları bir toz bulutu gibi zihnime süpürüyordu.
Zihnim eski bir halıya benziyordu ve acıları onun altına süpürüyordu.
 
Arabayı durdurduğumda annem ölü bir beden gibi yavaşça indi. Eve girene kadar onu izledim ve arkasından duygusuzca baktım. Her hafta gittiği terapiler sayesinde en azından bir yıl öncesine göre şimdi daha iyiydi. Babam eve artık her gün gelmiyordu. Annem ne onu ne de beni görmek istemiyordu ama zorundaydı.

Derin bir nefes alıp gaza tekrar bastım. Keşke yaşanılan her şeyi de tekerlerin altında akan yol gibi arkamda bırakabilseydim ama onlar aklımda kilitli bir kafeste tazeliğini koruyordu. Anahtarı bulamıyordum ve aramayı bırakmıştım.

Yolumun üzerindeki çiçekçiye girip her zamanki gibi bir demet sarı lale aldım. Nazlı ile olan ama hiçbir zaman hiç kimseye anlatmadığım o an tekrar aklıma geldiğinde acıyla yutkundum ve çiçekleri daha sıkı tuttum.

Öldüğümde mezarıma sarı laleler bırak.” demişti uykulu sesiyle, acilen hastaneye kaldırıldığı bir gündü. Hava sıcaktı ama onun bedeni buz gibiydi.
 
“Bırakırım.” demiştim ağlayarak. O zamanlar ne çok ağlardım.

ÖZGÜR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin