Blueberry Macaron

56 6 9
                                    

Pazartesi günü babam beni okula bıraktı. Pazar günü, Sumruyla olan konuşmamızdan sonra, hemen okuldan çıkıp kafeye gitmek için can atıyordum. Belki geri gelirdi. Belki onu tekrar görürdüm.

Sınıfıma girdim. Ben genelde tenefüslerde sınıfta oturan, çok da bir özelliği olmayan, okula gelmese kimsenin ruhunun bile duymayacağı tipten bir öğrenciyim. Sanırım ben olmasam kimsenin hayatından bir şey eksilmez.

Sırama doğru yürüdüm ve masanın üzerine kaldırdığım sandalyemi indirdim.
+ Günaydın! dedi Miray.
- Günaydın, dedim ve kulaklıklarımı boynuma çıkardım.
+ Naber?
- İyi senden?
+ Uykulu.
- Kötü olmuş.
+ Aynen.
Oturdum ve kafamı sıraya koydum.
+ Tenefüste kantine gidelim mi?
- Olabilir. Ne alacaksın?
+ Browni...
- Tamam, gideriz.
İlk ders fizikti ve hem fiziksel hem de mental olarak kaldıracak durumda değildim. Yapabildiğim ama sevmediğim bir dersti. Kendimi uyumamak için zor tutuyordum. Miray ise beni dürtüyordu.

Zil çalınca 10/C ye gittik. Eylülü alıp kantine inecektik. Kapının önünde durduk ve Eylüle baktık. Bizi fark edince hemen nereye gideceğimizi anlayıp cüzdanını çıkarırken, sınıflarında küçük bir kalabalık gördük. Herkes bir şeyin başına toplanmıştı.
Eylül yavaş yavaş yanımıza yaklaştı. Yorgun olduğu yüzünden belliydi.
- Selam.
+ Selam. Kantine gidiyoruz değil mi?
- Hmhm.. bu arada...
merakıma engel olamadan sordum,
- Şuradaki kalabalık ne?
+ Ha.. yeni kız.
- Anladım.

Yürüyerek kantine gittik ve ikisi de brownilerini alıp huzura kavuştu. Biraz sohbet ettik, dolaştık. Merdivenlerden çıkarken ise, onu gördüm.
Arkasında bir grup insan vardı ve herkes onunla konuşmak için can atıyordu ama o, bana bakıyordu.
Yaklaşık 3 saniye boyunca gözlerimiz birbirimizin gözlerinden ayrılmadı.
Sonra ise, Mirayın koluna dolandığım için, sınıfların olduğu köşeye çekildim.
Ancak gözlerim ondan çekilemedi.

Eylül kendi sınıfına gittikten ve biz de köşeyi döndükten sonra Mirayla sınıfa girdik. Küçük çaplı bir şok sonrası ağızımın açılmış olması Miraya şu soruyu sordurttu
+ Ne oldu be? Neye şaşırdın yine?
- Yeni gelen kız
+Çok güzeldi, evet.
-Onu tanıyorum.
+Nerden?
-Geçenlerde kafeye gelmişti. 2 kez. Tanışmıştık.
+Anladım.
Yerime oturduğumda tüm vücudumun afalladığını, titrediğini hissettim. Sanırım artık onu görmek için saatlere, günlere ihtiyacım yoktu.

Fiziğin 2. dersi, artık uykum yoktu. Teneffüslerde koridora çıkmaya üşenen ben, erkeklerin her zaman aşağıya yardırarak inmeleri gibi, sınıftan tekme atarak, koşarak çıkmak istiyordum.

Zil çalınca hemen Eylülün yanına gittim.
- Neden söylemedin.
+O kadar umursayacağını düşünmemiştim.
-Eylül sana günlerdir kafeye bu kızın gelip gelmediğini sorup duruyorum ve sen umursamayacağımı mı düşündün?
*yüzüme tip tip baktı*
-Of. Her neyse. *iç çektim*

Sınıfın içerisine göz gezdirdim ve tekrar onu gördüm. Sırasında oturmuş, bana bakıyordu. Etrafında ilk teneffüse göre o kadar fazla insan kalmamıştı. Elimi yavaşça göğüs hizama kaldırdım ve küçük bir gülümseme ile el salladım. Bana yine boş boş bakıyordu. Biraz durdu ve geri gülümsedi. Aklından geçenleri anlamak gerçekten çok zordu.

Hızlıca Eylülün koluna girdim ve koridora çıkardım. Sırıtmama engel olamadan yürüyordum ve sanırım mutlu olduğum fazla belli oluyordu. Eylül sormadan edemedi,
+Cidden beğendin mi?
-Sanırım. Güzel ve nazik bir kız ama o bana gelmediği sürece benim ona bir adım atmayacağımı gayet iyi biliyorsun.
+Doğru... Belki en azından instagramdan eklemeyi deneyebilirsin?
-Bakarım. *göz devirerek söyledim*

-Timeskip-

Günün geri kalanı nasıl geçti anlamadım bile ama tüm gün ayaklarım yere basamıyordu heyecandan.
Eve gidince hemen hazırlanıp kafeye yürüdüm. İçeri girmemle birlikte zil çıngırdadı, etrafa bakındım. Eylül yine erkenden gelmiş, beni bekliyordu. Bir elinde fincan, diğer elinde bez ile fincanı kurluyor, parlatıyordu. Baktı ve sırıttı.
Ona ne olduğunu merak eder gibi baktım. Kafasını yukarı doğru ittirdi ve arkama bakmam gerektiğini belli etti.
Geriye doğru döndüm ve şaşkınlıkla bakakaldım. Koyu mavi saçlar, kahverengi boş gözler, mükemmel burun, tamamıyla orantılı bir yüz... bu sefer daha yakın duruyordu bana.
Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı, avuç içlerim terlemeye başlamıştı. Öylece bakakalmıştım ona.
Gelmesini beklemiyordum çünkü daha dün gelmişti. Tabiki bu bir bahane değil ama yine de... sanırım şaşırmıştım.
+Selam
-Selam *gözlerinin içine baktım hafif bir tedirginlikle selam verirken*
+Ders çalışmaya gelmiştim.
Bu bilgiyi ne yapmam gerektiğini tam olarak anlamamıştım sanırım kahve almak ya da bir şeyler yemek falan istiyordu. Yine de cümlesinin devamının geleceğini düşünerek sessizliğimi korudum.
+Pardon- bunu neden söylediğimi bilmiyorum bile. Her neyse, dün söylediğim kahveden alabilir miyim? Özür dilerim, nerden hatırlayacaksın ki. Şeydi, vanilyalı-
-Vanilyalı ice latte. Laktozsuz sütlü. İki çay kaşığı esmer şeker ve krema?
+Ah. Hatırlıyorsun.
-Elbette. Siz istediğiniz yere geçin isterseniz. Ben de birazdan getiriyorum.
Gülümsedi ve dün oturduğu, camın kenarındaki, masaya geçti. O masa benim de favorimdi. Köşedeydi, tüm kafeyi ve tüm caddeyi görebiliyordu, çiçeklere ideal mesafedeydi yani kokularını duyabiliyordunuz ama hapşırmanıza sebep olacak kadar da fazla polen kokusu almıyordunuz. Güneş her zaman güzel düşerdi bu masaya.
Dün yaptığım kahvenin aynısını, aynı özenle yaptım ve yanına yaklaştım.
-İstediğiniz başka bir şey var mı?
+Yok teşekkür ederim.
-Ne demek. *Gülümsedim ve bir kaç saniye boyunca gözlerimi gözlerinden ayıramadım.*
Bi süre sonra aptalca bakıştığımızı fark edip gözlerimi kaçırdım.
-Neyse. Eğer bir şeye ihtiyacınız olursa seslenmeniz yeterli. *gülümsedim ve tezgaha yürümeye başladım*
+Aslında... *arkamdan seslendi*
-hm?
Sessizleşti. Bir şey söylemek istermiş gibi ağzını açtı ama tekrar kapattı. Sonra konuştu,
+Edebiyat dersine hangi öğretmen giriyor?
-Ne? *çok hafif kıkırdadım*
Çok komik gelmişti çünkü başka bir şey isteyeceğinden ya da soracağından çok emindim. Soruyu son saniye değiştirdiği ise çok belliydi.
+Biliyorsun- yeni geldiğimden konuları yetiştirmeye çalışıyorum da. Eğer aynı öğretmen giriyorsa notları atabilir misin diye soracaktım.
-Bize Mehmet hoca giriyor.
+Aha! Bize de! Eğer vaktin olursa, atabilir misin?
-Tabiki.
Kalbim yerinden çıkmak üzereydi ve eğer bir cümle daha söylemeye kalkarsam tüm kelimelerin yerini değiştirecek, saçmalayacak ve kendimi küçük duruma düşüreceğimi biliyordum. O yüzden sadece aptal aptal gülümsedim ve yine arkamı dönüp tezgahın arkasına geçtim.

Burada oturduğu tüm süre boyunca sayısız kez göz göze geldik. Ya o, beni ona bakarken yakalıyor, ya da ben onu, bana bakarken yakalıyordum. Sanki her seferinde birbirimize söyleyecek milyon tane şeyimiz varmış da dilimizi yutmuş gibi davranıyorduk.

Saat 8 de eve dönmek için kafeyi -akşam mesaisi olanlara bırakmak için- temizlemeye başladık. Tatlı dolabını temizlerken, son 1 tane yaban mersinli makaron kaldığını fark ettim. Ona götürmek ve götürmemek arasında çok kaldım. Belki makaron bile sevmiyordu ama ikram ettiğim için yemişti? Ya da belki de favori aroması yaban mersini bile değildi? İki türlü de, sormaya çekiniyordum. Yine de makaronu dolaptan çıkardım ve tabağa koydum. Yanına yaklaştım ve tabağı masaya bıraktım.
-İkram etmek istedim. Birazdan çıkıyorum da..
Neden çıkacağımı söyledim ki? Bilmesine gerek bile yoktu ve sadece aptalca göstermişti.
+Teşekkür ederim. Geçen sefer de çok beğenmiştim. Yaban mersini favori aromam olabilir. Nasıl tutturduğunda çok şaşırdım.
-Benim de favorim o. Belki seversin diye düşünmüştüm... Bi de...
+hm?
Susmuştum çünkü hafif bir utanç sarmıştı vücudumu.
-Saçınla uyumlu.
Gülümsedi ve kıkırdadı.
+Çok tatlısın. Teşekkür ederim tekrardan.
-Ne demek.
Yüzümün alev aldığını ve bir domatesten farkım kalmadığını fark edince hızlı adımlarla önlüğümü yerine astım, eşyaları topladım, tezgahı sildim. Tam çantamı alırken, onun da toparlandığını fark ettim. Dürüst olmak gerekirse, biraz içim rahatladı çünkü ben çıktıktan sonra o, orada kalacak olsaydı içimden bir ses sürekli olarak "neden daha fazla çalışmadın?" diyecekti. Etrafa bakındı, bir şey unutmadığından emin oldu ve kapı çıngırdadı.
Baktım. Kapının arkasından kafasını uzattı.
+Okulda görüşürüz, dedi.
-Okulda görüşürüz, dedim.
Ardından ben de çıktım.

Akşam eve gidince edebiyat notlarımın hepsini gözden geçirdim. Özensiz yazılan bir paragraf var mı diye baktım. Sonra kelimelere baktım. Düzelttim. Noktalama işaretlerinden başlıkların renkli kalemlerle yazılmasına kadar her şeye dikkat ettim. Tüm notların fotoğrafını çektim ve WhatsApp a girdim.
Bekle... bende telefon numarası bile yoktu ki. Onunla konuşurken heyecandan ne yaptığımı şaşırmış, unutmuştum.
"Harikasın Simay. Tebrikler."
Duş aldım ve yattım. Saat 10 gibi bildirim geldi.

0530...
Selam

simay~
Selam?

0530...
Ben Sumru. Bu gün telefon numaranı almayı unuttuğumu fark ettim de. Sonra sınıf grubundan Eylül'e yazdım. O da bana senin numaranı attı.
0530...
Pardon biraz paylaşımcı bir insanım sanırım.

simay~
Ben de senin telefonunu almayı unutmuştum.
simay~
Sıkıntı yoookk.
simay~
Bekle seni kaydedip notları atayım.
simay~
*26 fotoğraf *

Sumru!!!
Biraz... fazla varmış.

simay~
Maalesef.

Sumru!!!
Napalım... çalışıcaz artık.
Neyse! Teşekkürler! <33

simay~
Ne demek.

Sweets As HeavenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin