on yedi,

298 48 139
                                    

saatlerdir önünde jake'e seslendiğim kapıdan sonunda kilit açılma sesi geldiğinde heyecanla bir adım geriledim ve kapının açılmasını bekledim. şaka olarak başlattığım bu iş saniyeler sonra fazlasıyla gerçek olacaktı. heyecan vericiydi. etek değil, jake'in bacaklarını görmek.

tamam, belki biraz etek de.

işin komiği hoşlandığımı kabullendikten sonra belli etme kısmının bokunu çıkarmıştım, yani, gerçekten. öncesinde de farkında olmadan bir şeyler hissettirmiştim elbette ama arkadaşlarıma itiraf ettikten sonra olay baya boyut atlamıştı. jake'le flört etmeden tek cümle kurmuyor ve o benimle aşık mısın diye dalga geçene kadar buna devam ediyordum. birkaç dakika geçiyor ve yine aynı hâlime geri dönüyordum. tuhaf olansa, jake'in bana karşılık veriyor olmasıydı ki bu gerçekten tuhaftı. arkadaş bile olmadığımızı söylemesinin üstünden çok bir zaman geçmemişti ve şimdi böyle olmasını elimde olmadan garipsiyordum. tamam, sonra kafede buluşup bana yemek ısmarladığında halletmiştik bir şeyleri fakat yine de, diyorum ya, garipti işte. en başından beri tanıdığım jake yoktu sanki karşımda.

üstüne fazla düşünmedim tabii, muhtemelen kendini anca açabiliyordu ve benim sorgulamayıp tadını çıkarmam gerekirdi.

kilidin açılma sesinden hemen saniyeler sonra kapı açıldığında jake göründü. gözüm başta sarı saçlarına, yüzüne, üstündeki beyaz tişört ve ardından da...

altındaki siyah eteğe kaydı.

dizlerinin biraz daha yukarısında biten siyah aşağı doğru bollaşan etek onun belini sıkıca sarmış ve bacaklarını olabildiğince ortaya çıkarmıştı. ona bunun bu kadar yakışması kesinlikle saçmalığın daniskasıydı. tamam, giymesi ihtimâli bile beni heyecanlandırmıştı ama konu cidden etek değildi. konu normalde gördüğümden biraz daha fazlasını görecek olmamdı ama şimdi, absürt durmasını beklediğim etek onda başımı döndürecek kadar güzel görünüyordu.

gözlerimi bacaklarından çekemedim.

"sunghoon, hadi ya. geç dalganı da değiştireceğim," dedi jake acele bir sesle. bakışlarım bir süre daha bacaklarında kaldıktan sonra yüzüne çıktı.

"yakışmış aslında," dedim gülerek. "çıkarmana gerek yok bence."

"kes dalgayı."

gerçekten utanıyor gibi göründüğünü fark ettiğimde gülmeyi bıraktım. aniden ciddileşen yüz ifadem onun kafasını karıştırmış olacak ki kaşlarını çatarak baktı yüzüme bir süre. bense bunu pek umursamayarak konuşmaya başladım. "dalga geçmiyorum, jaeyun. gerçekten yakıştı. ortada saçma sapan kurallarımız olmasa sana neler yapardım, tahmin bile edemezsin."

tuvaletin kapısını açtığından beri etrafta gezinen utangaç bakışları sonunda kendine güvenen bir hâl aldığında gözlerinden bir parıltı geçtiğine şahit oldum. beklemeyeceğim bir şey yaparak kapıdan uzaklaşıp yanıma doğru adımladı. aramızdaki mesafeyi tamamen kapattığında ellerinden biri enseme tırmandı. pekâlâ, bu benim de kesinlikle beklediğim bir şey değildi. yemin ederim ki bu çocuğun bir öyle bir böyle olması benim tüm ayarlarımı alt üst ediyordu.

kuruyan boğazımı yutkunarak ıslattıktan sonra zorlukla konuştum. "kendi koyduğun kuralı çiğniyorsun," dedim. "sınırlarımın içindesin." ellerim sanki bu otomatik gerçekleşen bir eylemmiş gibi anında belini buldu ve onu iyice kendime çektim. ani hareketim yüzünden birkaç saniyeliğine nefesini tuttu ve tekrar nefes almaya başladığında bakışlarını tamamen temas eden göğüslerimize çevirdi.

"istediğim kuralı çiğneyebileceğimi söylememiş miydin?"

"ne yalan söyleyeyim, bu teklife fazla hevesli yanaşacağını düşünmemiştim."

livin' in a dream, jakehoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin