Giriş

256 37 0
                                    

Cinayet: Amerikan Miras Sözlüğü, bunu "bir insanın diğerini yasadışı olarak öldürmesi, özellikle de önceden tasarlanmış bir kötü niyetle" olarak tanımlar. Ancak bir cinayet kurbanı çocuğun annesinin tanımı çok daha farklıdır: "O kadar yoğun bir acı ile birlikte gelen en karanlık cehennem ki, nefes almak bile dayanılmaz bir işkence haline gelir." Biliyorum; ben bir cinayet kurbanı çocuğun annesiyim.

En büyük kızımız, Nancy, 12 Ekim 1978 Perşembe günü öldürüldü. Yirmi yaşındaydı. Hayatımı ve ailemin hayatını sonsuza dek değiştiren telefon çağrısını aldığımda işteydim. "Üzgünüm, kızınız öldü" dediler. O telefon çağrısını ve bu kelimeleri yıllardır bekliyordum. Nancy, doğumda yaşadığı nörolojik travmanın ardından duygusal olarak rahatsızdı. Onun acı ve ıstırabına çare olmadığı gibi, bizimkine de bir çare yoktu. Kendini eroin ve diğer uyuşturucularla tedavi ediyordu ve ergenliğe geldiğinde, "aşırı doz" ve "intihar" gibi kaçınılmaz kelimeleri beklemeye ve korkmaya başladım. Bu kelimeler, anlayabileceğim kelimelerdi. Dedektifin devam ettiğini duydum, "Bayan Spungen, kızınızın erkek arkadaşı Sid Vicious, cinayeti için tutuklandı." Cinayet!!! O, kavrayamadığım bir kelimeydi. Sadece saat altıdaki haberlerde diğer insanlara olurdu.

Sevilen birinin ölümünden sonraki ilk günler genellikle aile, veda etme ritüelini gerçekleştirirken, kabullenilmemiş bir üzüntüyle doludur. Ancak bir cinayet kurbanının ailesi için durum böyle değildir. Hazırlıklı olmadığımız birçok şeyle yüzleşmek zorundaydık: "cesedi" tanımak, ceza adaleti sistemiyle ilgilenmek, medya ile başa çıkmak. Bu karmaşanın içinden geçerken, biz de birer kurban haline geldiğimizi keşfettik. Başka bir annenin bu korkunç sınavı yaşayıp yaşamadığını sürekli merak ediyordum. "Beni anlayacak başka anne yok mu?" diye tekrar tekrar sordum ama kimse cevap vermedi.

Dış dünyaya, koruyucu çevremizden yavaş yavaş geri döndükçe, her köşe başında beklenmedik duygular ve tepkilerle karşılaştım. Cinayete karşı bir damga olduğunu keşfetmek beni şaşkına çevirdi. Bu durum, tecavüz kurbanlarının yaşadıklarıyla güçlü bir benzerlik taşıyor; ancak cinayet kurbanlarının aileleri için suçlama ve bunun doğurduğu sonuçlar sadece kurbanı değil, onları da kapsıyor. Birkaç kez arkam dönükken birinin beni işaret edip yüksek sesle, "O, kızı öldürülen kişi!" dediğini hatırlıyorum. Sanki Nancy'nin cinayeti beni hem sağır hem kör etmiş, hem de suçlu duruma düşürmüştü.

Hayatım yavaş yavaş daha normal bir ritme oturmaya başladı, ancak bu, farklı bir ritimdi. Artık Nancy'nin ölümü tarafından o kadar tüketilmiş hissetmiyordum, fakat onun yerini alan düşünceler yerine garip bir karışım içinde hayal kırıklığı, öfke ve acı vardı. Önceden sahip olduğum enerji ve motivasyonum yavaş yavaş geri geliyordu, fakat onları yönlendirecek bir yerim yoktu. Nancy'nin ölümünden önce ilginç ve anlamlı bulduğum şeyler, şimdi sık sık boş ve yavan görünüyordu.

Nancy'nin cinayetinden on sekiz ay sonra, Cincinnati merkezli bir destek grubu olan "Parents of Murdered Children"ın (Cinayet Kurbanı Çocukların Ebeveynleri - POMC) kurucusu Charlotte Hullinger ile iletişim kurdum. Philadelphia'da bir şube yoktu ve ben de dahil olmaya hazır değildim. Beş ay süren telefon görüşmelerinden bir gün, Charlotte beni aradı ve kimsenin bir şube başlatmak için adım atmadığını söyleyerek bir kez daha bunu yapmaya istekli olup olmadığımı sordu.

Hiç tereddüt etmeden kendimi "Evet, yapabilirim" derken duydum. O sözlerin bir karikatür balonunun içine hapsedilmiş gibi önümdeki görüntüsünü gördüm ve bir kez söyledikten sonra geri alamazdım.

Nancy'nin cinayetinin ikinci yıldönümü olan 12 Ekim 1980'de, kocam Frank ile oturma odamızda yedi aile ile birlikte destek grubunun ilk toplantısındaydık. Nancy'nin ölümünden bu yana ilk kez, olanları başkalarıyla rahatça konuşabileceğimiz bir ortamdaydık; sonunda kendimizi güvende hissedebileceğimiz bir yer bulmuştuk.

And I Don't Want to Live This LifeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin