Sokaktaki ağlama seansımızdan sonra Mark'la evimize geçmiştik. O mutfağa sıcak bir şeyler yapmaya giderken ben hâlâ daha sabah uyanık olmanın verdiği garip yorgunluk ve mayhoş tat ile usul usul ağlamaya devam ediyordum. Kafamı koltuğun başına yaslamış elimle koltuğa salak saçma şekiller çiziyordum. Mark'ın ceketi hâlâ daha üstümde olduğundan Mark gelene kadar onu koklayarak göz yaşlarımın dinmesini bekledim. Mark elinde iki sıcak çikolata ile geldiğinde tek elimle göz yaşlarımı silmeye çalıştım. Mark bardakları sehpaya koyup yanıma oturmuştu. Yanağımı kavradığında dolu gözlerle ona baktım. Derin bir nefes aldı burnumu öptü. Elini bardağa doğru götüreceği zaman içimi büyük bir korku kaplamıştı. Neydi bilmiyorum ama içimde büyük ve göz ardı edemeyeceğim bir hissiyat vardı. Gözlerim korkuyla büyürken eli bardağa ramak kala tutmuştum hızlıca. Bana şaşkınca baktı ama gözlerimdeki korkuyu görünce yüzünü hüzün kapladı. Derin bir nefes aldı ve elimi tuttu. İkimizinde gözleri dolu doluydu. Çok garip bir andı. Bir süre sonra elimi bıraktı ve sessizce karşısına dönüp kapalı televizyondan bizi izlemeye başladı.Mark'la tanıştığımız günden tutun bugüne kadar hiçbir zaman bu kadar garip olmamıştık. İlk sevişmemizde bile en azından birbirimizi gördüğümüzde bile bu kadar garip hissetmemiştik. Şu an sevgiliydik, birdik, mutluyduk -sanırım- ama ortadan kaybolduğu günden beri aramız bozulmuş gibiydi. Mark'ı seviyordum. Mark'ı dillere dökemeyeceğim kadar çok seviyordum. Mark'ı kalbim ilk günkü gibi seviyordu. Onun benden uzaklaşma isteği, soğuması, başkasını sevmesi, beni artık yanında istememesi gibi düşünceler bile nefesimi kesmeye yetiyordu. Düşünceler denizinde boğulurken düşüncelerim birer birer tüm hücrelerime su gibi sızmış ve baştan aşağı irkilmemi sağlayarak ağlamamı sağlamıştı. Eve geldiğimizden beri soğumayan yüzüm ,korkudan da olabilir bir türlü ısınamamıştım, göz yaşlarım ile birlikte yanmaya başlamıştı. Hâlâ daha ağlarken onun gibi televizyona karşı döndüm. Dağılmış bedenlerimizi izledim.
O kadar kaybolmuştuk ki ne Mark'a annesi hakkında destek çıkabilmiştim ne de onun hakkında soru sorabilmiştim. Ne kadar Mark'la aramız bozuk olsa da onunla şu an aynı evde aynı koltukta olmamız bile güvende hissetmeme sebep oluyordu. Belki Mark'ta aynısını düşünüyordur dedim kendi kendime. Ama aramızdaki çalan telefonla yine laflarım teker teker bana yedirtilmişti. Telefondaki isimle midem kasılırken telefonu açmaması için dualar etmeye başlamıştım. Mark telefona dönmesiyle alıp kalkması bir oldu. Arkasına bakıp bir kelime dahi etmeyip beni evimizin salonunda hâlâ daha ağlarken bıraktı ve Jaehyun'un yanına gitti. Bekledim. Evden çıkana kadar bekledim. Belki geri döner bir şey söyler, beni hâlâ sevdiğini veya akşama döneceğini ya da bir görüşürüzü bile kabul ederdim ama yapmadı. Kendimi iğrenç hissediyordum. Baştan aşağı bir kusma isteği vardı içimde. Hayatımdaki herkesi Mark için uzaklaştırmıştım. Onunla daha yakın olabilmek için hayatımda neredeyse bir elin parmaklarını geçmeyecek kişiler bırakmıştım. Ve şimdi herkesin teker teker gideceği fikri kafama dank edince biraz daha ağladım. Yapmamam gereken şeyi yapıp hayatımı Mark'a bağlamıştım ve şu an yoktu, belki de gelecektede de olmayacaktı. Ne yapacağım hakkında bir fikrim yoktu. Hayatla sanki ilk defa yüzleşiyordum.
Düşüncelerim ve ağlamaktan bedenim neredeyse çökecek duruma geldiğinde Mark'ın beni, bizi bıraktığı koltukta uzanıp üstümdeki ceketiyle uyuya kalmıştım. Aslında bu düşüncelerden kaçmak için izin verselerdi ömür boyu uyurdum ama işte olmuyordu. Mark yoktu artık. Artık anlatacak bir şeyim de kalmadı. Diyorum ya ben Mark yokken yeni doğmuş bebek gibi oluyorum. Ona ihtiyacım vardı, onsuz kelimelerim bir kifayetsiz kalıyordu. Belki de kırıldığım şey ben hâlâ Mark'a ihtiyaç duyarken onun özgürleşmek için çabalamasıydı. Ne kadar uyudum bilmiyorum ama telefonumun çalmasıyla irkilerek uyanmıştım. Kendime gelmeye çalışırken aynı zamanda telefonu açmıştım bakmadan. "Alo," diye mırıldandım. "Neredesin orospu çocuğu!?" Jeno'nun sinirli sesi ile kendime gelmiştim adeta. Jeno nadir küfür ederdi ve çokta nadir bağırırdı. İkisini aynı cümlede kullandıysa bir şey olma olsalığı çok yüksekti. "U-uyuyordum. Bir şey mi oldu?," kekelememe engel olamayarak sordum. Strese girmiştim durduk yere. "Evet amına koyayım! Mark hastanede seni almaya geliyorum çabuk hazırlan!"
Düşünmedim. İlk defa iyiki düşünmedim sadece yerimden fırlayıp ceketimi alıp kapının önüne çıktım. Bir kaç dakika sonra da Jeno geldi zaten. Yol boyunca işaret parmağımla baş parmağıma işkenceler ettim. Düşünmedim. Düşünmeyecektim. Boğazımda koca bir yumru vardı ama düşünmeyecektim. Bana ihtiyacı vardı ağlayamazdım. Ağlamayacaktım. Sevgilime her şeyimle yardımcı olacaktım.
•
sry hala okuyan varsa yb yazma aski geldi de bi anda😔💪🏻🐒
ŞİMDİ OKUDUĞUN
dumb-ing, Markhyuck
Fanfiction"Mark Lee. Alkolden beter uyuşturucudan iyi bir bağımlılıktı. Severdi, öperdi, sikip atardı. Hayatta becerebildiği şeylerin kısıtlı olduğunu söylerdi. Ama en iyi de sevmeyi becerirdi. Diğerlerine göre Mark Lee insanın başına gelebilecek en kötü hata...