Kenar mahallenin masum çocuklarıydık biz. Haylaz, fırlamanın önde gideni. Nerede bir kavga gürültü olsa mahalledeki asayiş eliyle koymuş gibi bulurdu suçluyu. Parmakla gösterirdi iyiyi ya da kötüyü o kadar kolaydı ki seçmek. Şimdilerde bir hayli zor bilim kurgu filmlerindeki paradoksu anlamak gibi bir şey.
Gün bitmiştir lakin hala mahalledeki dedikoducu kadınlar olay yeri incelemesini bitirememiştir. Ayşe teyze şikayetçi: "Bu ne biçim iş lan, kimin eli kimin cebinde belli değil. Ben şimdi kime iftira atıcam? Herkes suçlu, herkes hırsız." Doğrucu Davut öldü belli ki, ona bile laf atamıyorum diye sinirden köpürmekte.
Ayşe teyze zamanın en eskilerinden yalnız kaldı bu zaman çizgisinde. Alışamadı bir türlü yeni düzene, gün geçtikçe çöktü. Eskiden bir bakışı vardı, hayat doluydu. İnsan sinirden çatlayacak durumda bile olsa, onu görünce kahkaha ile günü bitirirdi. Son gördüğümde, o eski halinden eser kalmamıştı. Tanımadı bile beni, öyle uzun uzun baktı sadece. Yorgunluğu ve o günlere olan özlemi gözlerinden okunuyordu. Çölde susuz kalmış bir bedevi misali duruşu vardı. Onu yıpratan yaşlılık ya da yıllar değildi. Ahir zamanın talihsizliği ve insanların acımasızlığı karşısında çaresiz olmasıydı.
Ayşe teyze, geçmişteki canlılığını ve neşesini kaybetmişti. Yeni düzene uyum sağlamakta güçlük çekiyor, mahalledeki değişimlere ayak uyduramıyordu. Eskiden herkesin güvendiği, sevdiği bir kişi olan Ayşe teyze, şimdi ise şüphelerin ve iftiraların hedefi haline gelmişti. Mahalledeki insanların acımasızlığı ve adaletsizliği, Ayşe teyze üzerinde derin bir etki bırakmıştı.