3.bölüm

93 7 0
                                    

Gün doğumundan bir saat önce yaklaştığımız, hâlâ karanlık
ve ıssız görünen Basgiath'taki uçuş sahası dağların manza­
rasını kucaklıyor, sürü gözden uzak kalmak için elinden geleni
yapıyordu.
"Bu, binlerinin bizi inerken fark etmeyeceği anlamına gel­
mez," diye hatırlattı Tairn, on sekiz saattir Aretia'dan buraya
hiç durmadan uçmasına rağmen kanatlarını istikrarlı bir çabayla
çırpmaya devam ediyordu. Andarna'yı fark edilmeden Vadiye

ulaştırmak için elimizdeki zaman çok kısıtlıydı ve bunu kaçı­
rırsak tüm yavruları tehlikeye atmış olurduk.
"Kendi yavrularını sadece grifon havacılarına karşı değil,
güvenmeleri gereken insanlara karşı da korumak zorunda kala­
caklarını bile bile Gökkubbe'nin, ejderhaların insan binicilerle
bağ kurmasına neden izin verdiğini hâlâ anlamıyorum."
"Bu hassas bir denge? diye yanıt verdi Tairn, yer şekillerini
takip ederek sola döndüğünde. "İlk altı binici altı yüz yıl önce,
halklarını kurtarmanın çaresizliğiyle ejderha inlerine yaklaşmışlardı.
Bu ejderhalar ilk Gökkubbe'yi oluşturanlardı ve yalnızca kuluçka

alanlarını daha büyük bir tehdit olan Veninlerden korumak iç^
insanlarla bağ kurdular. Biz!erin koruma duvarları örecek ya ^
rünler işleyecek başparmaklarımız yok. Her iki tür de birbirin(
karşı hiçbir zaman tamamen dürüst olmadı, her ikisi de diğerin,
kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyor, daha fazlası değili
"Senden bir şey saklamak hiç aklım a gelm edi."
Tairn boynunda hiç kemik yokmuş gibi görünmesine neden
olan o garip hareketi yaparak başını çevirip hafifçe kısılmış
gözlerini bir anlığına bana dikti, sonra dikkatini tekrar araziye
verdi. "Son dokuz ayı telafi etmek için şu anda değerli sorularım
yanıtlamaktan başka bir şey yapamam S
"Biliyorum," dedim sessizce, sözlerinin, ağzıma yayılan
ihanetin buruk tadını yok etmesini dileyerek. Bunu aşmam
gerekecekti. Biliyordum. Tairn, Sgaeyl'e eş bağıyla bağlıydı,
bu yüzden en azından yaptığı her şeyi benden saklamak için

bir nedeni vardı. Andarna'yı da onun yaptığını taklit eden bir
çocuk olduğu için suçlayamazdım. Fakat Xaden için durum
tamamen farklıydı.
"Yaklaşıyoruz. Hazırlan."
"Sanırım yılın başlarında yere yuvarlanarak inme üzerindi
çalışmalıydık," diye şaka yaptım. Tairn öne eğilerek alçalırken
eyerimin kulpunu sıkıca kavradım, ağırlığım da onunla birlikte
öne doğru kaydı. Eyerde geçirdiğim saatlerin acısı daha sonra
çıkacaktı ama yaz rüzgârını yüzümde hissetmeyi hiçbir şeye
değişmezdim.
" Yuvarlanarak iniş yapmak, çarpma ânında seni lime lime
eder," diye karşılık verdi.
"Bunu bilem edin" diye karşı çıktı Andarna, artık hep böyle
konuşacak gibi görünüyordu; her ağzını açtığında Tairn'e ya­
nıldığını söyleyerek.
Tairn'in göğsünden yükselen hırıltı, altımdaki eyeri ve
Andarna'yı göğsünde tutan koşum takımını titretti.

Gülmemeye çalışarak, " Yerinde olsam dikkat ederdim! dedim
Andarna'ya. "Tairn yorulup seni düşürebilir!
"Gururu buna asla izin vermez!

"Bunu, yirmi dakika boyunca koşum takımını takmayacağım
diye inat eden ejderha mı söylüyor?" diye karşılık verdi Tairn.
"Pekâlâ çocuklar, tartışmayalım! Kaslarım gerildi ve Tairn
dalışa geçip Basgiath Dağının kenarını teğet geçerek tekrar
görüş alanımıza giren uçuş sahasına yönelirken uyluklarımdaki
kayış derime gömüldü.
"Hâlâ kimse y ok" dedi Tairn.
"Biliyorsun, yuvarlanarak iniş yapmak ikinci yıl öğretilen
manevralardan biri! Ustalaşmak istediğim bir manevra değildi
ama öğrenmek zorunda olduğum da bir gerçekti.
"Senin yapmayacağın bir m an ev ra diye homurdandı Tairn.
Andarna, "Onu sen taşımazsan belki ben taşırım diye ek­
ledi. Son kelimesine ejderhalara yakışır bir esneme eşlik etmişti.
"Belki de bağ kurduğumuz bu insanı M alek'e kavuşturmaman
için önce kendi inişlerin üzerinde çalışmalısın!
Anlaşılan uzun bir sene olacaktı.
Tairn uçuş sahası olarak da bilinen kanyona inerken mi­
dem kasıldı.
"Andarna'yı Vadi 'ye bırakacağım, sonra geri dönüp buralarda
dolanırım!
"Dinlenmen gerek"
"Sekizinizi kürsüye çıkarıp idam etmeye karar verirlerse din­
lenmek diye bir şey söz konusu olam az" Sesindeki endişe yüzün­
den boğazım düğüm düğüm oldu, "işlerin senin istediğin gibi
gitmeyeceğine dair en ufak bir şüphe bile duyarsan bana seslen!
"Her şey yolunda gidecek" dedim onu sakinleştirmek için.
"Bana bir iyilik yap ve SgaeyTe Xaden la konuşmam gerektiğini
söyle."
"Sıkı tutun!

Zemin hızla yaklaştı ve Tairn inişimizi yavaşlatmak içjn
kanatlarını açarken ben uyluklarımdaki kayışa uzanıp parmak­
larımı tokalara geçirdim. Tairn yere indiğinde ivme beni öne
doğru fırlattı ama kendimi yeniden oturağa çektim, sonra cja
kayışları çözdüm.
Çoktan sızlamaya başlayan kaslarımı görmezden gelerek
omzuna tırmanırken, "Onu buradan çıkar? dedim.
Andarna yüzünden eğemediği ön bacağından aşağı kayarken
Tairn, "Gereksiz risk alma? dedi.
Ayaklarım toprağa değdiğinde öne doğru tökezleyerek
dengemi sağlamayı başardım. "Ben de seni seviyorum," diye
fısıldadım, dönüp onun ve Andarna'nın bacağını okşadım, sonra
önlerinden çekilmek için ileri doğru koştum.
Tairn, Sgaeyl'in insafsız bir ustalıkla yere inmekte olduğu
sağ tarafa baktı, binicisi de benzer bir ustalıkla Sgaeyl in üze­
rinden indi. "Kanat lideri yaklaşıyor?
Bunu atlatıp hayatta kalabilirsek sadece birkaç saat daha
benim kanat liderim olacaktı.
Xaden, Tairn'e havalanması için geniş bir alan bırakarak
bana doğru yürüdü.
Ardından Sgaeyl de havalandı, onları sürünün geri kalanı
takip etti. Sanırım artık tek başımızaydık.
Uçuş gözlüğümü başımın üstüne kaldırıp ceketimin fer­
muarını açtım. Basgiath'ta temmuz ayı, bu kadar erken vakitte
bile bunaltıcı olurdu.
"Gerçekten de Tairn'den Sgaeyl'e benimle konuşmak iste­
diğini söylemesini mi istedin?" diye sordu Xaden, güneşin ilk
ışıkları dağların tepelerini mora boyarken.
"Evet." Hançerlerimin uçuş sırasında düşmediğinden emin
olmak için ellerimi kınların üzerinde gezdirdim ve diğerlerinin
biraz önünde uçuş alanını terk edip İmtihan'ın yanından ge­
çerek bizi bölüğe götürecek olan basamaklara doğru ilerledik.

"Unutmadın değil mi, benimle..." Önüme geçip geri geri
yürürken başının yan tarafına dokundu. Rüzgârdan darmadağınık

olmuş koyu saçlarının alnına düşen tutamını geriye itmemek
için ellerimi sıktım. Birkaç gün önce olsa ona çekinmeden
dokunabilirdim. Parmaklarımı saçlarının arasından geçirip onu
öpmek için kendime çekerdim.
Ama bu eskidendi, şimdiyse durum farklıydı.
"O şekilde konuşmak bana biraz fazla..." Tanrılar aşkına,
neden bu kadar zordu bu? Xaden söz konusu olduğunda, ge­
çen yıl uğruna feda ettiğim her şey bir anda silinip gitmiş ve
ikimizin de koşmayı seçtiğinden emin olmadığım bir engelli

parkurun başlangıç çizgisine geri dönmüşüz gibi hissediyordum.
Omuzlarımı silktim. "Samimi geliyor."
"Peki biz samimi değil miyiz yani?" Kaşlarını kaldırdı.
"Çünkü birden çok kez bacaklarını bana doladığını..."
İleri atılıp elimle ağzını kapattım. "Yapma." Aramızdaki
inanılmaz çekimi görmezden gelmek, birlikteyken nasıl olduğu­
muzu bana hatırlatmasına gerek kalmadan da yeterince zordu.

Fiziksel olarak ilişkimiz -ya da bu her neyse- mükemmeldi.
Mükemmelden de öteydi. Cehennem kadar ateşli ve bağımlı­
lıktan öte bir şeydi. Avucumun hassas derisini öptüğünde tüm
vücudum ısınıverdi. Elimi çektim. "Bizi idam etmeseler bile
kesinlikle bir duruşma olacak ama sen hâlâ şaka yapıyorsun."
"İnan bana, şaka yapmıyorum." Merdivene ulaştığımızda
döndü ve önden inmeye başlarken omzunun üzerinden bana
baktı. "Bana soğuk davranmadığına şaşırdım ama kesinlikle
şaka yapmıyorum."
"Benden bilgi sakladığın için sana kızgınım. Seni görmez­
den gelmek bunu çözmez."
"İyi bir noktaya değindin. Ne hakkında konuşmak isti­
yordun?"
"Aretia'dan beri aklımda olan bir soru var."

"Ve bunu bana şimdi mi söylüyorsun?" Basamakların dibine
ulaştı ve bana kuşkulu bir bakış attı, "iletişimde iyi değilsin,
değil mi? Merak etme. Kalkanınla birlikte bunun üzerinde dç
çalışacağız."
"Bunu senden duymak ne kadar da... tuhaf." Sağ tarafımızda
yükselen güneşin ışığı Xaden'ın sırtına bağladığı iki kılıçtan
yansırken bölüğe giden yola yöneldik. "Bu devrim hareketinin
dost olarak gördüğü herhangi bir kâtip var mı?"
"Hayır." Kale önümüzde belirdi, kuleleri tünelin geçtiği
sırtın kenarından görünüyordu. "Onların çoğuna güvenerek
büyüdüğünü biliyorum..."
"Başka bir şey söyleme." Başımı iki yana salladım. Kendimi
Dain'den korumayı öğrenene kadar olmaz."
"Dürüst olmak gerekirse planı bir kenara bırakıp onu köp­
rüden atmayı düşünüyordum." Ciddiydi ve onu suçlayamazdım.
Dain'e hiçbir zaman güvenmemişti ve Savaş Oyunları sırasında
yaşananlardan sonra benim de ona güvenemeyeceğimden artık
yüzde doksan dokuz emindim. Asıl can sıkıcı olan Dain'in
eskiden en iyi arkadaşım olduğunu bana sürekli haykıran o
yüzde birdi.
Dain'in Athebyne'de başımıza gelecekleri bilip bilmediğini
sorgulamama neden olan yüzde bir. "İşe yarar ama bunun is­
tediğimiz güven etkisini yaratacağından emin değilim."
"Peki bana güveniyor musun?"
"Karmaşık olmayan bir cevap mı istiyorsun?"
"Baş başa geçirebileceğimiz zamanın sınırlı olduğu göz
önüne alındığında öyle olmasını tercih ederim." Tünele açılan
uzun kapıların önünde durdu.
"Hayatım pahasına. Ne de olsa senin hayatın da buna
bağlı." Gerisi bana karşı ne kadar açık olduğuna bağlıydı ama

muhtemelen şu an ilişkimizin durumunu konuşmanın zamanı
değildi.

Başıyla onaylamadan önce gözlerinde hayal kırıklığı gördü­
ğüme yemin edebilirdim, sonra hızla bize yetişmekte olan diğer
altı kişiye baktı. "Aetos'un sana dokunmasına izin vermeyeceğim
fakat sen de onun suyuna gitmek zorunda kalabilirsin."
"Bu meseleyi önce benim halletmeme müsaade et. Sonra
işe yarayacağını düşündüğün her şeyi yapabilirsin." Basgiath'ın
saati duyuran çanları konuşmamızı böldü. Mezuniyet için top­
lanmamıza on beş dakika vardı.
Diğerleri bize ulaştığında Xaden omuzlarını dikleştirdi,
yüzüne ifadesiz bir maske takındı. "Herkes ne olacağını anlı­
yor, değil mi?"
Bu, sır sakladığı için benden af dileyen adam değildi, ayrıca
Aretia'da güvenimi geri kazanmaya yemin eden kişi olmadığı
da kesindi. Hayır, bu Xaden yatak odamdaki saldırganları hiç
düşünmeden katleden ve sonrasında bir dakika bile uyumadan
geceler boyu beni koruyan kanat lideriydi.
Garrick, savaştan önce ısınmaya ihtiyacı varmış gibi boy­
nunu esneterek, "Hazırız," dedi.
"Hazırız." Masen gözlüğünü burnunun üstünde kaydırarak
başıyla onayladı.
Teker teker, hepsi hazır olduğunu söyledi.
"Hadi yapalım şu işi." Çenemi kaldırdım.
Xaden bana uzun uzun, ciddiyetle baktıktan sonra başıyla
onayladı.
Tünele girdiğimizde midem kasıldı; yanından geçtiğimiz
büyücü ışıkları titreşiyordu. Biz ilerlemeye başladığımızda diğer
kapı çoktan açılmıştı. Xaden yanımda yürümeye başladığında
itiraz etmedim. Bölüğe ayak basar basmaz tutuklanma ya da
daha kötüsü, diğerlerinin ne bildiğine bağlı olarak öldürülme
ihtimalimiz vardı.
Güç içimde yükselerek derimin altında uğulduyordu; tam
olarak yanmasa da ihtiyacım olduğunda hazır hâle geliyordu

fakat kayalarla dolu avluya çıkarken etrafta kimse yoktu. Bu
alanın biniciler ve eğitmenlerle dolmasına dakikalar vardı.
Karşılaştığımız ilk biniciler üniformalarındaki İkinci Kanat
armaları ve ukala tavırlarıyla yatakhaneden çıkıp avluya girdiler.
"Bakın sonunda kimler gelmiş? Bahse girerim oyunları ka­
zandığınızı düşünüyordunuz, değil mi Dördüncü Kanat?" dedi
saçları orman yeşiline boyanmış bir binici sırıtarak. "Ama kaza­
namadınız! Siz gelmeyince hepsini İkinci Kanat kazanmış oldu!"
Xaden yanlarından geçerken onlara bakma zahmetine bile
girmedi.
Diğer yanımdaki Garrick orta parmağını kaldırdı.
"Sanırım bu, kimsenin gerçekte ne olduğunu bilmediği
anlamına geliyor," diye fısıldadı Imogen.
"O zaman bunun işe yaraması ihtimali var," diye cevap
verdi Eya ve güneş ışığı, kaşındaki piercing&e. parıldadı.
"Tabii ki hiç kimse bilmiyor," diye mırıldandı Xaden.
Akademik binanın tepesine baktı. Bakışlarını takip ederek
en uzaktaki kulenin tepesinde bulunan çukurda yanan ateşi
görünce kalbim sıkıştı. Hiç şüphesiz, Savaş Oyunları'nda ba­
şarılı olamayan öğrencilerin eşyalarının M alek'e sunulmasını

bekliyorlardı. "Bizim yüzümüzden kendilerini ifşa etmezler."
Yatakhanelerin girişinde hepimiz birbirimize baktık, sonra
plana uygun olarak tek kelime etmeden dağıldık. Xaden ko­
ridorda peşimden gelip son dokuz aydır evim dediğim küçük
hole girdi ama ilgilendiği şey benim odam değildi.
Xaden Liam'ın kapısını açarken kimsenin bizi görmedi­
ğinden emin olmak için sağa sola baktım. Bana işaret edince
kolunun altından geçip odaya girdim, başımın üstündeki bü­
yücü ışığı yandı.
Xaden kapıyı arkamızdan kaparken göğsüm kederin ağırlı­
ğıyla çökecekmiş gibi hissettim. Liam birkaç gece önce o yatakta
uyumuştu. O masada ders çalışmıştı. Komodinin üzerindeki
yarım kalmış heykelcikleri oymuştu.

"Çabuk olmalısın," diye hatırlattı Xaden.
"Olacağım," diye söz verdim ve doğruca masasına gittim.
Orada kitapları ve kalemlerinden başka bir şey yoktu. Gardıro­
bunu, şifonyerini ve yatağının ayak ucundaki sandığı kontrol
ettim ama bir şey bulamadım.
Kapıda nöbet tutan Xaden, "Violet," diye sessizce uyardı.
"Biliyorum," dedim omzumun üzerinden. Tairn ve Sgaeyl
Vadiye vardıkları anda tüm ejderhalar onların döndüğünü öğ­
renmiş olacaktı, bu da bölük yönetiminin tüm üyelerinin bizim
de burada olduğumuzu öğreneceği anlamına geliyordu.
Ağır şiltenin köşesini kaldırınca derin bir oh çekerek sicime
sarılmış mektup yığınını aldım ve yatağı yerine bıraktım.
"Aldım." Ağlamayacaktım. Hâlâ onları odamda saklamak
zorundayken bunu yapamazdım.
Ama ya sonra benim eşyalarımı yakmaya gelirlerse ne olacaktı?
"Hadi gidelim." Xaden kapıyı açtı ve koridora çıktım, aynı
anda Rhiannon da —bölükteki en yakın arkadaşım— diğer takım
arkadaşlarımızdan biri olan Ridoc'la birlikte odasından çıktı.
Of. Kahretsin.
"Yi!" Rhi'nin ağzı açık kaldı ve öne doğru atılarak bana
sarıldı. "Dönmüşsün!" Beni sıkıca kavradı, ben de kendimi bir
an için onun kollarına bıraktım. Sanki onu görmeyeli altı gün
değil de yıllar olmuştu.
"Döndüm," dedim, mektupları bir kolumun altına sıkıştırıp
diğer kolumu ona sardım.
Omuzlarımı sıktı, sonra beni geri itti; yüzümü tarayan
kahverengi gözleri ona söylemek zorunda kalacağım yalan için
kendimi korkunç hissetmeme neden oldu. "Herkes öyle şeyler
söyledi ki öldüğünü sandım." Bakışları başımın üzerine kaydı.
"İkinizin de öldüğünü sandım."
"Bir de kaybolduğun söylentisi dolaşıyordu," diye ekledi
Ridoc. "Ama kiminle birlikte olduğunu düşünürsek hepimiz

ölüm teorisinin daha mantıklı olduğunu varsaydık. Yanıldığı­
mıza sevindim."
"Her şeyi daha sonra açıklayacağıma söz veriyorum ama
şimdi bir iyiliğe ihtiyacım var," diye fısıldadım boğazım dü­

ğümlenerek.
"Violet." Xaden sesini alçaltmıştı.
"Ona güvenebiliriz," dedim Xaden'a bakarak. "Ridoc'a da."
Xaden hiç memnun görünmüyordu. Sanırım gerçekten de
eve dönmüştük.
Rhi kaşlarını endişeyle çatarak, "Neye ihtiyacınız var?"
diye sordu.
Geriye doğru bir adım atarak mektupları eline tutuştur­
dum. Onun ailesi de her şeyi yakma geleneğine her zaman
uymuyordu. Beni anlayacaktı. "Bunları benim için saklamanı
istiyorum. Gizle onları. Kimsenin yakmasına izin verme." Sesim

çatallanmaya başlamıştı.
Gözleri irileşerek mektuplara baktı, sonra omuzları düştü
ve yüzü asıldı.
Ridoc, Rhiannon'ın omzunun üzerinden bakarak, "Bunlar
.la ne?.." diyecek oldu ama sonra sessizliğe gömüldü. "Kahretsin."
Rhiannon, "Hayır," diye fısıldadı ama bunu ricamı red­
detmek için söylemediğini biliyordum. "Liam olamaz. Hayır."

Başını yavaşça kaldırarak gözlerime baktı.
Gözlerim yanıyordu ama boğazımı temizleyerek başımla
onaylamayı başardım. "Onun eşyalarını almaya geldiklerinde
bunları almalarına izin vermeyeceğine söz ver, eğer ben ha­
yatta..." Cümlemi tamamlayamadım.
Rhiannon başını salladı. "Yaralı değilsin, değil mi?" Beni
tekrar inceledi, Venin bıçağının uçuş ceketimde açtığı, Aretia'da
onarılmış olan deliğin izine şaşkınlıkla baktı.
Başımı iki yana salladım. Yalan söylemiyordum. Bu yalan
sayılmazdı. Vücudum artık tamamen iyileşmişti.
"Gitmeliyiz," dedi Xaden.

"Mezuniyette görüşürüz, çocuklar." Yaşaran gözlerime
rağmen onlara gülümsedim ve Xaden'a doğru bir adım attım.
Arkadaşlarım benden ne kadar uzak olurlarsa şimdilik o kadar
güvende olurlardı.
Köşeyi dönüp birinci sınıf yatakhanelerinin bulunduğu
kalabalık koridora girdiğimizde, "Bunu nasıl yapıyorsun?" diye
fısıldadım Xaden'a.
"Neyi?" Kolları iki yanında gevşek dururken sürekli etrafı­
mızdaki insanları tarıyordu, sonra ayrılabileceğimizden endişe-
leniyormuş gibi elini belime koydu. Kalabalığın ortasındaydık
ve bizi fark edemeyecek kadar meşgul olanlar olduğu kadar bizi
gördüğünde dönüp dikkatle bakanlar da vardı. Gördüğümüz

her damgalı öğrenci Xaden'a hafifçe başını sallıyor, diğerleri
tarafından uyarıldıklarının sinyalini veriyordu.
"Değer verdiğin insanlara yalan söylemeyi?"
Göz göze geldik.
İlk Altının büstlerinden birinin yanından geçip kalabalığı
takip ederek yüksek sınıfların yatakhanelerini birbirine bağlayan
geniş sarmal merdivene ilerledik.
Xaden dişlerini sıktı. "V i..."
Elimi kaldırarak sözünü kestim. "Bu bir hakaret değil.
Benim de bunu nasıl yapacağımı öğrenmem gerek."
Avluya açılan kapıya yönelen öğrenci kalabalığından ayrıldık
ve Xaden kararlı adımlarla kubbeye doğru ilerledi, kapıyı açıp
beni içeri soktu. Belime koyduğu elinden bir adım uzaklaştım.
Zihnal bize gülümsüyor olmalıydı çünkü Xaden'ın beni
yanından geçtiğimiz ilk sütunun arkasına çekmesi için geçen
saniye boyunca odanın boş olması bir mucizeydi. Kırmızı ej­
derha bizi bölüğün tüm kanatlarını birbirine bağlayan boşluktan
geçen herkesten gizliyordu.
Bir süre sonra konuşmalar ve ayak sesleri kemerli odayı
doldurmaya başladı ama kimse devasa sütunun arkasında ol­
duğumuzu görmedi, zaten tam da bu yüzden burayı buluşma

yerimiz olarak seçmiştik. Xaden'ın etrafından bakınca bizi çev­
releyen sütunların arkasının boş olduğunu gördüm. Ya herkes
kubbenin diğer tarafındaydı ya da ilk gelen bizdik.
"Şunu bil ki ben değer verdiğim insanlara yalan söylemem."
Xaden bana bakarken sesini alçaltmıştı, sert bakışları sırtımı
mermer sütuna yapıştırmama neden oldu. Eğildi ve ondan başka
hiçbir şey göremememe neden olacak kadar yaklaştı. "Ayrıca
sana asla yalan söylemediğimden eminim. Sadece gerçekleri
seçerek söyleme sanatında ustalaşman gerekecek, yoksa hepi­
miz ölürüz. Rhiannon ve Ridoc'a güvendiğini biliyorum ama
bizim için olduğu kadar onların iyiliği için de onlara gerçeği
söyleyemezsin. Gerçeği bilmek onları tehlikeye sokar. Gerçekleri
parçalara ayırabilmelisin. Arkadaşlarına yalan söyleyemiyorsan
mesafeni koruyacaksın. Anladın mı?"
Gerildim. Elbette bunu biliyordum fakat bu kadar açık
bir şekilde söylendiğini duymak mideme bıçak saplanmış gibi
hissetmeme neden olmuştu. "Anladım."
"Seni bu duruma sokmayı hiç istemedim. Ne arkadaşlarınla
ne de Albay Aetos'la. Sana bir şeyleri söylemememin birçok
nedeninden biri de buydu."
"Brennan'dan ne zamandır haberin var?" Bu doğru bir
zaman olmayabilirdi ama başka vaktimiz yoktu.
Yavaşça soluk verdi. "Brennan'ı ölümünden beri biliyorum."
Dudaklarımı araladım, göğsümde Resson'dan beri var olan
ağırlık hafifledi.
"Ne?"
"Soruyu geçiştirmedin." îtiraf etmeliydim ki biraz şaşırmıştım.
"Sana bazı cevaplar vereceğime söz vermiştim." Öne doğru
eğildi. "Ama duyduklarının hoşuna gideceğine söz veremem."
"Her zaman gerçeği tercih ederim." Bazı cevaplar mı?
"Şu an böyle söylüyor olabilirsin." Dudakları alaycı bir
gülümsemeyle kıvrıldı.

"Her zaman böyle söyleyeceğim." Arkamızdan gelen ayak
sesleri bana tamamen yalnız olmadığımızı hatırlattı ama Xa-
den'ın bunu duyması gerekiyordu. "Son birkaç hafta, ne kadar
zorlu olursa olsun ya da neye mal olursa olsun gerçeklerden
kaçmadığımı göstermiş olmalı."
"Evet ama benim için sana mal oldu." Tüm vücudum geri­
lirken Xaden da gözlerini kapadı. "Kahretsin. Bunu söylememe-
liydim." Başını iki yana sallayarak gözlerini tekrar açtı ve orada
gördüğüm hüzün kalbimin sıkışmasına neden oldu. "Bunun
sana bir şeyleri söylemediğim için başıma geldiğini biliyorum.
Bunu anlayabiliyorum. Ama etrafındaki herkesin hayatı ne kadar

iyi yalan söyleyebildiğine bağlıyken seni kurtaracak olan tek
şeyin gerçek olduğunu anlamak kolay değil." İç geçirdiğinde
omuzları da inip kalktı. "Her şeyi sil baştan yapabilseydim inan
farklı davranırdım ama yapamam, geldiğimiz nokta işte bu."
"Evet, bu." Fakat "bu" dediğinin ne olduğundan bile emin
değildim. Ağırlığımı bir ayağımdan diğerine verdim. "Ama bana
her şeyi anlatmak konusunda söylediklerinde ciddiysen..."
İrkildiğinde kalbim acıdı.
"Doğru düzgün kalkan kurabildiğim zaman bana her şeyi
anlatacaksın, değil mi?" Yakasına yapışıp onu sarsmamak için
kendimi zor tutuyordum. Sertçe. "Odanda söz verdiğin şey
buydu." Bunu bana yapıyor olamazdı. "'Bilmek istediğin ve

istemediğin her şey.' Bunlar senin sözlerin."
"Benimle ilgili her şey."
Of, lanet olsun, bunu bana yapıyor olamazdı. Yine.
Başımı iki yana salladım. "Söz verdiğin şey bu değildi."
Xaden bana doğru bir adım atacak oldu ama çenemi kaldı­
rarak bana dokunmasının ne kadar yanlış bir hareket olacağını
gösterdim. Akıllı bir adam olduğu için olduğu yerde kaldı.
Bir elini saçlarının arasından geçirip iç geçirdi. "Bak, benimle
ilgili sormak istediğin her soruya cevap vereceğim. Tanrılar
aşkına, sormanı, sana her şeyi anlatamasam bile beni, bana

güvenecek kadar iyi tanımanı istiyorum." İkimiz de öyle ol­
madığını çok iyi bildiğimiz hâlde sanki başta söylediği sözler
bunlarmış gibi başıyla onayladı. "Çünkü sen sıradan bir biniciye
âşık olmadın. Bir devrimin liderine âşık oldun," diye fısıldadı,
sesi o kadar alçaktı ki neredeyse duymayacaktım. "Bir dereceye
kadar senin bilmediğin sırlarım daima olacak."
"Benimle dalga geçiyor olmalısın." Sözlerinin verdiği kor­
kunç acıyı yok eder umuduyla öfkenin yüzeye çıkmasına izin
verdim. Brennan altı yıl boyunca bana yalan söylemiş, bunca
zamandır hayatta olduğu hâlde yasını tutmama izin vermişti.

Çocukluk arkadaşım anılarımı çalmış ve muhtemelen beni ölüme
göndermişti. Annem tüm hayatımı bir yalan üzerine kurmuştu.
Eğitimimin hangi kısımlarının gerçek, hangilerinin uydurma
olduğundan bile emin değildim ve tüm bunlardan sonra Xaden

ondan tam bir dürüstlük talep edemeyeceğimi mi söylüyordu?
"Dalga geçmiyorum." Sesinde özür yoktu. "Ama bu söz
verdiğim gibi sana kendimi açmayacağım anlamına gelmiyor.
Söz konusu sen olduğunda hiçbir gizlim saklım yok..."
"Sen ne dersen de." Başımı iki yana salladım. "Bu benim
işime yaramaz. Bu sefer olmaz. Bana karşı tamamen dürüst
olmazsan sana tekrar güvenemem. Nokta."
Sanki onu gerçekten sersemletmeyi başarmışım gibi göz­
lerini kırpıştırdı.
Yaklaşan büyük savaş bir yana, abisinin hayatta olduğunu
bile ondan saklayan adama bakan her mantıklı kadın gibi,
"Tamamen. Dürüst," dedim üstüne basa basa. "Bugünden önce
bana bir şeyleri anlatmadığın için seni affedebilirim. Bunu ha­
yat kurtarmak için yaptın, muhtemelen benimkini de. Ama
şu andan itibaren tam dürüstlük istiyorum, yoksa..." Tanrım,
bunu söylemek zorunda mıydım?
Gerçekten Xaden Riorson'a ültimatom mu veriyordum?
"Yoksa ne olur?" Bakışları sertleşerek bana doğru biraz
daha eğildi.

"Yoksa sana âşık olmaktan vazgeçmek üzerine çalışmaya
başlarım," dedim sertçe.
Gözleri şaşkınlıkla ışıldadı, sonra dudaklarında bir gülüm­
seme belirdi. "O konuda sana iyi şanslar. Ben beş ay boyunca

denedim. Senin için nasıl sonuçlandığını bana haber verirsin."
Öğrencilerin sabah toplantısı için sıraya girmesini bildiren
çanlar çalmaya başlarken ne diyeceğimi bilemeden öylece soluk
verdim.
"Vakit geldi," dedi. "Kalkanlarını sağlam tut. Buraya ge­
lirken çalıştığımız gibi herkesi engelle."
"Daha seni bile dışarıda tutamıyorum."
"Beni zihninden uzak tutmanın pek çok kişiden daha zor
olduğunu fark etmişsindir." Sırıtışı o kadar sinir bozucuydu ki
yumruklarıma hâkim olmak için ellerimi birleştirdim.
Bodhi sol taraftan yüksek bir fısıltıyla, "Hey, belli ki oldukça
önemli bir ânı bölüyorum ve bundan nefret ediyorum," dedi.
"Ama bu son zildi, o yüzden bu kâbusu artık başlatmamız gerek."
Xaden kuzenine ters ters baktı ama ikimiz de başımızı
sallayarak onayladık. Sekizimiz de kubbenin ortasına doğru
yürürken Xaden arkadaşlarına görevlerini tamamlayıp tamam­

lamadıklarını sorarak onları utandırmadı.
Avluda okunan ölüm listesi midemin kasılmasına neden
oldu. "Bugün ölmeyeceğim," diye fısıldadım kendi kendime.
Açık kapıya yöneldiğimizde Garrick, Xaden'a, "Umarım
bu konuda haklısındır," dedi. "Üç yılı tamamlayıp mezuniyet
gününde ölmek büyük talihsizlik olur."
"Haklıyım." Xaden avluya doğru ilerledi ve hepimiz onun
peşinden gün ışığına çıktık.
"Garrick Tavis. Xaden Riorson." Ölüm listesini okuyan
Yüzbaşı Fitzgibbons'ın sesi, öğrencilerin üzerinde yankılandı.
"Bu çok garip," diye seslendi Xaden.
Ve avludaki tüm başlar bize döndü.

demir alevHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin