ghosting

8 1 0
                                    

the moon and the stars tried their best, but i couldn't look away from you

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

the moon and the stars tried their best, but i couldn't look away from you.

hiç birine bakarken kelimelerinizin sizden alındığını hissettiniz mi? mesela, size 'saat kaç?' dediğinde bile yüzüne sadece baktığınız oldu mu?

size şunu kanıtlayabilirim, eğer ki sizin de sevgiliniz felix olsaydı, aynı şeyleri hissederdiniz. rastgele bir iş yaparken bile, güzelliğiyle sizi büyülemesi zor bir iş değil.

pek bir mal varlığım yok, normal bir lise öğrencisinden başka bir şey değilim ben. ama nedense onun gözlerine her baktığımda her şeyi ona veresim geliyor, sahip olduğum veya olmadığım her şey ona ait olmalıymış gibi; çünkü o hep en iyisini hak ediyor.

çok klasik bir haziran günü, derslerimiz boş. beraber vakit geçirmek adına devamsızlıklarımızı sonuna kadar kullandığımızdan sürüne sürüne okula geliyoruz. neyseki diye geçiriyorum içimden, neyseki son senemiz. ikimizi de buradan, bu cehennemden çekip alabileceğim.

sınıf ne kadar kalabalık olsa da, biz ikimiz kendimizi yetiremedik. hep fazlalık olduk biz. nereye dahil olmaya çalışsak oradan başka bir yara aldık ve en sonunda çareyi birbirimize sığınmakta bulduk. küçük not defterlerimiz bize yetiyordu, dahasına gerek olmazdı. felix benim yanımda olduğu sürece yara kalmazdı.

önüme ittiği defter ile bakışlarımı camdan deftere kaydırıyorum. 'gidip muzlu süt alalım mı?' yazıyor kağıdın üzerinde. bir tebessüm bırakıyorum hâlâ bu kadar çocuk olmasına. ve onun duymayacağını ve benim de tutacağımdan emin olduğum bir söz veriyorum, ben o çocuğu hep koruyacağım. gözlerimle kalemi arıyorum bir süre ancak bulamayınca çok da üstelemiyorum. sarışının sıcak ellerini hapsediyorum avuçlarımın içine ve ikimizi de kaldırıyorum. felix bana her baktığında size yemin edebilirim ki ışıltılar saçıyor. o beni çok seviyor, ve benim bunu bilmem için onun ağzından duymama gerek yok. zaten bir insan bir insana sevgisini sadece seni seviyorum diyerek gösteremez. sevgide sözler sadece bir araçtır. felix'in sözleri çalınmıştı belki ama gözleri vardı ışıl ışıl parlayan. kalbimi ısıtıyordu soğuk bir ekimde, merhem oluyordu her bir çiziğe. bizim yıldızlarımız yoktu, onun yerine kendini koydu lee felix benim bütün yaralarıma. lee felix benim yıldızım oldu bir ekim sabahında.

"normalde muzlu süt pek içmezsin, neden bugün muzlu süt?" omuz silkiyor gülümseyerek. bir şey demedim bunun üstüne, nasıl istiyorsa öyle yapacaktık. çilekli süt sevdiğini bildiğimden ben her ne kadar sevmesem de bir tane de çilekli süt aldım. felix bana garip garip baktı, fark etmedim sandı ama onunla ilgili hiçbir şey gözümden kaçmazdı.

boş kantinden yararlanarak pencere kenarındaki en sevdiğimiz yere geçtik. biraz göz önünde bir yer olduğundandır, burayı pek tercih edemiyorduk. hiç konuşmamıştık ama içten içe ikimizin de favori yeri burasıydı. felix'in gözlerinin parladığına şahit oldum buraya oturmamızla, gülümsemem arttı istemsiz. hep gülüyordum, bu çocuk öyle bir şey ki size mutluluktan başka bir duygu vermiyor. o muzlu sütü açmış içerken yere değmeyen ayaklarını sallıyor bir yandan.  birkaç yudum sonra artık muzlu süt içmek istemeyecek, o yüzden ona çilekli süt almıştım aslında. sırf ben muzlu sütü sevdiğim için içmeye çalışıyor, ancak her zaman kendini çilekli süt içerken buluyordu.

bana bakmaya başladı biraz sonra, ben gözlerimi hiç ondan çekmemiştim. cebinden telefonunu çıkardı, sanırım gerçekten de yaprakları bitmişti defterin. hızlıca mesaj yazmaya başladı, bekledim biraz. felix, mesajlaşır gibi konuşmayı sevmiyordu; benim konuşmamı istiyordu her zaman, kelimelerin ağzımdan çıkmasını ve duymak istiyordu. felix kendi sesizliğinden çok sıkılmıştı çünkü. onun sessizliğine ortak olmamı istiyordu.

gelen bildirim sesiyle ben de telefonumu çıkarttım. mesajını okudum sonra. 'sınavdan sonra ne yapacağız?'

felix hakkında bayıldığım bir şey varsa, bizim bir olduğumuzu bilmesiydi. onsuz bir şey yapmayacağımı biliyor ve asla ne yapacaksın demiyordu, hep ne yapacağız diyordu. "bilmem, belki kafeye gideriz. istersen annenin yanına da gidebiliriz bilmiyorum. sen nasıl istersen öyle yaparız güzelim." size yemin ediyorum ki gözleri her bir kelimemde ışıldadı. telefonuna sarıldı yine, başladı yazmaya. 'anneme gidelim. beni özlemiştir değil mi?'

"seni hep izlediği için özlediğini sanmıyorum ama annene gidelim." burukça gülümsedi. annesini özlediğini biliyordum ama elimden gelen en fazla buydu. belki de benim aile bağlarımın zayıf olmasındandı, bana hep garip gelmişti felix'in annesine olan bu bağlılığı. ama yine de, onun için buluşmalarımızın çoğunda annesinin yanına uğruyor ve ikimiz de bir mektup yazmayı ihmal etmiyorduk.

bir mesaj daha geldi telefonuma. 'şey çilekliyi bana versene ya.. nasıl içebiliyorsun bunu anlamıyorum😠 zevksiz sevgilim benim'

ben onu her şeyden koruyacağıma dair çoktan söz vermiştim. çilekli sütünü ona uzattım. ve bitirdiği muzlu süte bakıp gülümsedim, başarmıştı.

yıldız sürülmüş yaralarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin