ŞATONUN İÇİNDE

35 3 6
                                    

“Hadi söyle, üç kere olacak şekilde.” fısıldadı kulağına, acıya olan açlığıyla. “Adını bilmiyorum ki! Yardımcı ol, lütfen?” gözyaşı dolu, kederli gözlerini kaçırdı konuştuğu sırada. “Oynayalım bir oyun, olur mu küçük koyun?” tekrardan fısıldadı, “Tamam, oynayalım. Dileğimi gerçekleştireceksin, değil mi?” ufaklık titrek sesini kısmış, öyle konuşuyordu. “Olmasın şüphen, Kurtaracağım seni bu yükten. Şimdi söyle, üç kere olacak şekilde. Al sana ipucu, var içinde üç hece, Hades'in emri altında, elinde ki ruhlar parça parça, Styx gölünün içinde.”  söyledi bulmacasını, tüketirken çocuğun acısını. “Acheron?” çocuk cevapladı hızlıca, başını sola eğerek, tek kaşını kaldırarak. “Zekisin, küçüğüm. Üç kere söyle, emrindedir gücüm.”

Gül motifleriyle kaplı, bordo ve siyah renklerine bürünmüş odasındaki yatağında uyandı. Gözündeki çapağı silmesi için yanı başında, komodinin üstünde yine gül motifleriyle süslenmiş, porselen, bordo bir kase duruyordu. Tabii, odasında kendine ait bir lavabosu vardı, bu kaseden çok daha görkemliydi elbet. Fakat prens Benoit sabah kalktığında aynada kendine bakmazdı, bakamazdı. Ne zaman aynalara gözü kaysa ağlamaya başlar, kendini odasına kapatır ve o aynayı parçalarına ayırır. Benoit'in suçu tam olarak neydi, doğmak mı? Doğmak, tanrının bu zavallı çocuğu cezalandırması için geçerli bir sebep miydi? Hayır. Benoit bordo renkli, özel kumaşlardan ve yünlerden yapılma yorganını üstünden attı ve sol tarafında duran komodine uzandı, kolu dışında hiç bir uzvunu haraket ettirmemeye niyetliydi anlaşılan. Avucuna aldığı bir kaç damla suyu gözlerine fırlattı. Bu su damlaları zavallı yavrunun içten içe attığı çığlıkları duyuyorlar, ona biraz yardımcı olmak istiyorlardı. Suyu yüzüne fırlattıktan sonra aynı bıkkınlığını sürdürerek sağ eliyle su damlaları ile kaplanmış, gözüne kaçmamaları için kapaklarını kapattığı gözlerini ovalayarak çapağı atmaya çalışıyordu. İki dakikalık gibi bir uğraştan sonra gözlerini tamamen temizledi ve bacaklarını görkemli yatağının dışına uzattı, bıkkınlık ona karşı gelse de o kalkmaya kararlıydı. Vücuduna karşı ufak bir savaşın ardından tekrar Kazandı, doğruldu ve komodinin ilk çekmecesini açtı. Bu çekmecenin içinde annesinin ona yıllar önce verdiği, onunla birlikte büyüyeceğinin sözünü verdiği altıncı yaş günü hediyesi olan yarım maske duruyordu. Bu maske, genel itibariyle beyaz renkli ve sadeydi. Bir kaç siyah gül motifli tabii ki eksik değildi. Benoit maskeyi hızlıca yüzünün sol tarafına taktı ve hafifçe tebessüm etti. Bu tebessümün ardından enerjik şekilde ayaklandı, ne olduysa birden kişiliği değişmiş gibiydi, tek derdi maske miydi? Benoit bir prense yakışacak, görkemli ama karanlık odasının sol tarafında bulunan, üzerinde yakut süslemeleri bulunan giyinme dolabına doğru hafif adımlar attı. Çokta gösterişli bir insan olmamasına nazaran Benoit güzel giyinirdi, bir prense yakışacağı gibi. Benoit gece giydiği pijamayı yavaşça üstünden attı, ki üstüne beyaz, bilek fırfırlarına sahip bir gömlek, altına ise yüksek bel bir pantolon, ayağına ise birer siyah, yüksek taban botlar giyebilsin. Ellerine bir çift deri, siyah, bilek üstü eldivenler, boynuna yakut bir kolye -bu kolye daha çok bir tasmayı andırıyordu- takabilsin diye.

Benoit giyindikten sonra gözlerini odada gezdirdi, yeni doğmuş bir bebek gibi parlayan gözleriyle odayı inceliyordu, on altı yıldır aklı başında değil miydi? Odasının duvarlarında özenli bir el yazısıyla yazılmış şiirleri duruyordu. Bu şiirler ritmik bir şekilde yazılmıştı, beş ilâ on kıta uzunlukları arasında gidip geliyorlardı. Parşömen kağıtlarına, bazıları siyah bazıları ise kırmızı mürekkeple yazılmışlardı. Şiirlerin ortak yanı ise hepsinin aşk şiiri olmaları ve hepsinin ayrılıkla bitmesiydi. Benoit odasını incelemeyi bitirdiği zaman derince iç çekti, nefesini bırakmak istemese de bırakmak zorunda olduğunu biliyordu. Gül motifli, güzel kapısının kolunu çevirdi ve yavaşça açtı, içeriye giren ışık gözünü almıştı, odası şatonun doğu tarafında bulunduğundan ve bu tarafta en erken uyanan kişi olduğundan kızıl aya selam veren, gözünü alan o zalime günaydın diyen ilk kişi de o oluyordu. Sabah sarayın doğu tarafı her ne kadar boş olsa da, babasının her yerde gözleri olduğunu biliyordu. Gerek sarayın duvarlarında, gerek hizmetlilerde. Bu sarayın en üstünden en altına kadar, uçan en ufak sinekten bile haberi vardı babasının. Çünkü o, kontrolü seviyordu. Kral, bükemediği eli kıran bir insandı, acıması yoktu, vicdanı yoktu, onun için amaca giden yolda her şey mübâhtı. Ki zaten, kim ona karşı gelebilirdi ki?

DesgraciaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin