herkes birlikte sofrayı hazırlıyordu. seonghwa ile san mangal ateşini yakmaya çalışıyorlardı. wooyoung ile hongjoong ise onları ağızları açık izliyorlardı. ikisi de aşırı ateşli gelmişti gözlerine. durumu fark eden dahyun ikisinin de kafasına bir tane geçirip dünyaya dönmelerini sağladı. yeosang ile jongho'yu odun bulmaya göndermişlerdi. maksatları odun değildi, odun sadece bahaneydi. ikisi de birbirinden bariz bir şekilde hoşlanıyordu. bunu halletmenin yolu da buydu. onları yalnız bırakmak.
yunho, mingi ve momo oturmuş salata yapmaya çalışıyorlardı. yani sadece momo yapmaya çalışıyordu. yunho tüm salatalıkları mingi'ye yediriyordu. mingi ise ona havuç yediriyordu. momo ise tek başına 14 kişilik salata yapmayla meşguldü. ama sinirli değildi. onları böyle görmek onu mutlu ediyordu. yunho'yu uzun süreden sonra biriyle bu kadar mutlu görüyordu. arkadaşını hatta küçük kardeşini mutlu görmek onu da mutlu ediyordu.
giselle ve ningning ise arabada kalan birkaç şeyi almaya gittiler. arabada kalan çatal ve kaşıkları alıp yavaş yavaş yürüdüler. "ning?" dedi giselle sessizce. "efendim?" dedi ningning merakla. "sen de biliyorsun değil mi, anlamışsındır artık." ne dediğini anlamamıştı giselle'in. anlamadığını belli eden bir bakış attı ningning. giselle ise anlatmaya başladı. "senden hoşlanıyorum. kütüphanede yanıma oturduğundan beri senden hoşlanıyorum. belki burası bunu açıklamak için pek doğru bir yer değildi ama başka türlü yalnız kalamıyorduk. sen bana karşı aynı şeyleri hissetmiyor olabilirsin, arkadaşın olarak görüyor olabilirsin anl-" giselle'in konuşması ningning'in üstüne atlamasıyla bölünmüştü. uzun süre sarıldılar. sonra ningning konuştu. "ben senden daha uzun süredir hoşlanıyorum ve sen cidden fark etmedin mi? ne kadar salaksın ya. seni seviyorum giselle." dedi ve yanağına bir öpücük kondurdu. giselle olduğu yerde kaldı. ve diğerlerinin yanına giden ningning'i izledi.
sonunda herkes toplandı ve yemek yiyorlardı. hongjoong ile seonghwa birbirlerine yediriyorlardı. diğerlerinin sorgulayan bakışlarını pek takmamışlardı. zaten sevgililerdi niye sorun olacaktı ki? seonghwa hongjoong'un ağzının kenarındaki krema bulaşığını eliyle temizledi ve elindeki kremayı ağzına götürdü. hongjoong onu izlerken yutkundu. farkında değillerdi fakat herkes onları full dikkatle izliyordu. seonghwa onun bu haline gülümsedi ve alnına küçük bir öpücük kondurdu. hongjoong daha çok utandı ve seonghwa'ya arkasını döndü. herkes hongjoong'un bu hareketine bir kahkaha patlattı, en çok wooyoung olmak üzere. wooyoung gülme krizine girmişti ve yemek boğazında kalmıştı.
herkes telaşlanmıştı en çok da san telaşlıydı. bir yandan su içirirken bir yandan da sırtına vuruyordu. wooyoung sonunda kendine geldiğinde san'ın kulağına bir şey fısıldadı. san sırıtırken diğerleri ise ne söylediğini merak ediyordu. ama hepsi emindi ki wooyoung bunu asla söylemezdi.
yeosang ve jongho ortalığın toplanmasına yardım ettikten sonra ortamdan biraz uzaklaştılar ve yere oturdular. ikisi de konuşmadı ve etrafı izledi. sessizliği bozan jongho oldu. "yeosang hyung, sana bir şey söylemem gerek." "benim de sana bir şey söylemem gerek jongho." dedi yeosang. "ilk sen söyle yeosang hyung." "hayır sen söyle jongho." "tamam o zaman. of bir saniye, vazgeçtim sen söyle hyung." "off jongho. aynı anda söyleyelim bence." "tamam" ikisi de tam ağzını açacakken ikisi de kafalarında bir el hissetti. o el ikisinin de kafasını birbirine yaklaştırdı. ikili anın büyüsüne kapılırken woosan ikilisi onları izliyordu. görev tamamlandığı için koşarak oradan uzaklaştılar. "jongho, senden hoşlanıyorum." dedi ve dudaklarının diğerinin dudaklarına bastırdı. karşılık aldığında artıl o da emindi. jongho da onu seviyordu.
herkes birlikte otururken yunho ve mingi tekrardan kamyona gittiler. ikisinin de uykusu gelmişti, uyumayı planlıyorlardı. kasaya binmeye çalışırken mingi'nin ayağı kaymış ve yunho'nun üstüne düşmüştü. mingi telaşla kalkmaya çalışırken yunho ona izin vermedi. "çok tatlısın, keşke benim olsan." dedi yunho mingi'nin gözleri içine bakarak. mingi bunu söylemesi gereken kişinin o olduğunu düşünüyordu ama bakiy çoktan geçmişti. "hayır, sen daha çok tatlısın. ve benim olmalısın. rolümü çalma kendine gel jeong yunho." yunho kahkaha atmaya başladı ve artık o kahkaha gülme krizine dönüşmüştü. mingi çok mu komik bakışı atıyordu ona. "tamam seninim artık, şimdi üstümden kalkar mısın?" dedi yunho hala gülmeye devam ederken. mingi yunho'nun üstünden yavaşca kalktı ve yunho'ya elini uzattı. onu da kaldırdıktan sonra kasaya çıkıp uzandılar. yunho mingi'ye iyice yaklaştı ve sarıldı. mingi onu sıkıca sardı ve saçlarını kokladı, çok güzel kokuyordu.
"kim hongjoong, çabuk buraya gel." seonghwa bağırarak hongjoong'u yanına çağırdı. hongjoong ilk başta endişelense de güldüğünü görünce koşarak onum yanına gitti. ikisi de el ele ormanın içine doğru gittiler ve bir ağacın altına oturdular. seonghwa bugün onunla çok vakit geçirememişti. harcanan vakti burada kazanmayı düşünüyordu. hongjoong'u kollarının arasına alıp sıkıca sardı. güzel kokusunu içine çekti. gözlerini kapattı ve sevdiği adamla ormanın havasının tadını çıkardı. kollarındaki bedenin hareketlenmesiyle gözlerini açtı. "seonghwa, artık gitsek mi?" dedi hongjoong. "bir şey yapmam lazım, ondan sonra gideriz."dedi seonghwa. sonra da hongjoong'u kendine çekti dudaklarını birleştirdi. sevgili olduklarından beri hiç düzgün öpüşememişlerdi. onu şu an gerçekleştiriyordu. uzun süren öpücüğün ardından alınlarını birbirine dayadılar. "hala gitmek istiyor musun?" dedi hwa. "bence biraz daha vaktimiz var."
biliyorum fic yarım kaldı ama artık devam ettireniyordum
sizi seviyorum başka ficler yazıcam zaten o zaman görüşürüz 💗💗