"Baba! Hz.Ömer gerçekten çok mu büyüktü? Herkes ondan çok mu korkuyordu? Peki çok adaletliymiş ya kocamaan bi terazisi mi vardı? Ay o teraziyi de görecek miyim?
"Önce bir sakin ol kızım, bak annene yardım edelim tüm sorularını cevaplayacağım."
"Tamam, peki."
"Hıh işte böyle. Şimdi başlayalım. Hz.Ömer'in heybeti vardı yani kötü insanlar onu gördüğünde gerçekten de çok korkarlardı ama müslümanlara güven verirdi"
"Dosta güven düşmana korku, sözünde olduğu gibi"
"Evet kızım. Adaletli olmasına gelince verdiği hükümler yani koyduğu emirler günümüzde bile ulaşılması güç gözüken iyilik, merhamet timsaliydi ve hayır kocaman bir terazisi yoktu ama o gönlünü adalete açmıştı. Bak şimdi açacağım sayfa da Kudüs kuşatıltıktan sonra Kudüs valisinin gönderdiği haber var. Kuşatmayı hatırlıyorsun değil mi?
Duruşunu dikleştirip, kendinden emin bir sesle atıldı Filistin:
"Tabii ki hatırlıyorum. Sahabe Efendilerimiz (radıyallahu anhüm) peygamberimizden aldıkları İslam sancağını uzak ülkelerde ki insanlara ulaştırmak için yola koyuldular. O sırada kafirlerin elinde bulunan Kudüs'te hem ayet hem de hadislerle önemi bildirildiğinden bir an önce onu kurtamaya giriştiler.
Hatta kuşatmayı yapan kumandanı da hatırlıyorum. Eee neydi adı,hıh Ebu Ubeyde Bin Cerrah(r.a). Aa Kudüs'ün adı Kudüs değildi sanki o zaman, anne neydi adı?""İlya canım o zamanlar orada yaşayanlara İlyalılar deniyordu."
"Teşekkür ederim anne. Mmm... nerede kalmıştım. Evet! Kuşatma altında kalınca o zamanlar ki vali Hz.Ömer'e mektup göndermişti. Hadi baba devamını anlatacaktın"
"Aslında devamını anlatmayacağım hep birlikte göreceğiz."
"Yaşasııın!"
Kitabın sayfalarını aralayıp mektubun gönderildiği yeri açtım ardından ise işte karşımızdaydı Hz.Ömer(r.a). Tam o sırada Filistin bir anda arkama geçip sarıldı. Başımı ona döndürdüm:
"Ne oldu kızım geldik işte?"
"Baba... Gerçekten de çok büyük-ay-heybetliymiş!" dedikten sonra duraklaması gülümseme sebep oldu.
"Şey bir anda arkana atladım ama neden bu kadar korktum ki sonuçta ikinci halifemiz emir'ül-müminin O, hem ne güzel yüzü vaar hani annem bana diyor ya nur yüzlüm bak baba O'da nur yüzlü!"
Nefes almadan konuşan kızımı kafamı sallayıp tasdiklerken bu sefer araya Kudüs yüzlüm girdi:
"Hadi artık sessiz olun da mektubu aldıktan sonra ne olmuş onu dinleyelim"
"Tamam Kudüs yüzlüm sustuk biz" deyip kızıma göz kırptım.
O sırada Hz.Ömer'de gelen mektuptan sonra ne yapılacağını konuşmak için başta Hz. Ali olmak üzere sahabelerin önde gelenlerini toplamış görüşlerini soruyordu.“Papa’nın gönderdiği mektubta şehri ancak halifeye teslim ederiz demişler. Sizce gitmeli miyim, gitmemeli mi?
Halifenin sorusu üzerine ashab konuşmaya başladı:
“Ey Halife! Medine’yi bırakıp gitmen pek doğru olmaz...”
“Evet ey emirül müminin! Medine’yle İlya arasında çok yol var. Yerinize birini gönderseniz?”
Sahabe gidilmemesi yönünde itirazlarına devam ederken Hz. Ömer, Hz.Ali’ye dönüp onun da fikrini sordu.
“Ey Emirül Müminin! O topraklar sıradan topraklar değil, bunun için git. Git de kıyamete kadar gelecek müslümanlar o toprakların kıymet ve şerefini unutmasınlar.”
Toplantı boyunca sessiz duran kızımın tam ne yaptığına bakacaktım ki çoktan konuşmaya başlamıştı.
“Gidecek değil mi baba? Yani gitmesi lazım Hz. Ali çok haklı bence. Orada ki insanlarda İslam ile şereflenmeli.”
“Elbette sevgili kızım elbette gidecek ve bizde onunla birlikte gideceğiz.”
“Bu sefer deveye tek başıma binebilir miyim?”
Benim izin vermek istemediğimi bildiği için annesine dönerek sormuştu. Kudüs yüzlümün bana bakmasıyla
esefle başımı salladım. Benim bu anne-kızdan kurtuluşum yoktu galiba.“Babanın devesinin hemen yanında kısa bir süre olabilir küçük hanım ama kısa bir süre.”
“Tamaam. Teşekkür ederim anne-baba diyerek üzerimize atladı.
“Hadi hadi” dememle de develerin yanına doğru ilerledik. Filistin annesinin yardımıyla heyecanlı bir şekilde deveye bindiğinde Hz. Ömer’de kölesiyle birlikte İlya’ya doğru yola koyuldu tabii bizde hemen peşinden. O sırada fısıldadığı şeyi zar zor duymuştum. “Hasan’ın babası olmasaydı; Ömer helak olurdu.”
Söylediği cümleyle düşüncelere dalmışken Filistin’in devesinin hızlanmasıyla kendime geldim.“Bu kadar yeterli küçük hanım. Haydi arkama.”
Mızmızlanacak gibi olsa da sesini çıkarmadan arkama biniyordu ki;
“Aaa baba baksana Hz.Ömer bineğin yularını çekiyor, devede oturan kim?” dedi.
“Ben de ne zaman fark edecek benim kızım diyordum. Bir tane develeri olduğu için nöbetleşe biniyorlar yani sırayla. Şimdi de sıra devenin üzerinde ki kişide, kölesinde.”
“Yani Halife bir kez daha adaletini gösteriyor kızım. Peygamberimiz köleler hakkında ‘onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin’ buyurmuştur. Hz. Ömer’de bu düsturla hareket ediyor.”
Konuşurken vaktin nasıl geçtiğinin farkına varmamıştık. Üzerinde durduğumuz dağdan Kudüs’ün surlarını görebiliyorduk. Tam o sırada Hz.Ömer gür bir sesle tekbir getirmeye başladı. Sahabe Efendilerimiz ona eşlik ederken Filistin’ de coşa gelmiş “Allah’u Ekber! Allah’u Ekber! Diye bağırıyordu. Biz de onlarla birlikte tekbir getirdikten sonra kendini kaptırmış bir şekilde hala tekbir getirmeye devam eden kızıma döndüm:
“Bu kadar yeterli sevgili kızım. Biliyor musun günümüzde üzerinde bulunduğumuz bu dağın adı ‘Cebel’i-Tekbir’ yani Tekbir dağı olacak. Ne kadar nasipli bir aileyiz ki buradaki mübarek insanlarla birlikte tarihe geçtik sayılır.”
“Allah iyiliğini versin Yiğit. Hiç güleceğim yoktu. Neyse meleğim şimdi gözünü Hz. Ömer’den ayırma birazdan şaşıracağın şeyler olacak.
“Tamam anneciğim.” deyip önüne döndükten bir süre sonra gözleri şaşkınlıktan açık kaldı minik kuşumun. Patrik yanındaki heyetle birlikte şehrin giriş kapısına yaklaşanları bekliyordu.
“Anne, niye Hz.Ömer’e değilde kölesine saygı gösteriyorlar? Aaa! Kölesi devenin üzerinde diye halife mi sandılar?
“Evet canım. Şehre yaklaştığımızda binme sırası köleye geçti. Hz. Ömer’e siz geçin halife sizsiniz desede halife kölesinin hakkını yememek için binmedi.”
“Hem bak kızım patrik yani şehrin valisi de çok şaşırdı. Kölesi ben halife değilim deyince Hz. Ömer’e nasıl baktı ama.”
“Aaa içeri giriyorlar. Hadi baba-anne geç kalmayalım. Dar’us-Selam’ı çok merak ediyorum. Miraçta Efendimiz (s.a.v)’in burağı bağladığı duvarı , üzerine bastığı taşı ve diğer herşeyi, hadi hemen gidelim.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişe Aralanan Kitaplar-1 (Kısa Hikaye)
Ficção Científica"Yiğit ile evlenmemizin üzerinden çok geçmedi ki bana anlattığı şeyler kulağa biraz tuhaf gelse de imkansız değildi. Yine de ilk defa duyan bir insan için egzotik bir tarih kütüphanesinde herhangi bir kitabı açtığında hikayeyi yerinde görebilmek, te...