3.

23 5 3
                                    

- ★ -

yaptığım birçok aptallık vardı ancak en büyüğü ne diye sorarsanız yıllardır değişmeyen bir cevap alırdınız benden. jeongin'i üzmek.

"jeongin, özür dilerim, kapama telefonu lütfen dinle beni." beni evinden, annesine belli etmeden tatlı bir dille kovduğunda her şeyi batırdığımın farkındalığı ve omuzlarıma bıraktığı yüklerle evime gitmiştim. bekledim, çok bekledim ancak bu defa jeongin bana gelmemişti.

telefonun diğer ucundan bir nefes sesi duyduğumda neredeyse mutluluktan ağlayacaktım. jeongin'i görmeden geçen bir haftanın ardından sonunda cesaret edip onu aramıştım. "noodle seni özledi. neden uğramıyorsun hiç?"

bana gelmemesinin yanı sıra, jeongin'i evine girerken de hiç görememiştim bir haftadır. bu, kalbime binen yükleri daha da ağırlaştırıyordu. çaresiz hissetmenin ne demek olduğunu daha iyi anlıyordum. "jejudayım ben, teyzemin yanına geldim." sonunda bir haftadır mahrum kaldığım sesi duyduğumda yutkunmuştum. "ne zaman geleceksin?" nefesleri hızlanmıştı.

"neden umursuyorsun? bir hafta önce birlikte sahiplendiğimiz köpeğin bizim olmadığını söylüyordun. ondan önce de, evine daha az gelmem gerektiğini savunuyordun. senin derdin ne chan?" bana, hyung diye hitap etmediği ilk seferin bu şekilde olduğunu hiç hayal etmemiştim. işte, hayat bazen planladığımız gibi gitmiyordu o zaman da olduğu gibi. diyecek bir şeyim yoktu, haklıydı. dengesizdim, kendime ben bile yetişemezken onun ayak uydurup beni alttan almasını bekleyemezdim. onun güzel kalbini böylesine yormaya hakkım yoktu. kendime kızdım. "korkuyorum."

dudaklarımdan dökülen bir kelime, beni çıkmaza süreklemişti. dedim ya, aptaldım. dedim ya, herkesin on yedisinde harcadığı ilk aşk beni yirmi beşimde gafil avlamıştı. "jeongin, ben nasıl... nasıl olur bilmiyorum."

"neden bahsediyorsun?"

"yanına gelebilir miyim?" duraksadı. düşünüyordu, biliyordum. bana söylediği yalanı tartıyordu aklında büyük ihtimalle. "jejuda olmadığını biliyorum, izin ver de geleyim yanına neredesin?" büyük ihtimalle, dudaklarını ısırmış gergince etrafına bakınıyordu, gülümsememe engel olamadım. benimle konuşurken nefes alış verişinden bile yalan söyleyip söylemediğini anlayabiliyordum. bazen, ben bile kendime hayret ediyordum. kendimi bile bu kadar tanımazken şu kısacık bir senede jeongin'in her şeyini bilir olmuştum.

"nereden anladın ki?" gereğinden fazla masum çıkan sesi yüzünden dudaklarımı ısırdım. bütün gerginliğim uçuvermişti. "neredesin güzelim? söyle hadi bana."

"bir arkadaşımda kalıyordum." mırıltısı kulağıma ulaştığında derin bir nefes verme ihtiyacı duymuştum. "benim yüzümden mi?" cevabı aksadığında çoktan evden çıkmak için ayakkabılığa doğru ilerlemeye başlamıştım. "yok, gelecek misin? gelme ben gelirim."

"konumunu at."

[★]

"ben gelirim demiştim." bir ton yol gelmiştim, arkadaşı neredeyse şehrin bir ucunda oturuyordu ancak ben şikayetçi değildim o yalnızca ben o kadar yol geldiğim için kötü hissediyordu büyük ihtimalle. arabamın yolcu koltuğunda cama yaslanmış, bakışlarını benden kaçırırken konuşmuştu bu yüzden. "bu kadar yolu sen nasıl dönmeyi planlıyordun ki?"

"hyunjin hyung'un arabası var." bakışlarım saniyelik de olsa ona çevrildiğinde hâlâ daha bana bakmıyordu. dişlerimi sıkıyordum ancak sebebinden bir haberdim. "o kim?"

"arkadaşım dedim ya." jeongin'in, bu kadar evinde kalacağı kadar yakın bir arkadaşı olduğunu bilmiyordum. kıskançlık beni uyarmadan bütün vücuduma yayılmaya çoktan başlamıştı. yutkundum. direksiyonda sıkılaşan ellerime engel olamamıştım. bana verdiği cevaptan sonra konuşmamam dikkatini çekmiş olacak ki sonunda pes edip bakışlarını bana doğru çevirmişti. "telefonda da konuşabilirdik, hyunjin hyung'a ayıp oldu."

"olmaz ayıp." bakışlarının üzerimde gezdiğini hissedebiliyordum ancak bedenimin verdiği tepkileri engelleyemiyordum. parmak boğumlarım direksiyonu sıkmaktan çoktan bembeyaz olmuşlardı. sonra, beklemediğim bir şey oldu. jeongin, parmaklarını sıkı sıkı direksiyona elimin üzerine elini koymuştu. nazik dokunuşu vücudumun gevşemesini sağladığında daha fazla dayanamadım. yavaşladım, arabayı boş yolda kenara doğru yönlendirirken pek düşündüğüm söylenemezdi. jeongin, şaşkınca bana bakarken ben çoktan arabayı park edip içinden çıkmıştım.

peşimden inmesi uzun sürmemişti. "korkuyorum." telefonda söylediklerimi tekrar ettim. o da, devamının geleceğini anladığı için susup dinlemeye başlamıştı beni. nasıl görünüyordum bilmiyordum ancak bakışları endişeli bir hâle bürünmüştü. "ya benden gidersen? ben henüz, yeni öğrenirken... ya seni kaybedersem?" yüzümü sıvazladım ve olduğum yerde etrafıma bakındım stresle.

ben bunun adamı değildim. bir iki süslü cümle dahi kuramazdım. gönül almak nasıl olur bilmezdim, berbat edip etmediğimi bile işler çığırından çıktıktan sonra anlardım, tıpkı jeongin ile bu noktaya gelene kadar susmam gibi. bana doğru yaklaşmıştı ancak onu durdurdum. hayatımda kaç defa bu kadar cesur olabilirdim emin değildim. "bana bunu sen yaptın. içinden nasıl çıkacağımı bilmiyorum anlıyor musun?"

"chan hyung... sen?" jeongin'in bakışları gözle görülür bir şekilde değiştiğinde artık bir şeyleri kavrayabildiğini anlamıştım. içimde büyüyen sevgiyi sakladığım bir senenin yükünü aniden onun omzuna bırakırken bencillik ettiğimin farkındaydım ancak başa çıkamıyordum. "özür dilerim jeongin, iyi bir arkadaş olamadım sana."

arabanın açık kapısına tutunarak arabaya yaslandım. jeongin de çok geçmeden dibimde bitmişti. "sen çok iyi bir arkadaşsın." nazikçe cevapladı beni. gözlerim güzel yüzünü turlarken ne hissettiğini anlamaya çalışıyordum ancak o yalnızca öylece bakıyordu bana. "ben seni bırakmam." ve devam etti. "ama ben de korkuyorum."

"ne?" hesaba katmadığım bir şeyler vardı. jeongin, neşeli herkesle iyi geçinen komik ve oldukça sevilen bir çocuktu benim aksime, evet. ancak o da bilmiyordu. gözlerinin dolduğunu gördüm, elleri ellerimi buldu. "ben birini nasıl severim bilmiyorum, hyung."

"beni çok heyecanlandırıyorsun, hep yanında olayım istiyorum. geçen kış her üşüyorum diye mızmızlandığımda ve bana sarıldığında hiç kış bitmesin istiyordum. ben kimseyi, hiç böyle sevmedim ki?" kendi cümleleriyle, o naif sesiyle öyle güzel anlatıyordu ki derdini bana. 'böyle mi bilmiyorsun?' diye sormak geliyordu o anda içimden. ama sustum. biraz daha konuşsun, o da yüklerini bana versin diye bekledim. "ya bu sevgiyi karıştırıyorsam, ben seni üzecek miyim? istemiyorum ki bunu."

parmaklarım elinin üstünü okşarken iç çekmeden edemedim. "ben senin beni üzmene bile razıyım."

"ben değilim." kelimeleri öyle net ve kararlı çıkmıştı ki dudaklarından, şaşırmadan edememiştim. "ben sen üzülme isterim, ben sen hep gül isterim. başkalarına bakarken göstermediğin o güzel gülüşünü sadece bana göster isterim." jeongin, hep farkındaymış, bilememişim. söylemiştim ya buradaki aptal her zaman bendim. jeongin, güzel kalbiyle bana verdiği sevgiyi bilmiyorum derken dahi böyle güzelce açıklarken ben yapamıyordum.

"öğrenelim, olur mu?" kollarını vücuduma öyle sıcak sardı ki kapanan gözlerime engel olamadım. "öğrenelim, birbirimizi kaybetmeden. yavaşça ilerleyelim." o gün ilk öpücüğümü almıştım ondan. cümlemi tamamlandığım gibi kollarını belimden ayırıp parmaklarının üzerine yükselmişti. dudakları yanağıma değdiğinde öleceğim sanmıştım. gerilen yüzümü fark ettiğinde bu defa dudağımın kenarına küçük bir öpücük kondurmuştu.

"hadi gidelim, ben noodle'ı özledim."

- ★ -

ne yazdigimi bilmiyorum 😔😔

spinnin, jeongchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin