2. Bölüm

4 5 0
                                    

Kabusunda yol ayrımındaydı Alfred. Daha ilk anından rüyada olduğunu anlamıştı, her şey biraz bulanık bir nebze farklıydı. Hemen sağına dönüp baktı, sağında Johann duruyordu ve Werner ile nereye gideceklerini uzun uzadıya tartışıyorlardı, o sırada ikisi de Alfred'e döndü ve ona fikrini sordular. Alfred o an yaşanacakları hatırlamıştı, Alfred geleceği hatırlamıştı. Tam o sırada ani bir hamleyle "Sola gidelim!" diye bağırdı. Sesi dehşetliydi. Bu tavır Werner'e garip gelmişti belli ki. Biraz yürüdükten sonra başka bir seyyar dondurmacı buldular. Görünüşe bakılırsa dondurmacı yeni bir çırak almıştı, çırağın arkası dönüktü ve iri yarı, boylu poslu bir adamdı. Saçları uzundu ve beline doğru sarkıyordu. Saçı tokalarla örülmüştü ve kafasında bir fötr şapka duruyordu tam o sırada Johann "Bakar mısınız? Ben bir top çilekli bir top çikolatalı dondurma almak istiyorum." dedi. Adam seri bir şekilde arkasını döndüğünde Yahudi olduğu her halinden belliydi, sakalları yine tokalarla örülmüştü ve upuzundu gözünde dikdörtgen çerçeveli siyah bir gözlük vardı ve mavi gözleri gözlüğün ardından ışıldıyordu. Burnu hafif büyüktü ve bir kartalı andırıyordu. Tam o sırada Johann avını kapana kıstırmış bir aslan edasıyla "Sen burada ne arıyorsun!" dedi ve adamın üstüne yürüdü. Adam "Görüyorsun ya dondurma satıyorum." dedi mülayim bir tavırla. Bunu der demez Johann adamın yakasına yapıştı ve o an Alfred'in beyninde şimşekler çakmaya başladı. Rüyadaydı ve rüyada olduğunun farkındaydı. Tüm bunlar bir çeşit kabustan ibaretti. Ancak yine de içinden bir şey ona harekete geçmesini fısıldadı. Bir şeyler yapmalıydı, öncelikle kendini kurtarmalıydı; yine cani birisi olmak istemiyordu ya da hain. Alfred düşündü başını ağrılar giriyordu ve şakaklarının ağrıdığını hissetti, sanki her şey gerçek gibiydi daha sonrasında karnına bir ağrı saplandı. Ağrının etkisiyle öne doğru hafifçe eğildi ve Johann'a baktı -Johann o sırada adama hakaretler savuruyordu- bunu yapamazdı, Johann tam adamı yerde tekmelemeye koyulmuştu ki işleri çığırından çıkararak öfkesi tüm benliğini kırbaçlayan bir insan görünümüne bürünüp seyyar dondurma arabasına bir tekme savurdu ve arabanın yere düşmesiyle tüm kaldırım cam parçacıklarıyla doldu. Alfred dayanamadı, içinden bir şey kopmuştu sanki, her şey o an daha parlak gözüktü, her şey daha farklı ve daha sıcaktı. Damarlarındaki kanının sesini dinledi ve akışı hissetti. Johann adamın kafasını kırık camlara sürtüyordu ve adamın yüzü parçalanmaya başlamıştı. Alfred yere baktı ki gördüğü şey arası kanla dolmuş kaldırım taşlarıydı. Sanki kaderi bir çeşit fil tuzağıydı, bazen beyaza bürünüp ona armağanlar sunuyor, böyle anlardaysa siyahlara bezenip denizlere petrol karıştırıyordu. Bu bir çeşit kaçınılmaz tuzaktı. Alfred dönüp dolaşıp aynı yere geldi, cebinden çakıyı çıkarıp Johann'a sapladı ve o an bir çığlıkla uykusundan uyandı.
Karnında hâlâ bir ağrı hissediyordu. Acı, rüyanın ötesinde bir şeydi. Yataktan düşmüştü Alfred, yere serilmiş biçimde uyandı. Düştüğünde çıkardığı sesten olsa gerek oğlu Paul odaya destursuz girdi ve bu Alfred'i bir hayli kızdırdı. "Densiz!" diye yüklendi Paul'a. Paul yine hayal kırıklığını uğramış şekilde iç çekti ve yavaşça kapıyı kapatmaya yeltendi ki Alfred "Dur," dedi ve devam etti, "oğlum ben galiba" dedi ve duraksadı, konuşmakta zorlanıyordu. Hatasını kabullenmek herkese ağır geldiği gibi Alfred'e de ağır geldi ve kısık sesle "iyi değilim oğlum." diyerek başladığı cümlesini tamamladı.
Paul bunun üzerine endişeli bir tavırla babasına yaklaştı ve yere çöktü. Babasına elini uzatıp "Hadi baba, doktora gidelim." dedi. Oradan hemen çiçekçiye uğradılar ve Alfred bir buket çiçek yaptırdı. Paul buna anlam veremedi ama çok da üstüne düşmek istemedi. Daha sonra babasına sordu: "Hangi hastaneye gideceğiz baba?", Alfred bekletmeden cevapladı "Önceki gittiğimiz hastaneye." dedi keskin bir tonla. Alfred için her şey biraz daha belirgin bir hal almıştı. Sonra otobüse binip hastanenin önünde indiler ve doğru önceki doktorun odasının yolunu tuttular.
Alfred kapıyı üç kere tıklattıktan sonra içeri girdi ve şapkasını çıkarıp selam verdi. Ardından yavaşça buketi doktora doğru uzattı. Doktor ilkten ürkse de Alfred yüzündeki masumiyeti görmüş olacak ki memnuniyetle buketi aldı ve ağır bir ses tonuyla "Teşekkür ederim." dedi. Daha sonra Alfred yavaşça muayene yatağına geçti. O sıra ortamı bir sessizlik bürümüştü. Doktor Alfred'i iyice inceledi ve -daha dün yaptırmalarına rağmen- çeşitli tahliller istedi. Tahlillerin gelmesi önceki kadar uzun sürmedi. Bir saatliğine Alfred ve Paul bekleme odasında beklediler. Alfred bu süre boyunca piposunu tüttürüp anı defterini karıştırdı. Daha sonra hemşire ikiliye seslendi ve odaya tekrardan giriş yaptılar.
Sonuçları gördüğünde doktorun yüzünde bir evham ifadesi belirdi ve boğazını temizleyip söze girdi "Maalesef bayım kanser 4. evreye ulaşmış ve karaciğerinize sıçramış. Üzülerek söylemeliyim ki ömrünüz pek de uzun değil. Ve size olabildiğince fazla süre tanımak adına sizi hastanemizin yatılı bölümüne almamız gerekiyor. Bunu onaylıyor musunuz?" dedi, bu sefer önceki kadar acemi değildi ve çok doğru bir ton yakalamıştı. Paul genç doktorun dediklerini duyduktan sonra üfleyip püflemeye başladı. Başını ellerinin arasına alıp saçlarını karıştırmaya başladı, bir yandan da sağ bacağını sallıyordu. Alfred ise gayet sakindi, olan biten her şeyin gayet farkındaydı ve hiç şaşırmamıştı. Sert bir tonla "Pekâlâ." dedi ve ardından "Bu süreç ne zaman başlayacak?" diye ekledi. Doktorsa "Yarın efendim." diye karşılık verdi. Alfred, ölümün karşısında bir şövalye edasıyla dikiliyordu. Ancak artık kılıçlar çekilmişti ve Alfred'in tek düşmanı olmayacaktı.
Daha sonra ortam yine sessizliğe büründü ve ikili süzülürcesine odadan ayrıldılar. Bu bir gün belki de Alfred'in özgürce dış dünyada geçirdiği son gün olacaktı ancak bu onu pek umursamadı ve eve gelmelerinden itibaren yine günlüğünü didik didik etti ve oğlundan Caeles'ten bir kahve getirmesini istedi. En son yorgun düştü ve elinde günlüğüyle yatağında uyuyakaldı.
Ertesi sabah her şey oldukça olağandı. Alfred evde ilk uyanandı ve erkenden kendini sokağa atıp Gençlik ve Nefes Parkı'na gitti. Bir kahve alıp piposunu tüttürmeye başladı ve günlüğü okuyarak hülyalara daldı.

Alfred Delirmek ÜzereHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin