Bu denemeyi annelik üzerine kısa bir sohbet olarak düşünebilirsiniz. Neden “anneler” üzerine deneme yazılır ki? Çok önemli olmalarından ötürü. Annelik, karmakarışık bir toplumun temelinde yatan etkenlerden sadece biri ama küçümsenecek bir etken de değil.
Öncelikle şu soruyla başlayalım “anne nedir?”. Bu soru karşısında biraz afallamış olabilirsiniz ama acele etmeyin. Bu katman katman derinleşen bir felsefi sorgulama. Anne kavramı bildiğiniz üzere biyolojiyle yakından ilintilidir. İnsanlar açısından “anne” kavramı “çocuğu dünyaya getiren dişi birey” olarak tanımlanabilir. Bu sözcüğü günlük hayatta da genelde bu anlamda kullanırız ve babamıza “anne” diye hitap etmeyiz. Şüphesiz “anne” kavramını diğer yakın ya da uzak aile bağlarından ayıran şey onun biyolojik tanımıdır lakin anne kavramının sadece biyolojik bir kavramdan ibaret olmadığı gün gibi ortadadır. Aynı zamanda psikolojik, pedolojik ve felsefi bir içeriği mevcuttur.
Eski toplumlarda ve günümüz toplumlarında “anne” kavramı genelde “doğurganlık” ve “bakıcılık” imgeleriyle yakından ilişkilidir. Özellikle antik toplumlar bu “doğurganlık” kavramını bereketle ilişkilendirip bazı tanrıçalar ortaya çıkarmışlardır (mesela Sümerlerin Kibele’si). Ve şunu da es geçmemek gerek ki tapınılan şey kutsaldır ve ona büyük bir değer atfedilir. Dolayısıyla anneliğin bakıcılık kavramı bir “dadılıktan” öte korumacı ve yetiştirici bir altyapıya sahiptir. Bu sebeple de yetiştirme ve bazı fikir ve düşünceleri aşılama, kısacası ilk eğitim dediğimiz süreç aile içinde anneyi baz alır. Belki bunu biyolojiyle bağdaştırmak istersek sebebi çocuğun ilk besini olan “anne sütüne” uzun bir süre muhtaç olmasıdır ve bu uzun zaman diliminde anneyle çocuk arasında ister istemez bir “eğitim” süreci gelişir. İşte tam bu noktada anneliğin psikolojik ve felsefi yönü açığa çıkar: yeni nesillere öncü olma.
Halil Cibran, Ermiş kitabında şöyle nefis bir metafor kullanır:
“Sizler yaysınız, çocuklarınız da bu yaylardan fırlatılan canlı oklar.
Okçu sonsuza giden yoldaki hedefi görür ve okları tez gitsin, ırak gitsin diye gerer sizi var gücüyle.
Okçunun elinde gerilmek mutluluk versin size; çünkü O sağlam yayı da sever, uçan oku sevdiği kadar.”
Bu dizeler üzerinde çok yoğun düşünceler geliştirilebilir ama biz ona kuşbakışı olarak bakmayı deneyelim. Yaylar burada anneleri ev babaları temsil eder, oklarsa onların evlatlarını. Bildiğimiz gibi oklar bazı hedefleri vurmak için atılır, dolayısıyla her çocuk ailesi için bir “anlam” taşır. Çünkü ok, amaçsız atılmaz ve her aile çocuklarının “hayırlı” ve geleceği parlak olmasını ister. Velhasıl kelam, çocuklar sadece şehvet ürünü varlıklar değildir, bir amaç uğruna yetiştirilen ve eğitilen oklardır.
İkinci dizedeki “tez gitme” durumu günlük hayatla oldukça bağdaşıktır. Her aile, çocukları hedefe daha hızlı ulaşsın diye didinip durur. Ve dizede de dendiği gibi “yayı var gücüyle gerer” yani çocukları üzerinde baskıcı ve koruyucu bir kalkan oluşturur. Çocuklara bazı konularda baskı yapmak ve onlar bazın yönlere sevk etmeye çalışmak gayet yararlı ve olağan bir davranıştır ancak eğer çocuk sev edilen şeye şiddetle karşıysa o zaman yay daha fazla gerilmemelidir. Çünkü ok, yaydan çıkmaya yeltendikçe okçu onu daha hızlı çeker ve yay kopar. İşte bu aile mekanizmasının yerel anlamda çöküşüdür. Bu durum çocuklar yetişkinliğe adım atarken birçok ailede görülür. Aileler için kritik olansa oku yaydan çıkarmadan hedefe ulaştırmaktır. Aile ve çocuk, eğitim açısından bir bütündür ve hedefe gitme konusunda birbirlerinden ayrıyken ıskalama şansları bir hayli yüksektir.
Son dizeyse aslında dünün çocukları olan bugünün ebeveynlerine gönderme yapıyor. Çocuklar, ne kadar özgürlük düşüncesiyle yanıp tutuşsalar da ailelerinin korumacı davranışlarını belirli bir yere kadar kabullenmelidirler. Aileler çocuklarının kötülükleri için çalışmaz (bazı aileler berbat istisnalardır). Burada çocuğa düşen, ailesinin öğütlerini ölçüp tartmak ve onların, kendi kötülüğü için çalışmadığını göz önünde bulundurarak karar almaktır. Dolayısıyla bir anne baba tarafından “yönlendiriliyor” olmak ya da bir anne/baba olarak “yönlendirmek” insana mutluluk vermelidir. Aile olgusu, “hedefe” ulaşmak açısından mutluluk verici bir araçtır ve baş tacı yapılması gerekir. Hedef kavramıysa aileden aileye, kültürden kültüre ve dönemden döneme değişiklik gösterir. Hedef meçhuldür.
Buradan anladıklarımızı şu cümleyle özetleyebiliriz zannediyorum: aileler, çocuklarını bazı amaçlar uğruna eğitirler ve bunu yaparken ister istemez korumacı davranırlar. Anneler işte bu noktada kilit rol oynar çünkü eğitim, katmanlı bir olgudur. Eğitim hem bilgi hem de deneyim yönü olan çift yönlü bir şeydir ve eklenen her bilgi/deneyim/kural, bir önceki katmanın üstüne konur. En alt katmandaysa tahmin edebileceğiniz üzere ilk eğitim vardır. İlk eğitim, içinde genellikle ahlaki normları, hijyen kurallarını, cinsiyet farkındalığını, dini inancı ve toplum/insan ilişkilerini barındırır. Bu saydığım şeyler ne kadar önemli değil mi? Belli bir yaşa geldikten sonra bu konular bir tür “karakteristiğe” bürünür ve huy halini alır. Dolayısıyla ağaç yaş iken eğilir ve onu eğmede en büyük rol annenindir.
Anneler, bir çömlek kilinin ilk ustalarıdır ve o kili en güzel şekilde yoğurmaya çalışırlar (her usta bir değil tabii ki). Yani toplumun temelinde yatan normları çocuklara aşılayan birinci kaynaktırlar ve toplum açısından çok önemlidirler. Bugünün anneleri bu sorumluluğu “yüce” bir şey olarak görüp çocuklarına “yük” muamelesi yapmamalıdırlar. Çocuklar annelerin sırtlarında taşınan çuvallar değildir, tam aksine annenin bir parçasıdır. Aynı okla yayın bir bütün olduğu gibi.
Ebeveynlik kavramı üzerine düzinelerce cümle yazılabilir ama ben, genel olarak “anne olmak” kavramının genel mahiyetini, çocuk ve toplum açısından önemini bir eskiz olarak sunduğuma inanıyorum. Onu renklendirmek sizin inançlarınız ve düşüncelerinizle mümkün.
Unutmayın ki bir kadın, küçük bir çocuğun dünyasını baştan aşağı değiştirebilir. Aynı bende olduğu gibi. Sana çok şey borçluyum anne, seni seviyorum. <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Serbest Bilinç Denemeleri
Non-FictionBir tutam felsefe. Bazen alıntılar üzerinden, bazen olaylar üzerinden, bazense kavramlar üzerinden felsefe yapmak ama en nihayetinde felsefe yapmak.