Zaman ilerledikçe , insan bazı şeylerin farkına vardıkça bir şeyler değişiyordu. Geçer diyip fark etmeleri için beklersin. Kimse fark etmez. O zaman bir şeyler canlanmaya başlar içinde. Sorgularsın kendini. Hayat bu muydu ?
Bir Mayıs akşamıydı. Bir sahil kenarında esen rüzgârın altında , bir kayanın üzerine oturmuş öylece limana yaklaşan gemileri taşıyan dalgalara bakıyordum. Hava biraz fazla esiyordu. Bu yüzden dalgalar da daha çok çarpıyordu gemilere.
Her okul çıkışı ve okul olmayan her günün bu saatlerini burada , bu kayanın üzerinde geçirirdim. Her gün işte şuan olduğu gibi kucağımda mavi kapaklı defterim ve bir kalemim olurdu. Öylece dalgalara bakar , üzerimden uçan kuşları izler ve yazardım.
Eğer 17 yaşındaysanız ve hayat pek de sizin yüzünüzü güldürecek şekilde değilse bir yolunu bulup kendinize bir kaçış limanı elde etmeniz gerekiyordu. Benim limanım da burasıydı işte . Sığınıyordum buraya . İnsanlara sığınmaktansa denize sığınmayı seçerdim. O büyük ve hırçın dalgalar çoğu insandan daha güvenilirdi .
Elimdeki defterin her bir sayfasında benden kesitler vardı. Kimi zaman şiir yazardım . Bazen o an nasıl hissediyorsam onları yazardım . Bazen birkaç karalama yapardım. Çizimim de kalemim de o kadar iyi değildi. Bunu bilirdim. Bazen de hislerime uyan şarkı sözlerini yazardım .
Şuan önümde açık olan sayfanın sol üst köşesinde beceriksiz çizimim vardı . Bir kelebek. Onun hemen altında en son okuduğum kitaptan alıntılar vardı . Biraz altında da bir kitapta gördüğüm ve hoşuma giden aşk temalı bir şiir vardı. Sahi aşk neydi ?
İnsanlar sürekli aşkı yüceltip dururlardı. Buna hiçbir zaman anlam veremedim. Birini şarkı, şiir , kitap , roman yazacak kadar nasıl sevebilirlerdi ? İnsanın insanı sürekli kırıp bir kenara attığı bir zamanda aşka inanıp kendini hatap etmeye ne gerek vardı ? Sonuçta kimse sonsuza kadar kalmazdı bir diğerinin yanında. Öyle değil mi ?
Rüzgâr aniden sertçe esince istemsizce gözlerimi kapattım. Rüzgâr bile öfke doluydu sanki. Yavaşça gözlerimi araladığımda defterimin arasındaki bir kağıdın uçtuğunu gördüm. Kağıdı izleyerek gittiği yöne döndüğümde birinin ayak ucuna çarparak durdu. O kişi eğilerek kağıdı aldığında okumamasını istedim . Kimse benden bir şeylerin saklı olduğu şeylere bakmasın. Beni görmesinler .
Kağıdı alan kişi tam yanımda durup bana uzattığında kağıdı hızlıca alıp defterimin arasına koyup defterin kapağını kapattım.
" Hava biraz soğuk değil mi Jisung ? "
Ben o kişinin yüzüne bakmamıştım. Bakışlarım yanıma oturup gülen yüzüyle denize bakan bedene kaydı. Yine bulmuştu beni. Lee Minho. Okulun biriciği Lee Minho. Her şeyde başarılı olan Minho .
" Üzerine bir şey de almamışsın. "
Gülerek üzerindeki hırkayı omuzlarıma bıraktı.
" Senin üzerin de ince değil mi ? "
Bana bakıp o yüzünden asla düşmeyen gülümsemesiyle göz kırptı.
" Bana bir şey olmaz. "
Sustum. Zaten sonrasında o da bir şey demedi. İkimiz birlikte öylece denizi izledik. Dalgaların kayalara her çarpışında içimde tuhaf bir his beliriyordu.
Lee Minho beni hep buluyordu. Okulda derslerde eşleşmelere girmemek için ne zaman en uzağa kaçsam hep yanıma gelirdi. Yemek yemek için ne zaman okulun en sessiz ve tenha köşelerine gitsem yine bulurdu beni . Bazen dışarıda gecenin bir vakti bir parkta otururdum. O zamanlar da yanıma gelir , yine bulurdu beni. Şimdi de bulmuştu beni.
" Minho ! Gelmiyor musun ? "
Arkdan gelen sesler huzursuz hissettirmişti. Minho arkasına dönüp onlara bir dakika işareti yaptı .
" Bizimkiler yeni bir yer bulmuşlar. Hep birlikte oraya gidiyoruz. Sen de gelmek ister misin ? "
Kafamı olumsuz anlamda salladım. Kalabalıktan nefret ederdim . O kadar insanın arasında uyum sağlayamamak kendimi kötü hissetmeme neden oluyordu.
" O hâlde yarın okulda görüşürüz. "
Ayağa kalktığında omzumdaki hırkasını tuttum. Elimi durdurup gülümsedi. Zaten Minho hep gülerdi.
" Senin ona daha çok ihtiyacın var . "
Soğuk esen rüzgar yanaklarıma çarparken gözden kayboldu Minho. O kaybolana kadar izledim . Nasıl bu kadar kalabalık bir gruba ayak uydurabildiğini merak ettim . Zaten o Minho'ydu . Derslerinde başarılı olduğu söylenemezdi. Sporlarda da öyle öne çıkan özellikleri yoktu. Ama herkes Minho'yu severdi .
Üzerimden geçen kuşun sesiyle gözlerimi kapattım. Yorulmuştum . Yorgundum. Gidecek bir limanım burası kalmıştı .
Öyle anlar oluyordu ki insan yaşadığını unutuyordu. Öylesine derin dalıyordu işte. Bu dalış normal olmazdı asla . Acısı olurdu . Gizlerdi sonra insan diğer fanilerden. Neden ? Korkardı çünkü . İnsanlar öyle birer varlıktır ki birbirlerinden korkarlar. Kendini anlatamamaktan , anlaşılamamaktan , yargılanmaktan , canını acıtan şeyin küçümsenmesinden belki de.
Gizlemeye çalıştıkça da kaybolmaz mıydı kişi kendi yalnızlığında ? Öylesine bir yalnızlık boşluğunda , hiçbir şey yokken o kadar dağınık olurdu ki insan kendini bulamazdı yalnızlığı ile aynı odada kalsa .
Ben ve yalnızlığımın olduğu odaya sürekli bir misafir gelirdi işte , Minho. Benim ayak uyduramadığım her şeye yetişiyordu Minho. Eğer ayak uyduramadığım şeyler hızlıysa yavaşlatıyor , yavaşsa da hızlandırıyordu. Bana göre ayarlıyordu. Hatta beni yargılamadan yapıyordu bunları.
Rüzgâr tenimi okşamaya devam ederken buğulu gözlerimle baktım uzunca sonu görünmeyen denize. Bu koskoca , sonu görünmeyen deniz kim bilir kimlere ev sahipliği yapmıştı ? Kimin derdine derman , kime dert , kimin dert ortağı olmuştu kimse bilmezdi işte.
Ayağa kalkıp arkamı denize dönmeden önce dalgaların getirdiği kokuyu içime çektim. Nefes almanın bile göğüs kafesini sıkıştırdığı bu dönemlerde sadece burada yaşadığımı hissediyor olmak nasıl açıklanırdı ? Minho olsa açıklayabilirdi . Ben Minho değildim . Açıklayamazdım ki !
Adımlarım kararan havanın altında rüzgâra eş değer adımlarla soğuk ve sessiz sokaklarda dolaşmaya başladığında denizden uzaklaşan her adımımda geriye doğru gitmek için her şeyimi verebileceğimi biliyordum. Ama neticesinde ben hiçbir şeyi olmayan 17 yaşındaki bir gençtim .
........
Minsung ile kalın ....💙