İnsanlar, çağlar boyunca hep bir şeylere inandılar. Evrendeki ve doğadaki işleyiş ve düzen, insanların hayal gücüyle bir olup üstün bir gücün varlığına inancı ortaya çıkardı. İnsanların inançları, dinleri ve kültürleri ile bir araya geldi.
Sanatla harmanlanarak varolmayı başaran bu önemli yazıtlar ve söylencelere mitoloji dediler. Onlar duvarlara, ibadethanelere, evlerdeki tablolara yazılır ve çizilirlerdi. Mitolojiler tanrılarını kapsardı. Doğa olaylarını kontrol eden tanrılar ve doğaüstü canlılar onlara bereket verirdi. Yağmurlar, ekinlerin yetişmesi, güneş ışınları, bahar ve insanların faydalanabileceği hayvanlar bu tanrılar ve tanrıçalar sayesinde var olurlardı. Ama her varlığın bir karşıt varlığı olduğu gibi, tanrıların varlığında lanetler de ortaya çıktı. Lanetlerin kaosun, fırtınaların ve diğer kötülüklerin kaynağı olduğuna inandılar. İnançlar kültürlerini oluşturdu. Bu inançlar kendi toplumlarına özel yasaları ve dinleri ortaya çıkardı.
İnsanların buna inanması ve anması, tanrıları ve lanetleri var etmeye devam etti. İnsanlar inandıkça doğaya hükmeden varlıklar inançlar doğrultusunda varoldular, gerektiğinde değiştiler ve güçlendiler. Ne zamanki bir toplumda kültür değişti, inanç azaldı ve yalanlandı, o zaman mitolojik yaratıklar kayıplara karıştılar. Yok olmayı istemeyen yaratıklar ise, bereketlerini ve kötülüklerini sürdürerek insanlara varlıklarını hatırlatmak istediler.
Toplumlar yıllarca süregelen inançlarına karşı gelmeyi ve kötülük ile sınanmayı istemediler. Bu yüzden inançları üzerine sert yasalar koydular. Gerektiğinde insanları bile kurban ettiler ve dualar ettiler. Toplu ibadetler yaptılar ve inançları için savaştılar. Böylece varlıklar düzeni koruyacak, eski kültür sürecekti. Yine de, bu inançlara karşı gelip kendi kültürlerini reddeden ve doğaya baş kaldıran topluluklar oluyordu. Bu bazı topluluklar doğa tarafından yok edilirken, bazıları daha güçlü bir halde karşılık veriyordu.