Genç kadının saçlarının arasına sızan rüzgar yüzünü sıyırıyor saçlarının havalanmasına ve bir kaç tutmanın önünü görmesini zorlaştırıyordu. Ayakları ıslak kuma gömülmüş, dalgalar halinde bedenine vuran su bedeninin yarısını ıslatmıştı. Bakışları uçsuz bucaksız, hırçın denizdeydi. Zihninde büyük bir karmaşa hakimdi.Tepesinde dikilen adamın tanıdık acı kahve gözlerine baktı. Ona bakmasıyla birlikte genç adam ona gülümserken, "Seni özledim." Dedi içini ısıtan sesiyle. Dudakları titredi. Gözlerine dolan yaşları bu sefer geri itmedi.
"Beni nasıl buldun?" Diye sordum.
"Ben seni hep bulurum," dedi, gazap dolu bir sesle.
Gök bir kez daha şiddetle gürledi ve yağmur şiddetini arttırdı. Genç kadının koyu kahve saçlarının arasına sızan yağmur suyu yüzünü ıslattı.
O ne zaman ağlamak isteyip de ağlayamasa gök onun için gürlerdi. Yağardı.
Genç adamın üzerinde gecenin karanlığıyla bütünleşen siyah bir takım elbise vardı. Heybetli, kaslı ve güçlü bedeninin gölgesi kumsala devrilmişti.
Ona nefretle bakan kadının gözleri kalbini üşütüyordu.
O kadın ona hiçbir zaman sevgiyle bakmayacaktı. Kalbinde ona karşı duygusunu sevginin bir karşılığını genç adam hiçbir zaman alamamıştı.
Karadeniz'in hırçın dalgaları bir kez daha kayalıklara sertçe vurduğunda buz gibi su kadının ayaklarını ıslattı.
Mahkumiyeti kuşanmış kahveleri acıyla doluydu. Nefretle doluydu.
"Işığımı söndürdün." Diye fısıldadı acıyla. "Gözümün ferini çaldın benden Akran." Dedi nefretle.
Genç adam karşısında ki kadının gözlerinden alamadı gözlerini. Onu ilk tanıdığı günün aksine cansız bakan gözlere sahipti artık.
Genç adamın aksine kadının göğüsü bomboştu. Hiçbir zaman kimseye ait olmamıştı.
Bir kadın tanımıştı ömrü hayatında. Bir onu sevmiş ona sadık kalmıştı ama bunun karşılığını alamamıştı.
Genç adamın koyu kahve saçlarının arasına düşen yağmur damlaları saçlarının anlına yapışmasına sebep olmuştu.
Göğüs kafesini sıkıştıran, nefes almasını engelleyen ve damarlarına bir zehir gibi yavaş yavaş işleyen kadına baktı.
Açık gömleğinin yaklarında belirgin mavi damarları göz önündeyken kaslı gövdesine ki dövmesini seçmekte zorlandı kadın.
Bir bahar vakti tanımıştı.
Kışın ayazında doluya tutulacağını ise bilmiyordu.
Kimsesiz bir adamdı. Tanıdığı bildiği kadın kimsesi olsun istemişti.
Ama yanılmıştı.
Belki de hayatında ilk kez yanılmıştı.
"Bugün gelmeyeceğim," diye fısıldadı genç adam. Tok, erkeksi ve karakteristik bir sesi vardı. Bir örümceğin bacaklarını andıran gür kirpiklerinin arasında sıkışıp kalan gözleri avının üzerindeydi. "Yarında Hakeza."
Avcının gözüne kestirdiği ceylan bir kez sıçradı, iki kez sıçradı ama üçüncüsünde kaçamadı.
Tüfeğinden çıkan kurşun ceylanın kalbini deldiğinde acı bir çığlık yankılandı ormanın derinliklerinde.
Daha sonra ceylanın güzel gözleri cansız hale büründü. Katilinin tanıdık, acı kahve gözlerine son kez baktı.
En başından beri ölümü kabullenmişti.
Yaşamak içinse hiçbir sebebi yoktu.
Çünkü yaşasaydı haps olduğu kafesten çıkmasına kimse izin vermeyecekti.
O kafesi açmaya çalışan herkesin avuçlarına dikenli teller battı. Kurtarmak için geldikleri yerde kanadıklarını gördüklerinde bir daha o kafesin kapısını açmak için kimse uğraşmadı.
O kafese yaklaştıklarında ölümün kapılarının onlara aralandığını gören her canlı kafesteki serçe kuşunu ölüme terk etti.
Bir cana karşılık bin candı.
Bir can yaşayacaktı.
Canavarın gölgesi o kafesim üzerine düşecekti ve bir daha asla geri çekilmeyecekti.