Lağım Faresi

83 12 3
                                    

Yine sıradan günlerden biriydi. Theo, Matheo ile oyun oynuyor Mabel ise benim tatlı belam olmaya devam ediyordu. Mabel'ı çok seviyorum ama kendime vakit ayıramıyorum. Sanandres sokağında çok şirin yeni bir terzi açıldı. Çok güzel elbiseler de satıyorlar. Eh yan kesicilikten pek para da kazanamıyoruz ancak bir elbise çalmak, boyutundan ötürü çok zor. Ben düşüncelere dalmışken Mabel pazarın önünde çilekleri hayranlıkla izliyordu. 

"Alice, bir tane alabilir miyiz?"

 aniden düşünce bataklığından kurtulup gerçek hayata döndüm. Cebimdeki, az önce hoş giyinimli bir bayımdan çaldığım altın kesesini çıkarıp tüm keseyi versem akılsızca mı olur diye düşündüm. 

"Bak Mabel, sana bunu vereceğim ve yalnızca bir tane alacak kadar altın alacaksın. Anlaştık mı?"

 Mabel mutlulukla elimdeki keseyi alıp pazara doğru bir hücumla koştu. O kadar şirindi ki gülümsediğini görmek bana her şeyi unutturuyordu. Çok geçmeden Mabel elinde bir sepet dolusu meyveyle döndü.

" Alice! Bak neler aldım!" hayal kırıklığı ve kızgınlıkla ona baktım. "Sadece biraz çilek alacaktın Mabel!" Mabel ürkmüş bir şekilde geri çekildi ve keseyi bana geri uzattı. "biraz çilek almak yerine her meyveden bir tane aldım.. Gerçekten çok harcamadım..". Derin bir nefes aldım ve başını okşadım."Zekice ufaklık, ama yinede biraz fazla harcamışsın. " 

Mabel gülen bir yüzle bana baktı. Keseyi tekrar cebime koyup elinden tuttum. Mabel'a bakma sırası bizim afacan ikizlerdeydi. Mabel'ı ufaklıklara emanet ettikten sonra terzi dükkanının olduğu yere doğru ufak bir yürüyüş yapmak istedim. Yaşadığımız yerde büyük bir çoğunluk asil kesimden oluşuyordu. Bizim gibi evsiz yurtsuzlar da çoktu tabii. 

Biz kendimize rakunlar deriz. Hırsızlık yapmak bizim için meslek gibi bir geçim kaynağı. Bu bölgede bizim gibi kendilerine isimler takan gruplar oldukça fazla. Hiçbirimizin ne annesi ne babası ne de bir akrabası var. Ben kendimi bildim bileli bu sokaklarda yaşıyorum. Her yeri avucumun içi gibi bilirim. Yaşlı Khan amcanın terzi dükkanını, kuzgun sokağındaki her bir barı, her yere nerden ve nasıl daha kısa yoldan gidebileceğinizi, ara sokakları, kısacası aklınıza gelebilecek her yeri. Kardeşlerim -grubun üyeleri- sokakta terk edilmiş olarak bulduğum çocuklar. Onlar benim ailem. Aralarında en büyükleri ben ve Guston'uz. İkimizde aynı yaştayız -sanırım çünkü hiçbirimiz doğum günümüzü bilmiyoruz-.  

Minik Mabel'sa en miniğimiz. Onu geçen yıllarda annesi terk etmişken bulduk. Öğrendiğimiz kadarıyla annesi bir hayat kadınıymış ve Mabel ona tanrı tarafından hediye edilmiş. O ise hayatını düzene sokacağına hediyesini terk etmiş. Onu bulduğumuzda üstü başı tamamen çamur ve ağlamaktan gözleri şişmiş haldeydi.

 Guston'la aynı bölgede yan kesicilik yaparken tanıştık. Kendinden bahsetmeyi pek sevmez. Bizim iki minik ufaklıklarınsa babaları marangozmuş ancak ülkeye ihanet suçlamasıyla idam edilince kimse onlara bakmak istememiş. Anneleriyse hastalığa muzdarip halde gitmiş. Onlar Guston'la beraberlerdi, onları nasıl buldu bilmiyorum. Sık sık böyle düşüncelere dalıp giderim. Tam dalgınlığımdan bir taşa takılıp düşecekken Guston beni tuttu.

 ".. Guston! Burada ne işin var meydanda değil miydin?" Guston kıkırdadı ve beni bıraktı. "Öncelikle rica ederim Alice. İkinci olarak, neler duyduğuma inanamayacaksın. Birkaç gün önce Silver krallığı, Rawen ailesine Yüreğin Tacı'nı erkenden göndermiş. Duyduğuma göre henüz teslim edilmemiş." bir kaşımı kaldırıp ona baktım. "Eee, yani?" Guston bir kutunun üstüne çıktı ve iki kolunu yana açtı. 

"Onu çalarsak ne kadar zengin oluruz bir düşünsene! Herkes bize saygı duyar ve sonunda en lüks şeyleri yiyip giyebiliriz!" Gözümü devirdim. "İyi de akıllım nasıl olacak o? Yüreğin Tacı asırlardır son güvenlikle korunuyor."  Yüreğin Tacı asılardır Silver ailesinde miras olan ve inanışa göre mücevherlerinin direkt olarak doğanın kalbinden geldiğine inanılan bir taçtı. Asırlardır var olan bu taç sayesinde krallıkların her zaman en başında gelirdi Silver aiesi. Yıllardır her evliliklerinde prenseslerine yalnzıca düğün günü bu tacı takdim ederlerdi. Bu sefer de sıra velihat prenses Luciana da olmalıydı. Guston ağzı kulaklarında bir halde gülümsedi. "Elbette bir planım var. Akşam toplanınca herkese anlatacağım!" Kutunun üstünden yere atladı ve bir kese altını elime tutuşturdu. "Bu arada bu da sana ufak bir hediye." sonrada koşarak uzaklaştı. 

Şaşkınlıkla keseye bakıp gülümsedim. Keseyi cebime atıp bir süre yürüdüm. O elbiseyi almam için verdiğini biliyordum ama bu çok bencilce olurdu. Elbise mavi, etekler fırfırlı dünya tatlısı bir elbise olmasına rağmen fiyatı hiç de tatlı değildi. Yürürken kafası kapalı biri bana çarparak koşarak uzaklaştı. 

"Hey! Dikkat etsene!" bir anda cebim hafiflemiş hissettim ve hemen elimi cebime attım. Kese yoktu. Seni küçük hırsız. Hemen peşinden koşmaya başladım. "Hey dur! Seni lağım faresi!"  bir an arkasına baktı ve ürküp daha hızlı koşmaya başladı. Elbise giyiyordu, kesin bir kız çocuğuydu. Kalabalığın içine karışıp benden kurtulmaya çalışıyordu ancak kırmızı elbisesi ve pelerini oldukça dikkat çekiyordu. Koşarken bir adama daha çarptı ve adamın elindeki kasasındaki tüm elmalar yere saçıldı. Adam arkamızdan bas bas bağırırken ikimiz de umursamadan koşmaya devam ettik. Daha yorulmamış mıydı bu? Çok hızlı koşuyordu. Uzun bir süre kovalamaca oynadıktan sonra pazardan çıktı ve ara sokaklarda ebelemece oynayan iki çocuk gibi birbirimizi kovalamaya devam ettik. En sonunda çıkmaz bir sokağa girdik. 

Kenara sıkışmıştı, artık elimden yalnızca tanrı seni kurtarabilir diyordum içimden. Korkusuzca üstüne yürüdüm. "Benden çalmak ne demek göstereceğim sana." rüzgardan kızın pelerini kafasından uçtu ve altın sarısı kabarık saçları ortaya çıktı. O kadar bakımlıydı ki hırsızlık yapabileceğine inanmak çok güçtü. Kız sinirli bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu, keseyi sanki son yaşam kaynağıymışcasına sıkıca kavramıştı. Gözleri deniz gibi masmaviydi. Bi' anlığına içinde boğuluyormuşum gibi hissettim. "Sen de kimsin..?"

Andrea (Yüreğin Tacı serisi)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin