Kaçırılan Prenses

32 6 0
                                    


Ertesi günün sabahının erken saatleriydi. Curcuna seslerinin arasında at kişnemeleri ve toynak sesleri rahatlıkla duyuluyordu. Gözlerimi ovarak ayağa kalktım. Sabahın bu saatinde neydi bunca gürültü? Yanımda uyuyan Mabel'a baktım. Uykusu oldukça derin olmalıydı ki bunca sese rağmen uyanmamıştı. Etrafıma bakındım. Guston ve ikizler de uyuyorlardı ama Andrea ortalıkta gözükmüyordu. Meyve sepetindeki tüm meyveler bitmişti. Curcunanın sebebini öğrenebilmek için evden dışarı çıktım. Meydan sesin kaynağının olduğu yerdi. Etrafta askerler koşuşturuyor, mahalleli ise dedikodu yapmakla ilgileniyordu. Bir grup yaşlı kadına kenardan yaklaşarak kulağımı onlara verdim. Dikkate alınan tipler olsaydık ne olduğunu sorardım ama muhtemelen cevap dahi vermeyeceklerdi.

"Ne demek prenses kaçırılmış, imkansız!"

"Evet bende duydum. Bu nasıl olabilir?"

"Dokuz sandık altın fidye istiyorlarmış diye duydum."

Prenses kaçırılmış mı? Prenses Luciana mı? Saraya birinin girip onu kaçırdığını düşünmek garip olurdu çünkü saraya girmek imkansızdı. Bu hayale her ne kadar Guston da sahip olsa da saçmalığın daniskasıydı. Luciana, pek halk içine çıkmaz. Değerli bir gül gibi sarayın içinde saklanırdı. Nedense kral ve kraliçe kızlarını halka göstermeye pek hevesli değillerdi. Toplasanız ben bile bir kere görmüşümdür. Daha küçüktüm ve yolumu kaybetmişken geçiş törenlerinden birine rastladım. O gün görmüştüm onu. Büyüleyici bir güzelliği vardı. Teni bembeyaz, gözleri mavi, saçlarıysa altın sarısıydı. Andrea'yı andırdığını fark ettim bir an. O da büyüleyici bir güzelliğe sahipti. Sahi ya, sabah etrafta yoktu. Nerelere kaçmıştı acaba?

Meydanda adım atacak yer yoktu. Bu curcunanın sebebi muhtemelen fidyeciyi korkutmak ve prensesi geri vermesini sağlamaktı. Etrafa bakınırken gözüme pelerinli bir kız takıldı. O an Andrea'nın da bana çarptığı gün aynı pelerini taktığını anımsadım. Bu kız muhtemelen oydu. Etrafına bakınarak tedirgin bir şekilde ara sokaklardan birine girdi. Vakit kaybetmeden ardından ara sokağa girdim. Andrea hızlı bir şekilde önden yürüyor bende aynı tempoyla arkasından gidiyordum. Dış surlara kadar yürüdük. Durdu ve bir an duvarın yüksekliğine baktı. Yüzünü arkadan göremiyordum. Bir anlık düşüncesizle hareket ederek yanına yaklaşıp omzuna dokundum.

"Ne yapıyorsun burada Andrea?" Andrea ürktü ve omzundaki elimi bir hışımla itti. Kafasını yukarı kaldırdı. Surların uzunluğunu hesaplamak ister gibi bir hâli vardı. 

"Andrea?" Derin bir nefes alıp bana döndü. Dün akşam etrafına ışık saçan Andrea yine gitmiş, Yerine bizim eski Andrea gelmişti. Gözleri muhtemelen ağlamaktan kızarmıştı. 

"Asıl senin burada ne işin var? Beni mi takip ediyorsun?" dedi dik durmaya çalışarak. Kendini olduğundan daha güçlü göstermeye çalıştığı belliydi. "Elbette hayır." dedim istemsizce gözlerimi kaçırarak. Bunu yapmamın onun daha çok şüphelenmesine yol açtığına emindim. Bir şey demedi ve sadece yine arkasını döndü. Surlara tekrar bir göz gezdirdi. Tek kelime etmeden sol taraftaki patikaya doğru yürümeye başladı. "Hey!" arkasından atıldım patikaya ve bir süre sessizce yürüdük. "Neden hiç konuşmuyorsun Andrea?" sessiz kalmaya devam etti. Bir anlığına durdu ve bana baktı. "Hey.. sen onlardan değilsin, değil mi?" Kimlerden bahsettiğini anlayamamıştım. Sabah güneşi saçlarına vurdukça sanki Güneş'in insan olarak Dünya'ya inmiş hâli gibi duruyordu. 

"Kimlerden bahsediyorsun?" gözlerini kısarak bana baktı. Tetikte olduğu belliydi ama nedenini anlayamamıştım. Kimdi bu kız? Bir evsize göre fazla bakımlıydı oysa.  Andrea derin bir nefes aldı, tam konuşmak için dudaklarını aralamıştı ki birden askerlerin zırh sesleri yakınlaşmaya başladı. Andrea kolumdan tuttuğu gibi koşmaya başladık. Ara sokaklarda hızla koşuyor, avcısından kaçan ceylanlara benziyorduk. En sonunda başka bir ara sokağa girdik. Andrea duvardan kafasını uzatıp etrafa bakındı. Kimse olmadığını görünce sırtını duvara yaslayarak yere oturdu. Nefes nefese kalmıştık. Bende yanına oturdum. Bir süre nefesimizi düzenlemeye çalıştık. İkimiz de tek kelime etmiyorduk. 

"Artık dönmeliyiz." Dedim sessizliğin soğukluğunu üzerimden atarken. Andrea başıyla onayladı ve ayağa kalktık. Yine oldukça temkinli duruyordu. Sur kapısına oldukça yakındık. Bu sefer ben çıkardım kafamı duvardan. Askerler gruplar halinde kapıdan geçiyor, elçi olduğunu tahmin ettiğim kırmızı giyinimli bir bayımsa atın üzerinde gidiyordu. Muhtemelen başka bir ülkeye kaçırıldıysa yolda yakalamak istemişlerdi. "Neden kaçıyoruz? Aradıkları şey bizde yok."

Andrea'ya döndüm. Gözleri dolmuştu. Yere bakıyor ve kesinlikle konuşmuyordu. Gözlerindeki nefreti iliklerime kadar hissedebiliyordum. "Andrea.. Sorun ne?" sessizliğini bozmadı. Göz yaşlarını silip pelerinini kafasına geçirdi. "Gidelim." dedi duyduğum en duygusuz ses tonuyla. "Gidelim." diye tekrarladım. Bizim afacanların hâlâ uyanık olup olmadıklarını merak ediyordum. Ben yürürken Andrea da beni sessizce takip ediyordu. Huzursuz hissedeceğini düşündüğümden yolu biraz uzatıp ara sokaklardan devam ettik. Buralar pek tekin yerler değildi. Her yerde evsiz insanlar, yankesiciler, çeteler anlayacağınız her türden insan barındıran bir yerdi. Elini tutup sıkıca kavradım. Yol boyunca ikimizde tek söz etmedik. Eve vardığımızda meydandaki curcuna azalmıştı. İçeri girdik. Bizimkiler uyanmıştı; ikizler Mabel ile oyun oynuyor, Guston ise düşünme köşesinde düşünmekle meşguldü. 

"Günaydın millet." Dedim ses tonumu neşeyle doldurmaya çalışırken. Mabel hemen oyun oynadığı yerden kalkıp kollarıma atladı. Ona sıkıca sarılıp yere bıraktım. Guston yanımıza geldi. "Nerdeydiniz?" Anrea'ya baktım. 

"Hava almaya çıkmıştık." dedim güler bir yüzle. "Olanları duydunuz mu?" dedi Theo. Başımla onayladım Mabel'ın saçlarını okşarken. "Dedikodulardan kaçmak mümkün değil, üstüne curcuna sesleri de kulak tırmalayıcı derecede fazla." Guston düşünürken her zaman yaptığı gibi elini çenesine koydu. Bir anda gözleri parladı. Aklına bir şey gelmiş gibiydi.

"Millet! Rakun toplantısı. Sizinle paylaşmak istediğim şeyler var."  

Andrea (Yüreğin Tacı serisi)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin