Bölüm 12

136 20 32
                                    

Lana Del Rey- Summertime Sadness

7 yıl önce...

Yazarın anlatımıyla...

Gizlice, gene evden kaçmıştı küçük çocuk. Annesi orda dayak yerken, dayanamadı izlemeye. Attı kendini dışarıya. Sadece okula gittiği için hiçbir yolu bilmiyordu. Bilmediği sokaklardan geçiyor, etrafta gülüşen insanlara bakıyordu. Onu gören insanlar ise korkup kaçıyordu. Çünkü onunda her yeri yara bere içindeydi. Kiminin içi acıyordu, kimi arkasına bakmadan, hızlı adımlarla gidiyordu. O an, o insanlara acıdı Min Ho. Bir yardım etmeye bile acizlerdi çünkü. O an arka sokaktan gelen babasının bağırmasını duydu. "Min Ho! Neredesin, seni küçük velet?!" diye bağırıyordu. Çocuk, onun sesini duyunca bile, midesi bulanıyordu artık. Durumları iyiydi. Annesi ve Min Ho hep arkadaş gibiydiler. Biten, ölmüş bir aşktı bu. İlk yıllarında arzu, aşk, sevgi, mutluluk. Bu duygular vardı ama zamanla bitmişti bu duygular. Yerine acı, üzüntü, nefret gelmişti. Babası annesini her gün dövmeye başlamıştı. Annesi ne kadar ona karşı çıkarsa, günün sonunda hep dayak yiyordu. Min Ho artık gördüklerine dayanamıyordu. Babası sinirini alamayınca, onu da dövüyordu. O da gene dövmesin diye kaçmıştı. Toplam 3 kere falan kaçmıştı. Babası onu hep bulmuştu. Bulduğunda eve gidene kadar kulağından çeker, eve gittiğinde ise bayılana kadar döverdi. Onun elinden alacak kimsesi de yoktu çünkü annesi de baygındı. Buda 4. kaçışıydı. Ama babası bulmaya yakındı.

Arkasına bakmadan koşmaya başladı. Bilmediği sokaklardan geçiyor, ayağı takılıp düşünce de, durmadan kalkıyordu. Bu sefer yakalanmak istemiyordu çünkü babası yemin etmişti:

'Bir daha kaçarsan eğer, seni sokak ortasında döverim!'

Min Ho gene de kaçmıştı. Başına geleceklerden habersiz... Belki bu sefer kurtulabilirdi. Babasını polise şikayet edip annesini de kurtarabilirdi. O adam olacak kişi hapis yatarken, onlar belki de çok güzel hayat yaşayacaklardı. Tam sessiz, ıssız, terk edilmiş gibi duran sokağın kavşağından dönecekken, birisine çarpıp zaten yarılmış olan dizlerinin üstüne düşüp acı çekmişti. Kimmiş diye bakınırken, babası olduğunu gördü. Kalbi çıkacak gibi atmaya başladı. Tüm bedenini bir korku sarmıştı. Bacakları titriyor, burnuna gelen içki kokusuyla midesi bulanıyordu. "Ben sana demedim mi, bir daha kaçmayacaksın diye?!"

"Baba özür dilerim, lütfen dövme. Bir daha kaçmayacağım, sö-" Daha lafını tamamlayamadan yanağına yediği tokatla başı sağa doğru düşmüştü, Min Ho'nun. Yanağından akan sıcaklıkla, ağladığını anladı. "Senin sonun da annen gibi mi olsun, velet?!" dediğinde Min Ho'nun nutku tutuldu. Ne yapmıştı, bu adam annesine?! Öldürmüş müydü yoksa? 

"Ne yaptın anneme?" diye bağırdı Min Ho, kendine engel olamadan. Babasına ilk defa bağırmıştı. Tek arkadaşıydı o. Yüzünde ki yaralardan okula bile doğru düzgün gidemiyordu. Babası birde gitmediği için döverdi onu. Babası onun bağırmasıyla afallamıştı. İyice sinirlendi ve Min Ho'yu dövmeye başladı. Karnına tekmeler attı, Min Ho acıyla iki büklüm oldu. Yakasında tutup yüzüne tokatlar attı, ağıza alınmayacak küfürler etti. Min Ho dayanamıyordu, çünkü önceki günler bile bu kadar dövmemişti. Orada, o soğukta çelimsiz vücuduyla bayıldı. Üstünde incecik kazak vardı ve üşümeye başlamıştı. Daha 10 yaşındaydı bu çocuk, 10. 10 yaşında kendinden geçene kadar dövülmüştü. Hem de hiç acımadan... Üstüne üstlük ıssız bir sokak olduğu için kimse babası onu döverken görmemişti. Sesi duyanlarda korkudan kaçmıştı...

Babası, oğlu kendinden geçince, orada bir bar bulup kendini içeri attı. Bulduğu ilk kadını kucağına aldı ve öpmeye başladı. Kadın tutku ve arzuyla karşılık veriyordu. Kadın kucağında, hiçbir yere çarpmadan yukarıdaki odalara çıkarttı. Çünkü bunu defalarca yapmıştı.

Yarım saat sonra...

O ıssız sokaktan geçen iki genç, yerde yatan Min Ho'yu gördüler. İkisi de koşarak, onun yanına gittiler.

"Burada bir çocuk var." Yerde yatan çocuğu, kendine doğru çevirdi. "Dövülmüş."

"Hastaneye götürelim. Baksana, çoğu yeri kanıyor zaten." deyip kucakladı, çocuğu büyük olan. Yoldan geçen bir taksiyi durdurup çocuğu yatırdılar. Başlarına bela almak istemedikleri için nerede gördüğünü, nasıl gördüğünü ve taksici abinin bu çocuğu hastaneye bırakması söylediler. Haber almak için ise büyük olan numarasını vermişti. Taksici yardımsever bir insandı. Hastanede çocuk uyanana kadar beklemeyi düşünüyordu. 

Öyle de oldu.

Min Ho uyanana kadar bekledi, ondan sonra olanları anlatıp geri işinin başına döndü.

Şimdiki zaman...

Min Ho'dan...

Sabah felaket bir baş ağrısıyla uyanacağımı bilseydim, o kadar içmezdim. 

Üstelik neredeydim ben? Kendi evimde değildim ama etraf çok tanıdık geliyordu. Beyaz tül perdeler vardı. Gün ışığının odaya kolaylıkla girmesini sağlıyordu. Oda mavimsi tonlarla dekor edilmişti. Kitaplarla dolu olan çalışma masası, lacivertti. Yerdeki halı ise siyah, mavi şeritleri olan düz bir halıydı. Duvarda kocaman The Weeknd  posteri vardı. Doğru ya, burası Jeong In'in odasıydı. O zaman beni buraya Jeong getirmişti. Yavaş yavaş dün gece olanlar aklıma geldi. Bu kadar içmeme rağmen hatırlamam bir mucizeydi. O bara Changbin ve Chan'la gitmiştim. Tabii onlar sonradan gidince ben içkinin dibine vurmuştum. Birini aramıştım ama o kişi Jeong değildi. Kafamı hatırlamaya yordum ama kimdi çıkaramıyordum. Telefonumdan son arama kayıtlarına girip baktığımda, afalladım. Hei? Sarhoşken Hei'yi aramam hiç iyi bir şey değildi. O sırda odanın kapısı açıldı ve elinde kahve ile gelen Jeong In yanıma yaklaştı. "Dün gece Hei'yi ne diye aramışım?" diye sordum. Bizimle bu aralar çok takılmıyordu Jeong. Çünkü Mina'ya geri dönmek  istediğini biliyordum ama bilmediğimi sanıyordu. En yakın olan bizdik. Gözlerinden bile anlayabiliyordum. Gözlerime bakmayarak konuştu. "Özür dilemişsin ve doğru tahmin ettiğini söylemişsin. Hei sadece bu kadarını dedi, devamını demedi." dediğinde ne doğru tahmini diye düşündüm. Geçmiş? Tanrım, büyük boklar yemiştim. O gün en çok beni yaralayan cümle şu olmuştu:

"Niye, yaralı mısın o isminden? 2 seçenek var. Ya insanlara acı çektirmekten zevk alan bir sadistsin. Ya da geçmişinde yaşadığın şeyleri, onlara yaşatıp aklınca intikam alıyorsun? Hangisi, Min Ho? Seçeneklerimden hangisi doğru? Başka açıklaması yok çünkü." 

Geçmişte yaşadığım şeyleri az çok tahmin etmişti ve ben salak gibi onu arayıp söylemiştim. Hem de  sarhoşken. Sikeyim. "Okul?" derken bir yandan da getirdiği kahveyi yudumluyordum. Başım felaketti. "Geç kaldın." deyip odadan çıktı. E o zaman kendisi de geç kaldı? Aman, ne yapalım geç kaldıysak? Üstümde mavi düz tişört altımda da siyah bol bir pantolon vardı. Eve gidip duş almam gerekiyordu. Telefonumu geri cebime koyduktan sonra aşağı kata indim. Jeong'un ailesinin durumu iyiydi ve bir kardeşi vardı. Bildiğim kadarıyla babası kendini işine adamıştı ve eve adam akıllı gelmiyordu bile. Annesi ise vefat etmişti. Kapıya vardığımda Jeong In'e seslendim. "Jeong, ben çıkıyorum." Kapıyı açtığımda sıcak hava gözlerimi kısmamı sağladı. Yazı ciddi manada sevmiyordum. Sıcağı nedensizce sevmiyordum. Aşırı soğuğu da, ideal olan sonbahar ve ilkbahardı. Ne soğuk, ne sıcak. En iyisi. O sırada yan evden bir kapı sesi duyuldu. Merakla o tarafıma döndüğümde, Hei'yi gördüm. 

Hei'yi gördüm?

Mina ve Rose, gülerek Hei ile konuşuyorlardı. Hei'de gülüyordu. 

Nasıl yani, Hei ve Jeong komşu mu?

(Kusura bakmayın bölüm kısa oldu çünkü moralim aşırı bozuk ve biraz daha yazarsam bölümü üzüntülü bir bölüm yapacaktım. Hayalet okuyuculuk yapmazsanız sevinirim. Birde oy verip yorum yapın lütfenn. 1K okunmamız olmuş, aşırı mutlu oldum. Çok teşekkürler. 1044 kelime.)

Tulkmaye



OKUL ZORBASI/LEE KNOWHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin