hayat bazen parçalı bulutlu, yağmurlu veya fırtınalı olur. o günlerde insan bir dakika daha yaşamak istemez ve inatmış gibi bütün kötü şeyler üst üste gelir insanı daha fazla bıktırmak istercesine. dünyada cehennemi yaşarsınız adeta da kimse sizi fark etmez, yardım eli uzatmaz.
ya da bazen hayat güneşli olur; çiçekler bütün güzel kokularını salar, kuşlar bir başka öter, ağaçlar adeta konuşur gibi yapraklarını sallar. yoongi için öyle günlerden biriydi, her ne kadar şubat'a yeni girmiş olsalar bile hava bugün kesinlikle daha güzel ve sıcaktı. insana yaşaması için bir neden veriyordu adeta ya da yoongi'nin içi içine sığmadığından buna inanmayı tercih ediyordu.
jungkook'la buluşacak olmanın heyecanı bütün vücudunu sarmışken eli ayağına dolanıyor, hiçbir şey istediği gibi gitmiyordu. öncelikle jungkook'la konuştuktan sonra giyecek kıyafet seçerken en sevdiği kazağını dolabın kapağına takıp sökülmesine neden olmuş, tam kıyafetlerim oldu derken kahve içip sakinleşmek için mutfağa gittiğinde de bu sefer sütü üzerine dökmüştü. yetmemiş gibi holde sakinleşmek için elinde küçük bir topla bir oraya bir buraya gidip oynarken, ki kesinlikle mantıklı bir hareket değildi, annesinin favorisi olan çiçek saksısını kırmıştı ama yine de her şeye rağmen çok güzel bir gündü.
şimdi ise jungkook'un "geldim." mesajıyla gün boyu atamadığı heyecanını 'belki merdivenlerden inerken atarım' düşüncesiyle koştura koştura merdivenlerden inmeye başlamıştı ve evet gün boyu sorunsuz olarak başardığı tek şey buydu. dış kapıyı açmadan önce derin bir nefes aldı, nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. içinden 'her zamanki jungkook, garip bir şey yok sakin ol.' dese de bu doğru değildi. 'her zamanki jungkook' diye bir şey yoktu çünkü. o, her zaman hoşlandığı jungkook'tu nasıl sakin olabilirdi?
jungkook'u bekletmemek için içindeki çatışmaya son verip kapıyı açtı ve dışarıya adım attığında karşı kaldırımda bekleyen onu gördü. ve siktir.. o motoruna yaslanmış bir şekilde apartmanının kapısına bakıp kendisini böyle nefes kesici şekilde beklerken yoongi nasıl normal davranacaktı? sigarasını derince içine çekip saniyelik de olsa kafasını yukarı kaldırıp üflemesini saymıyordu bile ve kendisine "sıkı giyin, hava soğuk" tembihlemelerini görünen o ki kendisinde uygulamamıştı. bu kaşlarını çatıp bütün nefes kesiciliğini kısa süre de olsa unutmasını sağladı ve hızlıca ona doğru yürüdü.
yoongi'nin geldiğini gören jungkook ise hızlıca sigarasını yere atıp söndürdü ve ellerini pantolonunun cebine koyarak büyük bir gülümsemeyle ona döndü. yanına varınca da kendisinden beklediği şey kesinlikle bir gülümseme, yanağa bir öpücük ya da sarılmaydı; kaşları çatık bir şekilde söylenip kendisine kızması değil. "bana 'sıkı giyin' dedin ama görünüşe göre kendini yok saymışsın. jungkook sen salak mısın? nisan ayında mıyız ince bir ceketle bu havada nasıl dışarı çıkabilirsin?" ama bu halinin de hoşuna gitmediğini kimse söyleyemezdi. önemsenmek, birinin iyiliğini düşündüğü için kızması ve bu kişinin yoongi olması.. jungkook kesinlikle çok şanslıydı.
"sen bana salak mı dedin?" tek kaşını kaldırarak yüzüne koyduğu sahte ciddiyetle sordu. yoongi'nin klavye delikanlısı olduğuna adı kadar emindi ve onunla biraz eğlenmek istiyordu. nitekim de öyle oldu. yoongi dediklerini fark etmiş gibi önce gözlerini büyüttü, ki bu saniyelik bir şeydi ama gözlerini bile kırpmadan onu izleyen jungkook'un bunu kaçırması imkânsızdı, sonrasında da yüzüne en tatlı gülümsemesini koyup konuştu.
"öyle mi demişim?"
"öyle demişsin."
kaşlarını kaldırıp kafasını sağa sola salladı. "sen yanlış anlamışsın hem konumuz bu mu?" jungkook tatlılığına bir iç çektikten sonra konuştu. "neymiş konumuz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
crush, yoonkook
Fanfictionjeon jungkook ve min yoongi'nin birbirlerine karşı hissettikleri duygular, basit bir lise aşkından fazlası olmaya başlamıştı. texting, düz yazı