Kader 🌑

88 14 16
                                    

Kuzey Kore Krallığı, 1870 Aralık

Zaman durmuştu. Yıllar sonra zaman ilk kez durmuş gibiydi. Yıldızlar bu gece görünmeyeceklerine and içecekler gibi. Gökyüzü kana boyanacak, ay ise onun zıddına, inadına var olmaya, parlamaya devam edecekti.

Tarih boyunca hep savaşlar oldu. Hep savaşlarda bulundum. Gelin olarak geldiğim krallıkta da; gençliğimi, çocukluğumu yaşadığım krallıkta da hep bir savaş oldu.

Hayatımın her yıllarında savaşlardan geçtim. Savaştım. Kimi zaman kendi hemcinsimi vurdum, kimi zaman bir çocuğu. Vicdan azabı çektim. Çekmedim değil ama hiç bu kadar kendimi boktan hissedecek kadar hissetmemiştim.

Karşımda büyük ihtimalle annesinin vurulmaması için kalın beyaz bir çarşafa sarılı, gözleri pasparlak, bana gülümseyen bir bebek vardı.

Gözlerindeki parlaklık, yüzündeki masumluk bu iğrenç savaştan haberi olmadığını gösteriyordu.

Gözyaşlarım kendini tutamamış olacak ki bir yağmur misali yağdı. Gözyaşlarım ardında bu hıçkırığa döndü.

Yere çöktüm ve bebeğe sarılarak hüngür hüngür ağladım. Benim de oğlum vardı ve bu çocuk benim oğlumun yaşadığı hayatın aksine bir hayat yaşamak zorundaydı.

Annesiz, babasız, atasız...

Krallığı almak için savaştığımız bu alanda sadece masum insanların canı yanacaktı.

Savaş alanını temizlemek için gelen askerlerden birinin elini omzumda hissettim.

"Hanımefendi iyi misiniz?"

Daha çok ağlamaya başladım. O an sadece hüngür hüngür ağlamak istiyordum.

Lanet olası kocam yüzünden olsa da bende sebep olanlardan biriyim. Kendime günah keçisi aramaktan vazgeçmeliyim.

Çöktüğüm yerden gözyaşlarımı sildim. Şuan sadece aklımda tek şey vardı. O da bu çocuğu evlat edinmekti.

Bugün benim Kim Taehyung adından bir oğlum dışında bir oğlum daha oldu.

Ne kadar düşman krallığın soyundan gelse de o bu 'ulusun direği' olacaktı. Jungkook...

Evet, o artık Kim Jungkook olacak.

Ayağa kalktım ve eğilip bebeğimi kucağıma aldım.

Belki ona onun anne ve babasını veremeyecektim ama ona asla farklı hissettmeyeceği bir aile vereceğim.

Vicdanım belki de böyle rahatlayacaktı zira ben vicdan azabı çekmekten ölmüş gibi hissediyorum.

"Hadi gidelim."

"Hanımefendi?"

"Evet"

"Bebeği de mi alaca-"

"Sana hesap mı vermek zorundayım" dedim. Sesimin güçlü ve sert çıkmasını sağlayarak. Az önceki halimin aksine güçlü olmak zorundaydım.

"Özür dilerim hanımefendi. Sormadım sayın lütfen" diyerek önümde eğildi.

Arkamı dönerek faytona doğru yürüdüm.

Faytona oturdum ve güzel bebeğe bakarak ona gülümsedim.

Yola koyulmaya başlayınca kucağımdaki bebeği güldürmeye başladım.

Tahminen üç veya dört aylıktı. Gülerken çok tatlıydı. Eğilip onu öptüm. O artık benim oğlumdu.

Karşımda oturan askerin bana tuhaf bakışlarını gördüm.

The Heirs /taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin